Cenk Akyol konser biletlerinden oluşan kişisel hatıralar geçidine ikinci kez dalıyor ve bu kez bizlere her birimizin kendi kişisel geçmişinde özel yerlere ve önemlere sahip ortak konser anılarının kendi galerisine gözucuyla bakıyor...

Cenk Akyol konser biletlerinden oluşan kişisel hatıralar geçidine ikinci kez dalıyor ve bu kez bizlere her birimizin kendi kişisel geçmişinde özel yerlere ve önemlere sahip ortak konser anılarının kendi galerisine gözucuyla bakıyor...

(Bu yazıya ait okunma rakamları 14 Şubat 2011 tarihinden sonrasına aittir.)


Konser biletlerinizi siz de saklıyor musunuz? Ben iyi ki saklamışım, Cazkolik gibi bir caz portalında yazı yazacağımı bilmeden bir kenarda toplamam iyi olmuş. 2 ay kadar önce bu biletleri tarayıcıda taratarak kolajlar yapmak ve konserlerden bende kalan hatıraları paylaşmak iyi bir fikir gibi geldi. İşte!! Tozlu raflar, sisli hatıralar, Bölüm 2.

(Resim bozuk)

Bu kolajdaki biletler de pek bir ağırmış doğrusu, biletleri rastgele seçip taratmıştım ama bir çok sevdiğim isim burada yanyana düşmüş şans eseri.

Resmin göbeğinde en büyük “ağabeyim” Carlos Santana’nın 25 Haziran 1990’daki ilk İstanbul konseri var. Sanırım bunu özellikle ortaya yerleştirmişim. İlk gençliğimde gitarının büyüsüne kapılıp çaldığı, nefes verdiği ne varsa topladığım Carlito, Woodstock ile başlayan ünü ve müzikal serüveni bir çok kavşaktan, inişli çıkışlı, engebeli yollardan geçse de hiç bir zaman belli bir seviyenin altına düşmeyen müzikalitesi, samimiyeti, müziğe adanmış ömrü ile bende çok özel olan bir yeri olan bir müzisyen. Bu tür 30, 40 albümlük diskografileri olan köklü sanatçıların bir çok apayrı dönemleri oluyor. Santana gibi ilk başlarda gerçek bir grup olarak başlayan, sonralarda yavaş yavaş, sadece soyadını taşıyan liderlerinin arka grubunu oluşturan profesyonel müzisyenlerin oluşturduğu bir proje grubu olan bir grubun tabii ki zaman içinde değişen müzisyenleri ile birlikte müziği, janrı, tavrı ve hatta hatta dinleyici kitlesi de değişiyor. Ama klasik döneminin ilk 3 albümündeki Acid-rock enerjisi bugün bile bir çok genci müzik yapmaya itecek bir zehire, ağuya sahip. O klasik kadrosu (Carlos Santana, Gregg Rolie, David Brown, Jose “Chepito” Areas, Michael Carabello, Michael Shrieve ve III’deki 17 yaşındaki harika çocuk Neal Schon!!) ile yarattıkları mucizelerden sonra Carlos’un Caravanserai ile caz denizine yelken açması ve dönemin akımı ile Hint kaynaklı felsefelerin merkezinde şifalar araması ve yine o dönemdeki neredeyse tüm rock-starlar gibi bir guru’ya (Sri Chinmoy) kapılanması ile spirituel dönemi (1972 – 1976) (ki o zamanlar da ismine Devadip eklemişti tıpkı arkadaşı John Mc Laughlin’in Mahavishnu olması gibi.)  sonraları funk –soul (Amigos, Festival) ve 1978 –1983 arası tipik Amerikan rock dönemi ki o dönemdeki Zebop! ŞAHANE! Bir albümdür zannımca. Santana söz konusu olunca çenem çok açılır ama hala konserden bahsetmedim değil mi?

