Cazın Kenny Garrett hali; Obsesif ve tutkulu

Cazın Kenny Garrett hali; Obsesif ve tutkulu

Konserin ardından izlenimlerini dün yayınladığımız konser haberinin devamında yayınlayarak konserin hem öncesini hem sonrasını bir araya getirmiş olduk. Dünkü haber yazının altındadır.

 


 

 

Cazın Kenny Garrett hali; Obsesif ve tutkulu

 

 

Zincirlikuyu üzerinden İş Sanat`a doğru yol alırken nerdeyse günün yirmidört saati sıkışık olan trafik arabanın camından hareketli caddeleri seyretme imkanı veriyor. Değişen şehrin fotoğrafları bir bir önümüzden geçiyor. Artık binalar çok daha yüksek. Işıklı, hareketli, devasa reklam panolarının boyutları büyüdükçe reklamlar çirkinleşiyor. İnsanın gözüne gözüne batan reklam çok ama dikkatinizi çekmeyi başaran maalesef yok! İstanbul böyle bir şehir, güzel olanla çirkin olan yanyana yaşıyor.

 

Biz bu gece güzel olana gidiyoruz... İş Sanat sahnesinin giriş kapısı her konser öncesi gibi hareketli, canlı, şık! İşte, gecenin ilk güzel anı daha girişte; döner kapıda Kenny Garrett`la beraber birbirimize gülümseyerek sıra bekliyoruz. Mütevazı, samimi ve başında hiç çıkarmadığı takkesi... Herkes gibi sırasını bekliyor ama biraz da telaşlı. İçeri girer girmez kendini karşılayan görevli kızla birlikte hızla uzaklaşıyor. Elinde deriden kahverengi büyükçe çanta. Meşhur alto saksofonu içinde olmalı...

 

Konserin başlamasına bir kaç dakika kala salonu gözlerimizle tararken geçen sene bu zamanlar, Sonny Rollins konseri geldi aklımıza. Aşağı yukarı aynı zaman dilimi... Öyle mi, değil mi mukayesesini bitiremeden Garrett, Seeds From The Underground`dan Boogety Boogety`i çalmaya başladı. Albümün ilk parçası ve Garrett`ta tıpkı geçen sene Rollins gibi girdi ilk parçaya. Bıçak gibi, ani, hızlı ve tempolu... Sahne, müzisyenler, izleyiciler... Gözgöze gelmeye dahi imkan bulamadan soluk soluğa hep birlikte parçaya daldık.

 

 

Garrett sizi kendi oyun bahçesine davet ettiğinde oyunu onun kurallarıyla oynamak zorundasınız. Bu müzik her şeyiyle onun... İçindeki tutkuyla parçaların kısa, melodik motifleri dinleyiciyi içine çeken anaforlara dönüşüyor. Hem albümlerinde hem konserlerinde yıllardır en iyi yaptığı şeylerden biri kendi cümlelerine melodik çıpalar koyup bu çıpaların çevresinde daireler çizerek sonunda tekrar çıpanın çevresine geri dönüp parçayı tamamlamak. Perküsyonist Rudy Bird`ün latin tadı, davulcu Marcus Baylor`un tatlı-sert davulu, Corcoran Holt`un devingen bası ve ille de yeni kuşak piyano dahilerinden Benito Gonzales`in damakta aşina olmadık tatlar bırakan piyanosu... Hepsi ama hepsi Garrett`ın çelik çekirdek müziğinin dış sarmalında ama anaforun içinde onunlu birlikte dönüp duruyorlar.

 

Garrett karatında bir ustanın müziğindeki soyut pasajlar arttıkça sahnede olan biteni tarif etmede soyut benzetmeler de artıyor maalesef ama işin gerçeği Garrett`ın dinleyiciyi yüksek hararetle elinde tutmayı sağlayan melodinin parça içindeki akışta aritmetik dengeyi iyi hesaplaması, başından sonuna tempoyu hep dik tutarak çalması ve beşlinin kendi ifade alanlarını müziğin zenginliği içine ayrı tatlar halinde davet etmesi.

