Yazarımız Cenk Akyol 1 Temmuz da başlayacak olan 17. Uluslararası İstanbul Caz Festivali programını masaya yatırdı...

Yazarımız Cenk Akyol 1 Temmuz da başlayacak olan 17. Uluslararası İstanbul Caz Festivali programını masaya yatırdı...

17. İstanbul Caz Festivali’nin programı açıklanalı neredeyse 1 ay oldu. Müzikseverler için bir zamanların en önemli olayı olan festival artık pek de heyecan vermiyor. Bundan on sene öncesine kadar rakibi olmayan, her sene bir,-iki banko konser içeren festival sanırım artık 10 kaplan gücünde değil. Bunda sponsorlar tarafından desteklenen rakip etkinliklerin payı olsa da (ki onların da bir çoğu turntable, drum & bass ile açıklanabilecek dans etkinlikleri) özellikle son 10 senede yapılan yanlış programların da payı var. Gerek yanlış mekan seçimleri, gerek yanlış müzik tarzı seçimleri festivali yıllarca sürükleyen ve büyüten gerçek “caz” dinleyicisini uzaklaştırdı. Onun yerine konserlere “event” gözüyle bakan, club’a gideceğine konseri tercih edenlere bıraktı. Yıllar içinde caz festivalinin bu cilalı, ambalajlı kofluğuna zaman zaman Boğaziçi Festivali, zaman zaman Yapı Kredi Sanat Festivali (bknz: daha önceki yazılarımdaki konser biletleri kolajları) zaman zaman da bizi Eskişehire sürükleyen harika konserleri ile Eskişehir Festivali derman oldu. Son yıllarda Babylon, Ghetto gibi klüplerdeki bazı cesur konserler ve İş Sanat’ın, Cemal Reşit Rey’in sonbahar, kış ve bahara yayılan programı bu tür kuvvetli alternatifler oldu. Tabii ki sezon itibarıyla bunların hiç biri caz festivali ile kesişmiyor. Bir de bu sene 10.su yapılan ve büyük fedakarlıklarla ve ismi bu yazıda geçen İstanbulda yapılan bir çok “elit” konserlere, radyo programlarına destek olan o koca bankaların sırtını döndüğü Afyon Caz Festivali var ki başlı başına bir yazıyı ve methiyeyi hakediyor (demek ki her şey arz- talep dengesi ile açıklanmıyor). Hatırlarım, eski festivallerde (sanırım o zaman caz festivali diye ayrılmamıştı) konserlere gelenlerin nabzını yoklayan anketler yapılırdı. Uzun zamandır rastlamıyorum. Esasında bütün bu eleştiriler ve caz festivalinin nereye gittiği çok ayrı ve uzunca bir tartışma konusu. Neyse, elimizdekilerle yetinip bu senenin programında öne çıkanlara kısaca bir göz atalım.

Bu seneyi kurtaran konser İstanbulda daha önce bir çok kez izlediğimiz Chick Corea’nın son all-star band’i Freedom Band ile 7 temmuzda vereceği konser. Neredeyse hepimizin yaşından uzun bir müzik yaşamı olan 85 yaşındaki efsanevi davulcu Roy Haynes’i dünya gözüyle görmek için bile 7 Temmuzda Açıkhava sahnesinde olmak gerek. Geçen sene yine Chick Corea ve John McLaughlin ile beraber Five Peace Band olarak gelen basçı Christian McBride, McLaughlin ve Corea gibi Miles tedrisatından geçen saksofoncu Kenny Garrett konser için risk bırakmıyor. Yıllar önce yağmurlu bir günde ikinci jenerasyon Electric Band’i ile gelen Chick Corea’nın o konseri hala aklımda... Davuldaki Gary Novak’ı seyretme ayrıcalığını seyretmiştik eski festivallerde...