(Resim bozuk)

20 sene olmuş!! kadroyu bir çırpıda sayabilirim!! Sahnenin solunda klavyelerin arkasında Chester “Dean” Thompson. Mahlası “Cortez” olsaydı Phil Collins’in davul düeti yapmaya bayıldığı bir zamanların Zappa, Genesis davulcusundan bahsetmiş olacaktık, ki satın aldığım ilk Santana albümü "Beyond Appearances" albümünde ikisinin birarada çalmışlığı vardır. (Bir Chester daha tanıyorum Kaplan Chester!! O da Cheetos reklamlarında oynuyor)

(Resim bozuk)

Bu albüm benim benim Live Aid’de Santana’yı Pat Metheny ile seyrettiğim sene çıkmıştı. (Enkötü albümlerinden biridir laf aramızda, en kötüsü hangisi mi?1978’deki "Inner Secrets" tabii ki, onun da açılış parçası ve albümkapağı harikadır ama)

Arkada iki vurmalı... Biri ünlü Kübalı Armando Peraza... 1988 de yayınlanan harika toplama albümde (bir çok yayınlanmamış kayıt içerir) Carlos benim 4 babam var yazmıştı albümün notlarında, “Gerçek babam Jose Santana, Saunders King (1979’daki Oneness’da beraber çalmışlardı ve kayınpederi idi), Armando Peraza ve Mile...”   Peraza 1972’deki "Caravanserai" ile birlikte Santana ile çalışmaya, turlamaya başladı ve ta ki 1992 yılına kadar yani 66 yaşına kadar beraberlerdi. Davul setinde Walfredo Reyes Jr (sonradan kendisini Steve Winwood ile beraber de seyretmiştik caz festivalinde) gitar ve vokalde tartışmasız uzak ara en beğendiğim Santana vokalistidir bu siyahi vokalli İskoç. Avrage White Band, Brian Auger, Dixie Dregs gibi gururla sunacağı grupları içeren uzun bir session diskografisi vardır. J.J. Cale’in Sensitive Kind’ını bir de Alex’in yorumu ile dinleyin Zebop! Albümünde bana hak verirsiniz. Bas gitarda ise Carlos’un Miles Davis’ten devşirdiği Benny Rietweld vardı. Benny’yi 20 sene sonra geçtiğimiz yaz da Kuruçeşme’de yepyeni bir Santana ile seyrettik. Chester Thompson’ı da seyredeceğimizi düşünürken bu kez yepyeni bir isim Freddie Ravel vardı klavyelerde Carlos’un oğlu Salvador ile birlikte...

Konser neredeyse 3 saat sürmüştü. Bu konserin benim için bir diğer güzel tarafı da yakın dostum Okan Doğuile bu konserde tanışmıştık. Konser öncesinde rica, minnet içeri girip, provaları seyretmiştik. Sahnede hiç vokalist yoktu ama albümün açılış parçası olan albümle aynı ismi taşıyan "Spirits Dancing in the Flesh"in geri vokallerini dinleyebiliyorduk, Loop denen şeyin ne olduğunu bilmiyordum tabii ki o zamanlar “Nerde bu kadınlar" diye çıldıracak gibi olmuştum. Tabii ki Chester’ın emulator’ünün içindeydiler MIDI trigger sayesinde tam yerinde girip, çıkıyorlardı parçadan. Konserde Zeynep Oral ve Adnan Oktar’ı hatırlıyorum, böyle bir konser halkla ilişkiler açısından önemli olsagerek onun sanatsever!!, açık fikirli!! ve modern bir şeyh/hocaolduğunu göstermek açısından herhalde.

Bir de bir zamanlar Akmar Pasajı’nda Laterna isimli müzik dükkanı olan Bülent ağabeyin henüz 4,5 yaşında olan oğlunu orkestra çukurundan sahneye Carlos Santana’ya uzattığını, Santana’nında çocuğa tef vererek birkaç dakika beraber müzik yaptığını hatırlarım.Ne şanslı velet demiştim içimden. Biraz önce konserde tanıştığımızı belirttiğim Okan o veledi geçenlerde Karaköy de yeni açılan SAE isimli kayıt teknolojileri okulunda gördüğünü, kocaman bir genç olduğunu söyledi. O da şimdi tonmaister olmuş orada.