 

 

2010 yılının en iyi çıkış yapan isimlerinden piyanist Benito Gonzales`i takip sıralamanızda başa alın

 

 

Seksenli yılları Miles Davis gibi efsanelerin yanında kimselere nasip olmayacak tecrübe dersleriyle geçiren Garrett ve kuşağı şimdi ellili yaşlarında ve artık onlar bizleri yeni, güçlü isimlerle tanıştırıyor. Küba ve latin dünyasında volkan patladı da haberimiz mi yok! Son yıllarda ardı ardına inanılmaz isimler dinliyoruz. Daha geçen hafta Alt sahnesinde Aruan Ortiz`i dinlemişken dün akşam Benito Gonzales, hatta Garrett konseri nedeniyle gidemediğimiz ama giden dostların Nardis, Terence Blanchard konserindeki Fabian Almazan ismini fısıldayıp durmaları kıyamet alameti midir nedir...

 

Garrett`ın salonla ilişkisi konserlerine gitmemiş ya da konser albümlerini dinlememiş olanlar için ilginç gelebilir. Modern caz müzisyenlerinin konserlerde dinleyiciyle ilişkisi / ilişkisizliği hep dikkat çekmiştir. Başıyla hafifçe selamlayıp derhal müziğe oturanla, konserin başından sonuna dinleyiciyle sohbet edip duran arasında eğer bir denge olacaksa / olması lazımsa Garrett kendi çözümünü işin akışına bırakmakta ama dnleyici nabzını da elinde tutmaktan yana gibi görünüyor. Konsere tek bir cümle etmeden başlayan adamla son parça J Mac`te herkesi yerinden zıplatan adam aynı adam. Beni dinlemeden peşin peşin sevmeyin, bırakın sevginizi hak edeyim der gibi.

 

Cazkolik.com / 14 Kasım 2012, Çarşamba

 

 


 

Aşağıdaki yazı konserden bir gün önce yayınlanmış olan haberdir.

 

 

Kenny Garrett digs deep, Terence Blanchard digs the blues

 

 

Başlığın Türkçe olmadığına bakıp şaşırmayın lütfen... Şaşırmayın çünkü bir çeşit snobluk olsun diye değil Down Beat dergisinin Haziran 2012 tarihli kapağına atıfta bulunmak istedik. İstanbul her ne kadar giderek dünyaca sevilen ve öne çıkan bir caz şehri oldu / oluyor diye her fırsatta hoşumuza giden övgüleri sıralasak da yine de bu anların gerçekleşmesini tespit edip, üzerine arşivlerde kalıcı olması kaydıyla parmak basmakta fayda var. Biliyorsunuz bu akşam caz dünyasının iki büyük ismi; Kenny Garrett ve Terence Blanchard iki ayrı konser için, İstanbul semalarını cazla süsleyecek. Garrett bu akşam sadece tek konser için İş Sanat sahnesinde. Blanchard ise hem bu gece hem de yarın olmak üzere Chivas Jazz Nights sponsorluğunda Nardis Jazz Club`ta.

 

Günümüzün bu çok önemli iki sound ustasını aynı gece içinde bir arada, aynı şehirde bulur da bir cazsever kendi çevresinde yedi kez dönüp dilek dilemez mi.

 

Diler elbet.

 


 

 

Kenny Garrett digs deep

 

 

 