15 Temmuz’da, Açıkhava Cemil Topuzlu’da salon adamları ve salon hanımefendileri toplantısı var. Sinatra gibi İtalyan kökenli bir yankee olan Tony Bennett (Anthony Benedetto)’yu Sezen Cumhur Önal, Ömür Göksel ile seyretmek için için ajandanıza not alın lütfen. Sinatra replikası dersem kimse kırılmaz değil mi?

Sırada dans pistlerinin ve bir zamanlar podyumların vampirellası Grace Jones var. Tevellütü yetenler “Slave to the Rhythm” ile hatırlayabilir. Bir de şimdilerin emekli James Bond’larından birinin filminde de oynamıştı fi tarihinde (filmin müziklerini Duran Duran yapmıştı!!, ne güzel caz yazısı değilmi?)  Neredeyse 20 senelik bir aradan sonra 2008’de çıkardığı son albümü “Hurricane”de yine Sly & Dunbar, Wally Badarou, Brian Eno gibi tanıdıkları ile çalıştı ve yine “dans” müziği için iyi eleştiriler aldı. Dans! Dans! Dans! ve tabi ki fashion! fashion! fashion!..

90’ların pop yıldızı Seal ise 80’lerin disko kraliçesinden 2 gün sonra emektar Açıkhava sahnesini ziyaret edecek. En son iki sene önce "Soul" isimli adı üstünde soul yorumları içeren bir albüm çıkaran Seal’ı birkaç ay öncesine kadar eşi Heidi Klum ile bir araba reklamında seyrediyorduk. 30’lu yaşlarındakiler “Fly Like An Eagle”, “Crazy” ile vokal yapacaklardır... Bunlardan biri de büyük ihtimalle bis’e saklanacaktır o gece...

Wainwright hanedanından Martha’da kardeşi Rufus’tan sonra İstanbul’da. Sizlere Edith Piaf söyleyecek, bana değil... Babasını ve ağabeyini biliyorduk ama bu da nereden çıktı şimdi??? 2008 albümününün adı “I Know You’re Married But I’ve Got Feelings Too” Biliyorum evlisin ama benim de duygularım var!!! merak etmeyin albümde Ümit Besen yok, Pete Townshend var!!!

Buika!! geçen sene de İş Sanat’ta konser veren yanık (!) sesli melez vokalist, buralarda çok sevilen bir tarzın temsilcisi... Anahtar kelimeler Joy FM, Power FM...

Basın bültenine göre ülkemizde Lisa Ekdahl’ın büyük bir hayran kitlesi varmış ve en çok beklenen (!) konserlerden biriymiş... Valla merak ettim baktım Youtube’a... (Tayyip Bey’in tüyosu ile ben de girebiliyorum siteye) diyeceğim şudur ki Bjork vokali ile Norah Jones aranjeleri... gerisi standartlar zaten... Şanssızlığı Arif Mardin bulamamış İsveçte...

Laura Fygi... 90’ların başında Hollanda’nın yerel Girl Band’i, Centerfold’un üyesiymiş, benim yaşımdakiler için Dolly Dots diyeyim de anlayıverin mazisini o zaman... Şimdilerde “Autumn Leaves” söylüyor. Kaderin cilvesi veya değişen müzik piyasası... Bonus olarak Ayhan Sicimoğlu... Hassssssssssssstasıyızzzzzzzz!!!

Stanley Clarke’ı daha önce çok yakından görmüştüm, Jean Luc Ponty ve Al Di Meola ile çıkardıkları “Rites of Passages” albümünün turnesinde Cemal Reşit Rey’e gelmişlerdi, konser salonunun kapısında rastlamıştım ve hemen imzayı kapmıştım biletin üstüne. Bir de geçen sene Marcus Miller ve Victor Wooten ile beraber çıkardıkları albümün turnesinde buralardaydı. Assolist gibi en son solo onun kontrbas cambazlıklarıydı. Bu sene yanında “Return To Forever”ın Lenny White’ı ve Hiromi’yi alıp geçen sene Stanley Clarke Trio olarak çıkardıkları “Jazz In The Garden”dan parçalar çalacaklar. Sadece deli dolu Hiromi’yi izlemek için orada olmak gerekir. Ama seçme imkanım olsaydı,  Hiromi’yi bu iki jaz devi ile değil de birkaç sene önce turladığı “Sonicbloom” projesi ile seyretmek isterdim. İnternette Jeff Beck’in “Led Boots”unu gitarist David Fiuczynski ile birlikte yorumlarken çekilmiş görüntülerini bulun, o zaman bana hakverirsiniz. Ama ne yazık ki o kadro ile çalmıyor artık.

