Deniz Türkoğlu Mayıs ayında gerçekleşen konserleri, izlediklerini ve dinledilerini Cazkolik okurları için derledi...

Deniz Türkoğlu Mayıs ayında gerçekleşen konserleri, izlediklerini ve dinledilerini Cazkolik okurları için derledi...

Dinlemekte olduğunuz parçaların ilki 22 Mayıs Pazar akşamı Cemal Reşit Rey`de konser veren The Swingle Singers`dan farklı bir "Libertango" yorumuyla san Ilya`dan "They Died For Beauty" isimli parçadır.


Ya depresyonlardayım ya da konserlerde...

Saat gecenin 3 buçuğu ve ben yeni yazımı yazmaya 3 hafta gecikmeli olarak ancak motive olarak başladım. Mevsim geçişleri mi desem yoksa son dönemlerde hayatımın monotonluğundan kaynaklı manik depresif ataklarım mı desem bilemedim neden göstermek için. Ama inanın canım hiç bir şey yapmak istemiyor ve zamanım büyük bir çoğunluğu ben ona dokunmadan akıp gidiyor. Hayatım boyunca hep melankolik bir yanım olmuştu. Dinlediğim şarkılar, geceyi daha çok sevmem ya da bir kez gittiğim yerlere ölmeden önce günün birinde bir kere daha gitme isteklerim... İşte kimi zaman bu ruh halim daha da düşebiliyor ki geçen haftalarda siz de buna denk geldiniz sevgili okuyucular. O yüzden bu halimi zikrede durup tekrar canlanmasına izin vermemek adına sizlere son dönemlerde en sık dinlediğim şarkılardan biri olan “They Died For Beauty”den bahsetmek istiyorum. Neyse ki güneş Mayıs ayında rahatça gökyüzünde süzülüyor ve ben bu moddan ucundan roschar testini görerek çıkmış bulunmaktayım.

Şarkımıza geri dönecek olursak, kimileriniz belki bu şarkıyı daha önceden de duymuş olabilir zira albümleri -şarkıyla aynı ismi taşıyor- 2003 yılında çıktı. Ilya isimli grup -Amerika’da San Ilya olarak tanınıyorlar- İngiltere çıkışlı bir grup. Şarkıları için “Nina Simone, Curtis Mayfield ile rüzgarlı bir gecede karşılaşmış gibi” yorumunu yapıyor grubun prodüktörü. Vokalist Joanna Swan cismen bir beyaz ama ruh ve gırtlak olarak tamamen bir siyahî. Buğulu sesi bizleri alıp götürüyor, havada bir o yana bir bu yana sürüklüyor. Müziklerinde trip-hop ve cazın en ideal birleşimi kulağımızdan kaçmıyor. Karanlık şarkılar kategorimde ilk üçte yer alan bu şarkı umarım hepinizin hoşuna gider. Bunca haftadır sizlere ara verdiğim için anlatacak birçok konser ve albüm var elimde o yüzden takvimimize bakıp 26 Nisan gününe geri dönüyoruz.

Gelmeden önce Cazkolik takipçileri için röportaj veren Fredrika Stahl iki gün boyunca İstanbullu hayranlarına müzik ziyafeti verdi. Sahnede eminim ki herkesin dikkatini sesinin büyüleyiciliği dışında güzelliğinin parıltısı da çekmiştir. Bizlere cover olarak Jackson 5‘dan “Never Can Say Goodbye”ı hediye ederek, son albümü Sweep Me Away‘den öne çıkan şarkılarını da tek tek söyledi. Twinkle Twinkle Little Star şarkısı ise toprak misali tüm negatifliğimizi aldı üzerimizden. Ayrıca konserde Einstain’ın izafiyet teorisini bir kez daha kanıtlamıştık olduk. Sona gelince neye uğradığımı şaşırdım hatta ertesi gün Babylon’da vereceği ikinci konsere katılıp katılmama ikilemini bile yaşadım, o derece keyifliydi konser. Çıkışta albümümü imzalatıp ufak bir sohbet ettikten sonra yağmurlu İstiklal Caddesi atmosferinde huzurla evime doğru yollandım.

Gelelim 1 Mayıs’a... Genelde bu tarz ulusal etkinliklerin olduğu -mesela derbi maç günleri de buna dâhil, her ne kadar o kısmı algılayamasam da- günler insanlar etkinliklere katılmaktan çekiniyorlar. İşte bu talihsiz olay balkanların en özel gruplarından biri olan Gypsy Devils’ın da maalesef ki başına geldi. Ama konserin biraz öncesinden sizlere bahsetmek isterim. 1 Mayıs günü saat 19:00 civarı Taksim’den yürüyerek CRR’ye gitmeye karar verdim. Meydan sakindi, o kalabalık dağılmış geride de izlerini bırakmıştı. İşte bu noktada zihnime kazınan bir kareyi sizlere anlatmak isterim. Anıtın önüne kırmızı karanfillerden zemin oluşturulmak üzere, üzerine beyaz karanfillerle de 1 Mayıs yazılmış bir çelenk bırakmışlar. Ve bu çelengin önünde bir belediye çalışanı yerlerdeki çöpleri temizliyor. İroni diye işte ben buna derim. Peki o sözüm ona emekçiler bütün gün ne diye bağırdılar? O belediye çalışanında 1 Mayıs’ı değil miydi o gün? Her zaman demişimdir; ilk önce insan olmanın erdeminde olun sonra hayattan bir şeyler isteyin.