Şimdi de sırada Pet Metin var!!! Pat Metheny konseri de Santana’dan bir sene sonraymış. Resimde dikkat ederseniz konser biletine iliştirilmiş bir imzası var. Gazete kağıdına imza attırmıştım hatırladığım kadarıyla. Kağıtta da konserin ertesi gününün tarihi var. Konserden sonraki gün çok Sultanahmet’te dolaşıyorduk bir arkadaşımla. Milenyum taşının oradan aşağı doğru Eminönü’ne doğru yol alıyorduk ki bir baktım dün gördüğüm kabarık, kır saçlı sevimli adam ve yanında dünyalar güzeli bir bayan. Yerebatan sarnıcından çıkmış Osman Hamdi’nin mabedine (Arkeoloji müzesi tabii ki!!) doğru karşı kaldırıma seğirtiyorlar. Hop hop!! Islık!!, Mr. Metheny!! diye feveran ederek adamcağızı o iki satırlık romantizmine limon sıktık. Kaşla göz arasında imza aldık, el sıkıştık, teşekkür etmiştik ki. Bizi o sırada kenardan izleyen bir genç “ Pet Metin? Pet Metin Türk mü?” diye sordu. Ben de babası Türk deyivermiştim. Bir önceki akşama gelecek olursak, konserin açılışı çok güzeldi. Açıkhava sahnesine en sol merdivenden Lyle Mays trompet, en sağ merdivenden Pat Metheny de trampet çalarak inmişlerdi. Konserin kadrosu 1989 da ki "Letter From Home"da ki kadronun aynısıydı. Paul Wertico Steve Rodby (bas gitar), Pedro Aznar (vokal, akustik gitar, vurmalılar, saksofon), Armando Marçal (vurmalılar) ve tabii ki en başından beri müzikal ortağı Lyle Mays klavyelerdeydi. Pedro Aznar o akşam beni büyülemişti. Sözsüz vokalleri, vurmalılar ve gitarı ile tam bir jokerdi. Pedro Aznar’ın (davul), memleketi Arjantinde ne kadar önemli bir müzisyen olduğunu seneler sonra Açık Radyo’daki programım için yaptığım araştırmalar sonrasında öğrenmiştim. Seru Giran isimli rock grubu ile yaptığı albümleri programda çaldım. Davulcu Paul Wertico’yu seneler sonra Polonya’nın en önemli progressive rock grubu Josef Skrzek’in SBB’si ile beraber gördüğümde çok şaşırmıştım. Bu çok yönlü davulcu Pat Methenyile geçirdiği yılların (1983 – 2000) ardından bir o kadar yılı (2000 –2007) Polonyalı grup ile bir çok turne ve 7 albüm kaydetti. Grubungitaristi Yunan asıllı Apostolis Anthimos’un iki solo albümünde de emeği var. Zihnimde çok güzel tatlar bırakan  konserdi Pat Metheny konseri.

(Resim bozuk)

Bu yazı gerçekten uzun olacak... Resimde ennnnnnnnnnnnnnnnnn favori gruplarımdan biri olan Colosseum’un İstanbul’daki seçkin bir zümreye verdiği HA-Rİ-KU-LA-DE konserin bileti de var. O zaman yazacak çok şey var... Konsere gitmeseydim de bu grubu yine bu kadar sever miydim bilemem ama yine debu kadar takdir eder, yine bu kadar zevk alırdım yaptıkları albümleri dinlemekten. Emektar Açıkhava Sahnesi’nde o gece herhalde en fazla 250, 300 kişi vardı. Grup 1971’den neredeyse çeyrek asır sonra tekrar biraraya gelmiş ve turneye çıkmaya başlamıştı. Kadro benim gibi bir rock dinleyicisi için dizlerin bağını çözecek kadar heyecan vericiydi. Bas gitarda Mark Clarke (Colosseum, Uriah Heep, Mountain, Tempest), gitarda Dave “Clem” Clempson (Bakerloo, Humble Pie, Jack Bruce), saksofonda Dick Heckstall-Smith (Alexis Corner’ın Blues Incorporated, John Mayall’ın efsanevi Bluesbreakers’ı, Hamburg Blues Band) vokalde gerçekten biricik Chris Farlowe(Atomic Rooster, Greenslade ile Thunderbirds) ve tabii ki davulda Jon Hiseman (John Mayall’ın Bluesbreaker’ı, Jack Bruce, Tempest, Colosseum, Colosseum II, United Jazz Rock Ensemble).

