Geçtiğimiz haftanın gündemdeki üç önemli konseri izleyen Cazkolik yazarı sevgili Deniz Türkoğlu izlenimlerini ve gözlemlerini Cazkolik okurları için kaleme aldı.

Geçtiğimiz haftanın gündemdeki üç önemli konseri izleyen Cazkolik yazarı sevgili Deniz Türkoğlu izlenimlerini ve gözlemlerini Cazkolik okurları için kaleme aldı.

Deniz Türkoğlu`nun yazısını okurken eşlik etmekte olan müzik toplumsal hafızamızda özel bir yere sahip olan Melih Kibar`ın "Çoban Yıldızı" isimli ünlü parçasıdır.


3’ü Bir Arada

Gene müzik dolu bir yazı sizleri bekliyor efendim... Lafı fazla dolandırmadan, genelinde Avrupa semalarında dolanacağımız arada Akdeniz ülkelerine de uğrayacağımız ilk konserimiz geliyor. Az çok hepiniz tahmin etmeye başladınız biliyorum, daha evvel ki yazımda bu konseri iple çektiğimi belirtmiştim. Ve Avrupa’nın en büyük müzik şöleni, yıllardır Türkiye için sansasyonlara sebep olan müzik yarışması Eurovision öncesi CRR konser salonunda düzenlenen İBB Kent Orkestrası ile Dünden Bugüne Eurovision Vol.2 izlenimlerimle karşınızdayım.

Bu sefer Kent Orkestrası şefimiz Üstüner Büyükgönenç’di. M.S.Ü Devlet Konservatuar’ı mezunu olan şefimiz Kent Orkestrası’nda obua sanatçısı olarak katıldıktan sonra 2005’te şef yardımcılığı görevine getirilmiş. Solistlerimize gelecek olursak, tanıdığımız 3 isim gene aynıydı, onlara ek olarak yeni bir erkek solist eklenmişti, ilk başlarda sahnede çekingen dursa da sonra sonra açıldı, nitekim sesi de gayet güzelmiş, Dünya Kızılçay’ın. Lakin kızlardan favorilerim olan Berna ve Dilek bu konserde yoktu. İçimi tam bir hüzün kaplamışken -ki ben ikisinin de seslerini muazzam buluyorum- şarkı listesine baktım ki, ne göreyim. Norveç’e ’95 ‘te birinciliği getiren Secret Garden’ın şarkısı Nocturne yazıyordu. O an kesin bunu Dilek Ciyas’a okuturlar başka şansları yok dedim ki keza öyle oldu. İlerleyen dakikalarda konuk sanatçı olarak sahneye geldi beraberinde konuk arp ve konuk solo keman ile ve bizi aldı götürdü, kuzeyin en tuzlu havasında, yosun kaplı bir orman kuytusunda bıraktı yalınayak.

Açılışı 75’ten beri süre gelen Eurovision Türkiye açılış şarkısı olan Melih Kibar’ın unutulmaz eseri Çoban Yıldızı ile yaptık. Bana her seferinde hüzün vermiştir bu şarkı, içindeki melodiler o kadar naif ki sanki nasıl desem bir amaç uğruna hareket eden insanın yaşadığı mutlulukları, hayal kırıklıklarını haykırıyor ki, insan dinleyince bir tuhaf oluyor. Ardından Eurovision tarihine hızlı bir giriş yaparak ve benim en çok sevdiğim gruplardan biri olan ABBA‘nın Waterloo’sunu dinledik. Şarkılar ilerledikçe Oya Şar ve Sinem Yalçınkaya’nın Fransızca söylediği şarkılar bir Fransızdan dinleseydik bu kadar olurdu dedirten cinstendi adeta. Yer yer İsrail’e indik, yer yer İrlanda’nın yeşilinde dolaştık, arada Türkiye’ye uğramadan geçmedik tabii ki de. Gecenin özel konuğu olarak bizi ilk kez listenin üst sıralarına taşıyarak, 3’lüğü tattıran Şebnem Paker’di. Dinle adlı şarkısını konuk çalgıcılarla beraber -Bendir, Kaval, Bağlama, Darbuka- öyle bir söyledi ki, görseniz sanki 97 yılına geri dönmüşüz, bir kez daha yarışıyorduk.

Her konserde olduğu gibi bunda da ufak tefek pürüzler vardı. Mesela zamanında kemençe Türklerin mi Yunanlıların çalgısı mı diye polemikler yaşanmışken, My Number One şarkısı sırasında bir konuk kemençe sanatçısı getirilemez miydi? İkincisi de Çetin Alp bestesi olan Opera. Dinlemeye dayanamadığım tek şarkıydı, onun yerine başka bir dilde bir şarkı söylenemez miydi mesela?

Ve esas konuya gelirsek. Gecenin program sunucusu tabii ki de CRR Kent Orkestrası konserlerinin maskotu haline gelmiş isim Bülent Özveren’di. Bu sefer yıllarını verdiği bir organizasyondan bize bahsederken çok rahattı. Allah Allah diye gidip, alla alla diye döndüklerinden; bize oy vermeyen ülkelerden, yaşadığı enteresan tüm anılarından bahsetti gece boyunca. Bu sefer kesinlikle herhangi bir sıralama karışıklığına mahal vermez derken konserin bitimine doğru gene karıştırdı her şeyi, çocuklar sahnede sinirleri bozulduğundan gülme krizine girdiler. Ama artık bu olay sempatik bir hale dönüşmüştü. O yüzden bu konserde Bülent Özveren’e Türkiye’den kocaman bir 12 puan gelsin motive için.