Down Beat, Garrett`ın son albümü Seeds From The Underground`un ismine ithafen kapağına bu başlığı atmıştı. Dünün (yani seksenler ve doksanların) genç aslanı bugün 52 yaşında olanca ustalığıyla büyük bir caz müzisyeni. Artık fenafillah mertebesinde bir sanatçı. Grammy ödüllü nefesli ustası, Duke Ellington ve Miles Davis gruplarında çalmaya başladığı erken dönemlerden bu yana dikkatleri hep üzerine çekmeyi başardı. Seeds From The Underground ustanın altı yıl aradan sonra çıkardığı ilk albüm. Down Beat`in aynen başlıkta değindiği ve albümün isminin de bize verdiği ipuçları gibi cazın her zaman yaratıcı, yenilikçi yönüne dönük bir müzisyen oldu. Büyük gruplar deneyimi onda kolektiviteyi, Chick Coera`dan, Five Peace Band`e bir çok küçük grupta hırçın ve parlak sololar atarak çoğu zaman kendini frenlemek zorunda kalmayı, Pharoah Sanders gibi avantgart ustalarla birlikte ve hip hop gibi tarzların sunduğu müzikal çıldırma imkanlarıyla kendisini kamçılayan yaratıcı canavarı sahnede serbest bırakmayı öğrendi. Liderlik ettiği gruplarla verdiği konserlerde sahne enerjisi hayli yüksek olan Garrett, sahneden dinleyicisiyle de ruhani boyutta iletişim kurmayı başarıyor. İnanmayan bu akşam kendi gözleriyle tanık olsun.

 

İçinde bulunduğumuz yılı yeni albümüyle turnede geçiren sanatçıyı nihayet İstanbul`da da dinleyebileceğiz. Nihayet derken uzun süre dinlemedik anlamında değil, daha yeni İstanbul Caz Festivali için iki yıl önce Chick Corea, Roy Haynes, Christian McBride ile izledik. Çok güzel bir geceydi. Onlar sahnede, biz yerimizde hayli eğlenmiştik. Bu gece (muhtemelen) yeni albümden de epey bir şeyler dinleme imkanımız olacaktır. Yeni albümün en önemli özelliği isminin altında yatan gönderme, albümde 10 yeni bestesini seslendiren Garrett kendisini besleyen tüm o büyük geleneğe, birlikte çaldığı ya da duyduğu, dinlediği, sevdiği isimlere saygısını sunuyor. O müziklerle toprağa atılan tohumlar olmasaydı bugün ben bu sahnede çalıyor olamazdım ya da en azından böyle çalıyor olamazdım diyor. Bir sanatçının kendinden önceki nesillere duyduğu saygının en zarif ifade şekli. Günümüzde cazın en seçkin ustalarından biri olan Garrett ve arkadaşlarını sahnede dinlemek hepimiz için büyük bir zevk olacak.

 


 

 

Terence Blarchard digs the blues

 

 

 

Bu yazının (ve tabii bu gecenin) güzel yanı iki büyük ismi aynı yazıda konu ederken birbirleriyle mukayese kurmak zorunda olmayışımız, yapmayı dileyenlere allah kolaylık versin.

 

Aynı kuşağın iki farklı ve önemli müzisyeni nasılda farklı kişilik özellikleriyle bambaşka sanatçılar oluyor. Sanatın genelinde, cazın özelinde işin güzel yanı da bu değil mi zaten! Garrett nasıl `dikine` ve herkesle birlikte müzik yapıyorsa Blanchard`da o kadar melankolik ve `içine` doğru müzik yapıyor. New Orleans kökenli büyük trompetçi yaşadığı çağa ve çevresine çok duyarlı biri. Thelonious Monk Institue ve Miami University Henri Mancini Institute`ta uzun amandır eğitici ve yönetici görevlerini aksatmayan Blanchard aynı zamanda Spike Lee gibi bir yönetmenle film müzikleri yazarak ne denli iyi bir besteci olduğunu da bir kaç kez gösterdi.

 

Bu akşam ve yarın Nardis`te yaşanacakların bir benzeri aylar önce New York Jazz Standard`da yaşanmıştı. Nardis`te izleyeceğimiz ekibin yer aldığı sahnede Blanchard ve arkadaşları geceye sahnede izleyeceğimiz tenor saksofonist Brice Winston`ın bestesi Time To Spare ile başlamışlardı. Ardından Blanchard`ın 2011 albümü Choices`tan Winding Roads`ı çalarak devam etmişler ve ertesi günlerde caz basını geceyi anlata anlata bitirememişti. Aynı isimler, benzer bir gece ve muhtemelen yine aynı müziklerle İstanbul gecesine dalacaklar. Gerisi, Nardis`in içinde kopacak kusursuz fırtınanın oradakileri nereye sürükleyeceğine bağlı.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 13 Kasım 2012, Salı

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.