İçim kıpır kıpır gittim konsere ama konsere talebin çok umut kırıcı olduğu olduğunu görünce moralim bozulmuştu ve tabii ki sinirlenmiştim. Ama kahramanlarımız sanki dolu tribünlere çalarmışçasına dolu dolu çaldılar. Özellikle Valentyne Suite’de Mark Clarke, Clem Clempson ve Jon Hiseman’ın inanılmaz power trio performansını, Dave Greenslade’in yine aynı parçadaki vibrafon ve hammond sololarını, Chris Farlowe’un o sırada sahnenin gerisinde volta atmasını konseri izleme mutluluğuna erişen Açık Radyo’dan arkadaşım Hakan Ünseven ile durup durup birbirimize anlatıp paylaşırız aynı çok beğendikleri filmi birbirlerine anlatanlar gibi. Bu dediğimi anlayabilmeniz için grubun performansını Youtube’dan izleyin (http://www.youtube.com/watch?v=OD3ZJrMzSpw) hatta bir şekilde Reunion 94 konserinin DVD kopyasını edinin. Bir de şimdiye kadar seyrettiğim en iyi davul performansını 3 baget ile yaptığı jonglörlük gösterisi iletaçlandıran Jon Hiseman’a minnetlerimi buradan sunayım. Hala bana mutluluk veriyor bu grubu dinlemek.

Bir diğer efsanevi grubu ise Eskişehir de izlemiştim. Soft Machine’i Zeytinoğlu Vakfı ile Eskişehir Kentsel Gelişim Vakfı’nın düzenlediği Eskişehir Festivali’nde izlemiştik. Eskişehir Anadoludaki şehirlerin en şanslılarından, Yılmaz Büyükerşen’in neredeyse yeniden âbâd ettiği bir bozkır şehri bir çok kaliteli uluslararası müzisyeni ağırladı Anadolu Üniversitesinin kampüsünde. Benim hatırladıklarım Billy Cobham, Mike Stern, Soft Machine, Cindy Blackman... Konser Anadolu Üniversitesi’nin spor salonunda yapıldı. Festivalin programı açıklandığında yine beni heyecanlandıran bir isim Andy Summers vardı Soft Machine yerine fakat Andy Summers’ın sağlık sorunları nedeniyle gelemeyeceği, yerine Soft Machine’nin sahne alacağı bildirilmişti konserden yaklaşık 15 gün önce. Andy Summers’ın 1968’de birkaç aylığına da olsa Soft Machine ile beraber çalması, John Etheridge ile beraber 2 albüm yayınlaması gözönüne alınırsa Andy Summers’ın kişisel olarak grubu önerdiğini tahmin etmek zor olmayacaktır.

