Beliz Hazan, Alp Ersönmez ile belki alt "Yazısız" ama içi müzikle dopdolu albümünü konser öncesi konuştu.

Beliz Hazan, Alp Ersönmez ile belki alt "Yazısız" ama içi müzikle dopdolu albümünü konser öncesi konuştu.

Dinlemeye başladığınız parça Alp Ersönmez`in yeni albümü "Yazısız"dan alınan "Beşik" isimli çalışmasıdır.


4-12 Mart tarihleri arasında gerçekleşen Nublu Jazz Festivali kapsamında 10 Mart akşamı Babylon’da bas gitarist Alp Ersönmez’în konseri hareketli, heyecanlı, bilgili, yaratıcı kişiliğiyle ön plana çıkarken, konser öncesi yaptığımız röportajda onu tanıyanların daha detaylı tanımasına, tanımayanların ise tanıma yolunda ilk adım atmasına vesile oldu.

Alp Ersönmez ile son çıkardığı albüm ‘Yazısız’dan İzmir’e, konserlerinden anılarına hoş bir sohbet gerçekleştirdik. Psikolojiyle ilgilenenler bilirler, bazı insanların kendilerini açmaları kolay değildir. Bazı insanlar ise kendini ifade etmekle kalmaz detaylı anlatım içine de girerler. Alp ile yaptığımız söyleşi tam da böyle bir noktadan başladı.

İlk olarak İzmir Bornova Anadolu Lisesi, 9 Eylül Üniversitesi İşletme bölümüyle devam eden okul hayatının son noktasını Bilgi Üniversitesi Kompozisyon Bölümü ile koyması onun davulla başlayan müzik macerasının bas gitarla devam etmesini özetliyordu. Bu söyleşinin kaydının deşifrasyonunu yaparken bir şey atlamamam gerektiğini, Facebook`tan onun sayfasını takip ederken fark ettim. Kaçırılan bazı noktaları da kendi ağzından ifadelerini ekleyerek devam etmek istedim. Röportajı kayıt cihazından kaynaklanan bir şekilde episodlar halinde yaptığımız için de yazıyı da episodlar halinde sunmak en gerçekçi yansıtma biçimi olacaktı.

Episode 1

Müzik yaşamının nasıl başladığını sorduğumuzda müziğin ‘başlanan bir olgu’ olduğuna inanmadığını belirtip insanın müziği değil, müziğin insanı seçtiğine ve tamamen bireysel isteklerin dışında ona hakim olunduğuna inanıyor Alp Ersönmez. `Çocukluğumdan beri ailede de müzik vardı` diyen Ersönmez`in babası ve dayısı kanun, amcası ise ud çalıyormuş. Annesi harika resim yaptığından dolayı, abinin resim yeteneği anneden geçerken Alp ise müzik yeteneğini babasından almış. Küçük yaşta org dersi alırken her yerde duyduğu dönemin (80`lerin) müziğini orgta çalmayı istermiş. Oysa tam o sıralarda, henüz orta ikinci sınıftayken okulun büyüklerinden bir grubun gelerek ellerinde bagetlerle ‘Burada yetenekli bir çocuk varmış’ deyip Alp`i göstermesi ardından okul grubu olarak ilk provalara başlaması bugünlerin ilk adımlarına dönüşmüş.

Lise sonuna kadar hep davul çalan Ersönmez, heavy metal, Ozzy Osbourne, Manowar çalarken, okul grubu olarak Orta 3 mezuniyetinde sahneye çıkmışlar onlardan sonra da Raci Pişmişoğlu ile Suavi sahne almış. Raci Pişmişoğlu`nun onu fark edip beraber çalmak istemesinden çok gururlanmış fakat yaşının tutmaması da ayrıca üzüyordu. Üniversitenin ilk yazında ise bir grup arkadaşı Kuşadasında müzik gruplarıyla çalmaya giderken yanlarında basçıları olmaması Alp Ersönmez`e hem onların basçısı olup hem ücretsiz tatil geçirmesine yararken bir de gruptan basçıları olma teklifi gelmiş. Mahallede bir arkadaşından ödünç aldığı gitarla bir haftada çıkarmış parçaları ama `kendimi hala kendimi davulcu olarak görüyordum` diyor. Basçı olarak aranmaya başlamasından çok sonra kendine basçı diyebilmiş. İşletmeye okumaya devam etmesi, okul sonrası askerelik, derken Raci Pişmişoğlu’nun Bilgi Üniversitesi Bas Bölümü`nün başında olması ve ona bahsetmesi arka arkaya gelen hayatın müziğe davet eden evreleri gibi. Kangroove olarak tüm Türkiye`nin yakından tanıdığı fenomen grup olarak Bora ve Mert ile yola devam derken işletme ve müzik arasındaki bağ veya fark bizi Episode 2’ye geçiriyor…

Episode 2:

İşletme, annesi ve babasının döneme özgü kaygılarıyla yöneldiği bir çeşit zorunluluk olduğunu belirtiyor. `Müzisyen olma` denmemiş hiç ama elinde bir işi olsun diğerini ömrü boyunca yapabilir diye düşünülmüş hep. Baba eczacı ve kanun çalıyor. ‘’İnsan sanatla uğraşırken başarılı olunca bu konuda devam etmeye karar veriyor’’ diyor Ersönmez’Peki, işletme eğitiminin etkisi olmuş mudur?’’ diye sorduğumuzda ise çalıştığı grupların işlerini menajerin olmadığı dönemde toparladığından bahsediyordu, demek ki olmuş...