Fahir Atakoğlu gerçekten iyi müzisyenlerle çalışıyor. Bu sefer dolma parmaklı Anthony Jackson yerine Kanadalı Alain Caron’u almış. Uzeb’le olanlar değil ama Le Band isimli grubu ile yaptıkları hiç te fena değildi. Davulda da uzun zamandır beraber çalıştığı “El Negro” Horacio Hernandez (Santana, Steve Winwood) var. Keşke son albümünde çalan Wayne Krantz’ı da alsaydı yanına. Arkeoloji müzesindeki konserde görüşebiliriz.

Yazının başında biraz insafsız mı davrandım diye düşünüyorum festival yetkililerine şimdi? 12 Temmuzda Enrico Rava ve Stefano Bollani var. Yaklaşık 15 senedir beraber çalıyorlar ve her ikisi de ECM’den albüm çıkarıyorlar. Aldo Nova, Ricard Galliano, Paul Fresu, Giovanni Tommaso gibi yakın çevresi dışında Phil Woods, Lee Konitz gibi Amerikalılarla da çalan Bollani, yarım asırlık müzisyen Rava ile Aya İrini’de yeri gelecek Miles, yeri gelecek Gershwin çalacaklar... Bollani Temmuz ayında Chick Corea ile de konserlere çıkacakmış. Enrico Rava’nın sitesine baktım biraz önce çaldığı projelere göre tam tamına 7 (!!) ayrı ensemble’ı var. Sınıflandırma da çok güzel... Gershwin & More, Rava Noir, Rava Songbook, Rava & Bollani Duo, Enrico Rava New Quintet, Enrico Rava US Quintet, Enrico Rava Standarts... Hangisi sizce? Rava Noir değil mi? bence de... bir daha ki sefere...

Imogen Heap; Yeni Ozanlar bölümünün sanatçısı, müzik eleştirilerinde ozan kelimesi geçince birkaç adım geri atıyorum. Youtube’da birkaç bir kaydına baktım. Yeni Kate Bush denilebilir mi? Eminim onunda “potansiyel” hayran kitlesi vardır. 10 temmuzdan sonra kinetik olabilirler belki de.

Brand New Heavies, gözden düşmüş pop-funk grubu, reçetesi artık çok sıradan çikolata kadın vokal, synth horns, loop bass (veya loop hissi veren robot bass) İngiltere’de adres sorduğunuz 2 kişiden biri bu tarz müzik dinliyor sanırım... İstinye Park’ta bakalım kaç tanesine rastlayacaksınız. Bence  o akşam biletinizi yakın ve İstinye Park’ta güzel bir yemek yiyin...

Sokak Konserleri, Caz Vapuru gibi halkla ilişkiler etkinliklerini bir yana bırakırsak, en azından benim için son önemli isim Larry!!! Graham!!!! Sly & The Family Stone ve Graham Central Station’un bas “tokat”çısı... Şu ünlü slap tekniği bas gitarın mucidi Larry Graham İKSV’nin Salon’unda seyretmek çok keyifli olacak.

Bir de “European Jazz Club” bölümü var. İmer Demirer, Ozan Musluoğlu, Volkan Hürsever, Jülide Özçelik, Bora Çeliker, Önder Focan gibi İstanbul’lular “Salon”da avrupalı dostlarını ağırlayacaklar... Eşleri dostları da orda olur sanırım...

Cenk Akyol

Cazkolik.com / 10 Haziran 2010, Perşembe

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cenk Akyol

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.