Grubun 60’lardaki ilk dönemi, ilk iki albümü psychedelic beat diyebileceğimiz benim hiç de sevmediğim dönemine denk gelir. Pink Floyd ile beraber UFO klüpte beraber sahne almaları tabii ki birbirlerini etkilemelerine sebep olmuştur sanırım. İngilizlerin Pink Floyd’un Syd Barrett’li dönemini yere göğe koyamamalarını da bu yaşa geldim hala anlayamadım. (Syd Berrett’in ilk albümü Madcap Laughs’ın iki parçada Wyatt, Ratledge ve Hopper kayıtlarda yeralır). Kevin Ayers’in ön planda olduğu bu dönemden sonra, 1970’deki Third ile birlikte grubun ismini inşa eden, Soft Machine’i Soft Machine yapan, o gerçek jazz-rock dönemi gelir ki bunun sebebi de gruba Ian Carr’ın Nucleus’unu inşa eden davulcu John Marshall ve 70’lerin ingiliz caz müziğinde ki önemli isimleri (Michael Gibbs, Keith Tippett) ile çalan stüdyo müzisyeni Roy Babbington’ın grubun müziğini psychedelic-progressive rock’tan caz’a sürüklemeleri tabii ki. Eskişehir’deki kadroya gelecek olurak Hugh Hopper (bas gitar), John Etheridge (gitar), Elton Dean (saksofon, fender rhodes) ve maalesef John Marshall yerine ismini hatırlayamadığım bir başka davulcu (Etheridge kendisini takdim ederken Ian Gillan ile çalışan gibi bir açıklama yapmıştı). En sevdiğim albümleri olan 1976’daki Softs’daki gibi caz-rock değil de emprovizasyona dayalı bir caz yaptılar. Günü birlik bir Eskişehir gezisi ile geçtiğimiz senelerde bu dünyadan göçen Elton Dean ve Hugh Hopper’ı izlemek benim için unutulmayacak bir konser macerası idi.

Sol altta konser biletinin üstüne kadroyu yazdığım bir konser biletini göreceksiniz. John Mc Laughlin’in konserinde Rosenberg Trio ön grup olarak çıkmıştı. Ama Rosenberg Trio biletleri bastıran tarafından daha önemli bulunmuş bu süper üçlüden ziyade. Rosenberg Trio Hollandalı bir Gypsy-jazz(evet bazen caz, bazen jazz) dörtlüsüydü. Sahnede grupla birlikte de bir vurmalı vardı.  Django Rheinhardt’ın izini süren harika gitaristlerdi. Gerçekten beklediğimin üstünde bir performanstı. Müzisyenlerin kuzen olduğunu konserdeki bir müzikseverden öğrenmiştim. Tam bir aile kumpanyası... Çingene işi!!

Sonrasında sahneye beklediğim ağır kadro geldi... Asansöre beraber binmeleri sakıncalı olan  Joey De Francesco ve Dennis Chambers ile Monaco’lu İngiliz John McLaughlin 60’ların Hammond üçlülerini yâd ettiler o akşam. McLaughlin manda kasa gitarına yine looplar ekledi, çıkardı kendi kendine “akumpanya” yaptı. Francescoise Hammond’unun yanına neredeyse o kadar iyi çaldığı trompeti eklemişti. Dennis Chambers ise bu ikiliye çok “heavy” çifte pedallı bol ataklı davulu ile eşlik ederken 60’lardan sıyrılıp gerçekten 90’larda olduğumuzu hatırlatıyordu. Hiç de fena bir kombinasyon değildi bence... 

Bu arada biletleri tarayıcıda tararken bazı mükerrer taramalar olmuş örneğin Nigel Kennedy bileti iki kere makinaya girmiş, 97deki konser hakkında bir önceki eski defterler (biletler) yazımda bahsetmiştim. Bu yüzden kusura bakmamanızı rica ederim.

1994’teki caz festivalinde “dünya gözüyle görmek için” gittiğim bir konser de Muvaffak “Maffy” Falay’ın konseriydi. O gün aşk hayatımda engebeli günler geçirdiğimi hatırlıyorum, ilaç gibi gelmişti konser. Öncesinde de yine bir İsveçlinin konseri vardı o gece Açıkhava sahnesinde. Okay Temiz çingene müzisyenlerle davullu, zurnalı eğlenceli bir performansvermişti Maffy’nin öncesinde. Chet Baker ile beraber de çalan Ray Charles gözlüklü piyanist Åke Johansson, Cem Kozlu’nun kardeşi (nedense onu hep öyle hatırlıyorum)Can Kozlu, kontrbasta Per-Ola Gadd ve tenor saksofonda Bernt Rosengren eşlik etmişlerdi o gece trompetçi Muvaffak Falay’a. Sonradan öğrendim ki bu güzel caz akşamı Goldenhorn Records tarafından kaydedilmiş ve CD olarak yayınlanmış. davulcu