Kangroove öyküsüne geçiş ise şöyle gelişiyor; 1998 yazında Bodrum Mavi’de Mert Önal, Bora Uzer ve keybordda Yavuz Darıdere ile birlikte çalışlarının ardından Alp Ersönmez askere giderken Mert o sıralarda Can Çankaya ile tanışır, "Can çok iyi bir piyanisttir" diyerek tamamlıyor sözünü. Asker dönüşü Beyoğlu Hayal Kahvesi`nde Pazar günleri çalmaya başlarlar. Çalmak için zor bir gün olmasına rağmen heç boş olmaz klüp. En çok kazandıran gruba dönüştüler ve 2 yıl boyunca her cafede çaldılar. Kendilerini konser grubu olarak tanımlıyorlardı ve artık sadece konserlere çıkıyorlardı...

Episode 3:

Neden ‘Yazısız’…Tek bir kişi Babazula’dan Murat Ertel tahmin ediyor. Murat Ertel’in dayısı Turhan Selçuk. Çocukken amcasının eski Akbaba dergilerini okurken konuşma balonu olmayan karikatürlerin altında `yazısız` yazması hep dikkatini çekermiş. Çizginin fikri anlatmaya yettiği vurgulanıyordu bu yolla. Alp`de izah etmelere gerek kalmadan içindekileri duyurabilen bir yerde görmek istiyordu müziğini. ’Yazısız, bu çabanın bir ifadesidir’ diyor...

Turgut Alp Bekoğlu ve Genco Arı ile Nardis`te çaldığıkları dönemde Turgut, (sonradan trajik bir şekilde hayatını kaybeden) Tanju Duru`nun stüdyosunda değişik gruplarla kayıtlar yaptığını söyleyerek onlara da yapmalarını önerdi. İlk kayıtlara böylece başlanmış olunur.

Sarp Maden’i eskiden beri tanıyor.. Marmaris’te 1995 yılında yan klüpte Bora kendi grubuyla, Mert çaprazdaki klüpte, Sarp Maden de başka bir yerde çalıyor. Trio Mrio ile birlikte başlıyor çalmaya. Çağlayan Hollanda`daydı. Volkan ve Sarp’la birlikte çaldılar… Sonra Genco Arı gruba girerek ekip tamamlandı. Ciddi olarak caz çalmaya başladığı ilk grup o grup. İlk konserleri de 13 Ekim 2001 Eskişehir Hayal Kahvesi... İlk kaydı ise 2000 yılında Cahit Berkay’ın film müzikleri "Volume 3". Cahit Berkay’a da buradan sevgilerini gönderiyor... Quartet Muartet, Akın Eldes, Sibel Köse ile başladığı yeri iyi bir nokta olarak görüyor.

‘’İzmir’e yolculuk var mı’’ dediğimizde ise biraz hayflanıyor. İzmir’in kültür sanat hayatının çok içine kapalı olduğunu düşünüyor ve iki albüm hazırlamış müzisyen kimliğiyle yola devam ederken Quartet Muartet ile İzmir`de çalmamalarını, İzmir’in zaafı olarak gördüğünü de ekliyor. İçine fazla kapalı İzmir`i yanlış bulduğunu belirtirken bu konudaki çabaların da maalesef olması gerektiği yerde olmadığını görüyor. İzmir bu kadar aydınlık bir şehirken neden çağrılmadıklarını, çağrılanların da niçin çok az çağrıldığını anlayamadığını ifade ediyor.

Episode 4:

Laf ister istemez dönüp dolaşıp bir şekilde Tarkan’a geldi. Viyana’da Tarkan ile 200 bin kişiye çaldıklarını belirtti. Bunu yapabilecek çok az kişinin olduğunu ve hiç kimsenin de bulunduğu yere tesadüflerle geldiğine inanmadığını belirtti. Tarkan’ın her zaman yeni şeyler yapmak istediğinin de altını özenle çizdi…

Alp Ersönmez ile sıcak ve hareketli sohbetimiz şimdilik burada son buıluyor ama şimdilik diyorum çünkü yazılacak daha çok şey yapacağına olan inancımız sonsuz...

Ayrıca, söyleşiye birlikte katıldığımız Uzman Psikolog sevgili Çisem İlhan’a teşekkür ediyorum.

Beliz Hazan belizhazan@cazkolik.com
14 Mart 2011, Pazartesi
Cazkolik.com

 

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.