Ve yolumuz gene Topkapı’nın bahçesine, Aya İrine’ye gidiyor. Avea ile sıradışı müzik konserleri kapsamında ikincisi düzenlenen etkinliklere Luz Casal’dan sonra ünlü udi, bestekâr Ara Dinkjian geldi. Aslında kökleri bizde olan bir aileden gelen ermeni asıllı Dinkjian ’58 ABD doğumlu. Doğunun ve batının birçok enstrümanını icra yeteneğine sahip Dinkjian, bu performansını quartet olarak sergiledi. Kemençe, piyona, ud ve darbukadan oluşan grup adeta bizi Anadolu’nun köylerinde dolaştırdı. Öyle ki gözlerimi kapayınca aklımda eski Türk filmlerinin fon müzikleri canlandı. Türkan Şoray şalvarı üstünde büyük gözlerle mutfak kapısından bakıyor, Hülya Koçyiğit pirinç tarlalarında çamur içinde koşturuyor ya da Fatma Girik, köyün ağası Erol Taş’ın ayaklarına kapanıyor. İşte o anlar da fonda çalan şarkılar gibi Ara’nın melodileri.

Şarkıları 13 farklı dilde söylenen Dinkjian’ın melodilerinin üzerlerine sözler yazılarak önemli isimlerin albümlerinde yer almıştır. Mesela Minik Serçe Sezen Aksu’nun Vazgeçtim’i, Yine Mi Çiçek, Sarışınım‘ın besteleri Dinkjian’a aittir ki konser esnasında bu saydığım şarkıları da çaldı ve enstrümantal bir konserde biz dinleyenler hep bir ağızdan solist olduk Aya İrini’de.

Sahneye çıkıp, 3 şarkıyı ard arda icra ettikten sonra İngilizce olarak herkese teşekkürlerini sundu. Lakin ben birazda olsa Türkçe konuşmasını beklemiştim, en azından iyi akşamlar diyebilirdi. Sonuçta ülkemizle hiç kökleri olmayan insanlar çıkmadan evvel iki üç kelime öğrenip ya da bir kağıda yazdırıp öyle çıkıyorlar sahneye. Kilisenin soğukluğu da bu durumun üstüne eklenince şarkılar bir yere kadar ısıtabildi içimizi açıkçası. Ama şunu da belirtmek gerekir ki; evet, udunu çalmıyor, adeta konuşturuyor.

Ve son konserimiz için gene CRR konser salonundayız. Türkiye’ye konsere gelmeden önce kendisiyle cazkolik okurları için bir röportaj gerçekleştirmiştik zaten dünyaca ünlü keman virtüözü Roby Lakatos ile. Şeytanın Kemancısı diye anılan – ama kendisi bu lakabı sevmediğini belirtiyor- Lakatos sahnede bizi kemanın oyunlarına getirdi. Bir saniye bile gözümüzü ondan alamamızın sebepleri arasında en başta tabii ki de kemana olan yeteneği geliyor.

9 yaşında halka açık ilk konserini baş kemancı olarak veren Lakatos, klasik müzik eğitimi aldığı konservatuarı birincilikle bitirmiş. Müziğinde klasik ile beraber sahip olduğu Çingene kanını da son damlasına kullanıyor. Bu da yetmezmiş gibi bir de caz doğaçlamaları yapıyor ki sahne de hepimiz acaba az mı alkışladık diye hayıflanıyoruz her şarkısından sonra.

İkinci parça olarak, benimde sevdiğim bir sanatçı olan Barbra Streisand’ın hem oynadığı hem de yönettiği film olan Yentl’den bir şarkı olan “Papa, can you hear me?”yi çalan Lakatos, tam not aldı hepimizden. Yahudi film müziklerini sevdiğini röportajında da bahsetmişti bizlere. Ve ardı sıra parçalar çalmaya devam ettikçe parmakları sanki tereyağı üzerinde kayan bıçak misali tellerin üzerinde kayıyordu. Bir insan bu kadar hızlı çalamaz gibi geliyor ilk başta insana, ama öyle. Sahneyi bir ara müzisyen arkadaşlarına bırakarak, kendisi seyircilerin arasına geldi oturdu, onları izlemeye başladı.

Bis sırasında çaldığı şarkılardan ilki içimden geçen bir şarkıydı. La Boheme adlı albümünden bir rus folklori olan Ochi Chornyje –türkçesini bildiğiniz üzere Ajda Pekkan Bir Günah Gibi olarak söylemişti- şarkısını çaldıktan sonra hepimiz ayakta alkışladık Lakatos’u. İkinci bis parçası öncesi 2.kemanla aralarında tatlı bir atışma başladı, kuşlar cıvıldadı CRR salonunda. Anlayacağınız yetenek sınır tanımıyor gerçektende. Ve son olarak da bizlere Hatırla Sevgili’yi armağan etti. Salon hep bir ağızdan şarkıya eşlik ederken bitime doğru arkamda oturan bir dinleyen “Hadi evladım git artık, 75 yaşında bizi gene aşık mı edeceksin?” dedi.

Deniz Türkoğlu
28 Mart 2011, Pazartesi
mdturkoglu@gmail.com

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Deniz Türkoğlu

  • Email

YORUMLAR

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.