Aşağılarda 90’ların önemli gruplarından Ankaralı Asia Minor var, 1990’da çıkan Viyana’da kaydedilen ilk albümleri Alongthe Street’i ıskalamıştım, zaten o albüm sanırım ilk olarak yurtdışında, sonradan memlekette yayınlandı. 1996’daki o harikulade albümleri Longa Nova’yı Ankara’da bir Pazar izninde Sakarya’da sabah 10:30’da bir kafede bira içerken dinleyip hemen yakındaki Dost kitapevinden edinmiştim. Zaten albümde Dost kitapevinden yayınlanmıştı. (Dost sonra başka da albüm yayınlamadı sanırım?) Uzunca bir süre yabancı birilerine hediye için hep bu albümü seçmişimdir, bakın bizde de bomba gibi fusion grupları var demek için ama Asia Minor’ün yanına koyabilecek fusion grup sayısı kaçtır acaba? Kendilerini 2 kere Cemal Reşit Rey’de seyrettim. Grup konserlere Kamil Erdem (bas gitar, çoğunlukla perdesiz çalar) Zafer Gerdanlı (davul) Yahya Dai (saksofon, flüt) ve çoğunlukla Tahir Aydoğdu (kanun, belki de en iyisi!!) veya bazen de sonralarda Yeni Türkü ile çalışacak olan Fatih Ahıskalı’dan (ud) oluşan kadrosuyla çıkardı. Ben hem Tahir Aydoğdu’lu hem de Fatih Ahıskalı konserlerine gittim. Fatih Ahıskalı’ya ayıp olmasın ama Tahir Aydoğdu’lu konserleri zihnimde daha bir parıltılı kalmış.

Şimdi de bir zamanlar Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nin Spor ve Sergi Sarayı olduğu zamanlardan kalma o zamanlar için nadir sayılabilecek bir rock konseri... Ian Gillan, Deep Purple’dan önce1992’de Tollbox albümü turnesinde İstanbul’a gelmişti. Konserden önce rocker camiasından büyükçe bir kısmın We want rock!! We want rock!! We want rock!! diye kapıları yumrukladığını hatırlıyorum.  İstedikleri rock’ı aldılar mı bilemiyorum ama ben alamamıştım. Grubunu (zaten o albümü de beğenmemiştim ) gitarist’in 80’lerin pop grubu T’Pau’nun gitaristi olduğu konuşuluyordu. Bu da daha önce Bernie Torme, Ray Fenwick, Jannick Gers gibi bir isimin yanında Gillan için iyi bir referans değildi tabii ki. Ön grup Asım Can Gündüz’ün bir power triosu idi. Sahnede yuvarlandığını hatırlıyorum, sonrasında Ian Gillan konseri, sonrasında sadece Ian Gillan’ı seyrettim diyebileceğiniz alelade bir rock konseri idi. Gitarist ön yargımı yıkacak pek bir şey yapmamıştı konserde. Bir de aklımda kalan bir zamanlar Teşvikiye’de cami önünde kaset satan “Parkinson” Şeref de sahnenin önünde sağtarafta bas gitaristin bulunduğu bölümde benimle neredeyse yan yanaydı ve bas gitariste kafayı taktığını, konser boyunca küfürler, tükürükler yağdırdığını hatırlıyorum  hiç bıkmamıştı konser sonuna kadar!! Bu arada konser tıklım tıklımdı. O bakımdan konser ortamı, gürültü bir rock konseri için harikaydı.

Bakıyorum yukarıda bir tane daha John McLaughlin bileti var. O konserdeki joker adam Trilok Gurtu idi.Meşhur su dolu leğen numarasını da dünya gözü ile seyretmiş, dinlemiştim. Basçı da Fransız Dominique di Piazza’ydı. 1992’deki Que Alegra albümünün turnesiydi. Konserden sonra sahneden bir kaçımıza imza verip, üç beş satır konuşmuştu. El sıkıştık, Santana ile tekrar bir albüm çıkarmayı düşünür müsünüz? diye sorduğumda bana gülerek Oye Como va diye  cevap vermişti. Konserde albümün kasedini de bir ayakkabı firması promosyon olarak herkese dağıtmıştı.

Resmin sol tarafında Mozaik grubunun belki de son konseri (??) olan Stravinsky’nin bahar ayini başlıklı konserinin bileti var. Konsere bahar ayini yorumu ile başlamışlardı. Serdar Ateşer de sahnedeydi diye hatırlıyorum. Bir çok yorum çaldıklarını hatırlıyorum. (daha sonraları 1990’ların ortalarında Bülent Somay da aşağı yukarı Mozaik kadrosu ile birlikte yorum parçalardan oluşan bir repertuvarı Beyoğlu’ndaki şimdi ismi aklıma gelmeyen barda çalıyordu, orada Ezginin Günlüğü’nü, Ayşe Tütüncü’yü de seyretmiştim... neydi oranın adı?)

Konserin sonunda bis yaptıklarını ve Mehmet “Kuzu” Taygun’a Kuzuuuuuuuuuuuuuu!!! Kuzuuuuuuuuu!! diye bağıranlar vardı. (herhalde arkadaş çevresiydi) sonradan ben de gaza gelip bağırmıştım Kuzuuuuuuuuuuuu!! Kuzuuuuuuuuuuu!! diye...

Üst taraflarda neredeyse iki senede bir Türkiye ye çağrılan (bir zamanlar) Al Di Meola’nın gittiğim son konseri var.

Resimde kalan son bilet Mazhar Fuat Özkan’ın Bostancı Gösteri Merkezi’nde gittiğim konseri 2003 Martındaydı. Üçlüye davulda Cengiz “Parmaksız” Tunçer, gitarda Berç Yenal, klavyede Turhan Yükseler ve bağlamada ismini bilemediğim bir müzisyen eşlik etmişlerdi. (O sene çıkan solo albümünde Mazhar Alanson’un "Yandım Yandım" isimli şarkısı çok tutulmuştu, o parçadaki bağlama soloyu da hatırlarsınız). Özkan’ın "Güllerin İçinden" de çaldığı perdesiz bas solosunu ne zamandır dinlemek/seyretmek istiyordum (plakta Erkan Oğur’un perdesiz gitarı ile kaydedilmişti). Konser salonu olarak pek iyi bir yer olduğunu söyleyemeyeceğim bu salonun.

Yaklaşık 2 aylık bir aradan sonra nihayet son Cazkolik yazımı bitirebildim. Kimbilir belki bundan sonra gittiğimiz konserlerde ortak anılarımız olabilir. Konserlerde tanışmak dileğiyle...

Cenk Akyol
cenkakyol@yahoo.com
http://www.terraborboletta.blogspot.com

Cazkolik.com / 24 Şubat 2010

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cenk Akyol

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

  • Tufan Açıkalp
    01 Mart 2010 Pazartesi 01:34

    CENK BEY valla bende aynı konserlere gitmişimdir ama sizin hafıza ve analiz yanınız bende yok çünkü sizin kadar çok şey yok aklımda kalmamış ama sizin gibi detayci ve merakli değilim işin gerçeği. elinize sağlık bir çok şeyi yeniden hatırlattınız bana. Pet Metin süper ama iyiymiş olayi aynen öyle canlandirdim gözünde. sevgiler Tufan Açıkalın

    Bu Yoruma Cevap Yazın »
  • Tufan Açıkalp
    01 Mart 2010 Pazartesi 01:36

    CENK BEY valla bende aynı konserlere gitmişimdir ama sizin hafıza ve analiz yanınız bende yok çünkü sizin kadar çok şey yok aklımda kalmamış ama sizin gibi detayci ve merakli değilim işin gerçeği. elinize sağlık bir çok şeyi yeniden hatırlattınız bana. Pet Metin süper ama iyiymiş olayi aynen öyle canlandirdim gözünde. sevgiler Tufan Açıkalp

    Bu Yoruma Cevap Yazın »

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.