Neyse, bu kadar sosyal mesaj yeter şimdilik, biz Çingene Şeytanlar’ımıza geri dönelim. Geceye katılım sayısının düşük olması Sarközi ve orkestrasının motivesini neyse ki sıfır derecede etkiledi. Klasik müzikten, caza, cazdan film müziklerine ve klezmer müziğine kadar repartuarları bir hayli geniş olan Slovak orkestra kazandıkları platin ödülleri tam anlamıyla hak ediyor. Cymbalo‘da şefimiz Ernest Sarközi tüm sempatikliğiyle konseri alıp başka bir yere götürüyor. Ayrıca ne kadar güzel bir enstrümandır cymbalo. İlerde mutlaka edinip evime alacağım. Güzelliği ile Esmeralda’yı geride bırakan şefimizin eşi Silvia Sarkoziova`da çelloda ve vokalde bizlere eşlik etti. Kapanışta bizlere bir sürpriz sunan Ernest ve eşi alkışları ve kahkahaların havada uçmasına sebep oldular. Aramızda daha evvelden konserlerine katılmayanlar varsa bir sonrakine kesinlikle yer ayırtmalılar. Bu arada kuliste yakaladığım menajeri tebrik ederken de repertuara Ochi Chornie eklemeleri için istekte bulundum, bakalım ilerleyen zamanlarda sonucunu göreceğiz.

Bu kadar üst üste konser yazısından sonra kısa bir şarkı tanıtımı yapmak isterim sizlere. Amerikalı country rock şarkıcısı Elisabeth Maurus yani sahne adıyla Lissie son dönemlerde tüm Avrupa’da ve Amerika’da öne çıkan isimlerden biri. Catching A Tiger albümündeki Record Collector şarkısında adeta hayata haykırıyor. Kariyerinde emin adımlarla ilerleyen Lissie, Lenny Kravitz’in turunda boy göstermekle kalmayıp Amerika’nın reyting rekorları kıran gençlik dizileri içinde şarkı söyledi. Keşfedilecek şarkılar listenize ekleyin derim. Ve hemen şizofrenik bir biçimde konserlerimize geri dönüyoruz : )

Geçen ay paskalya bayramı derken İstanbul adeta İspanyol’lara ev sahipliği yaptı. İş böyle olunca bu ay İstanbul, zapateado ve kastanyet sesleri ile inliyor oldu ve olacak. Şimdilik ilk ikisini izlediğim performansların ilkiyle başlıyorum. İspanyol’ların küçük dev adamı, efsanevi gitarist Paco De Lucia’nın dansçısı Farruco flamenko gösterisi ile karşımıza çıktı. Tiyatral flamenkodan ayrı olarak gündelik hayatta nasıl yaşanıyorsa o şekilde bir gösteri sergileyen Farruco izleyenlerden ayakta alkış koparmayı başardı. Gerçi bana göre bir iki ufak eksiklik vardı sahne şovunda. Işıklar normalden daha karartılmış olması bir de buna Farruco’nun tek başına dans edip performansın ara ara monotonlaşması eklenince biraz esnemeler başladı bende. Genelde ailecek yani nam-ı değer Los Farrucos olarak sahne alıyorlar. CRR de bu sefer tek başına izlediğimiz flamenkonun küçük dev adamı umarım bir dahakine maaile teşrif eder. Onun dışında tursitler için değil de yerel insanlar için flamenko nasıl icra ediliyorsa işte öyle bir şekilde sergilendi. Bu da beraberinde sıcak bir atmosferi getirdi.

Ve gelelim en eğlenceli bulduğum konulardan birine. Yani tüm Avrupa’nın bir araya geldiği, gençlerin coğrafya derslerine katkı sağlayan, spekülasyonlarla dolu şarkı yarışması Eurovision’a. 82’de Nicole’un seslendirdiği Ein Bisschen Frieden ile Eurovision’u ilk kez evine götüren Almanya geçen sene Lena’nın Satellite‘i ile bir kez daha birinciliği kazandı ve bu yıl Eurovision Düsseldorf’ta gerçekleşti. Ve yarışma öncesinde promosyon çalışmaları için turneye çıkan şarkıcılardan Yunanistan’ı temsil eden ikili Loucas Yıorkas ve Stereo Mike düştü nasibimize bu sene. Bana göre yarışmanın en önemli parçalarından biriydi “Watch My Dance” çünkü şarkıyı füzyon yapmışlardı. Bizans melodileri -ki Loucas bu konuda konservatuar eğitimi almış- barındıran şarkı her ülkenin kendi etnik melodileri kuramını destekliyordu.Gel gör ki Eurovision biraz daha şova, biraz daha siyasete dayalı bir yarışma. Sizinde bildiğiniz gibi bu sene Azerbaycan birinciliği göğüslerken arkasındaki nedenleri de incelemek lazım.

Türkiye 36 yıllık Eurovision tarihi boyunca ilk kez yarı finali geçemedi. Benim beklediğim bir durumdu bu, o yüzden şaşırmadım. Kıyafetleri, olmayan sahne şovları ve 3 yıl geriden gelen şarkıları ile her durumda faciaydık. Geceyi aynı zamanda sosyal paylaşım sitelerini izleyenler ne yazıyor diye de eş zamanlı olarak takip ettim ve anlayacağınız o ki Türkiye’de kimse bu şarkıya ısınamamıştı. Arada büyük bir şuursuzlukla yarı finali geçseydik finalde 3. olurduk şeklinde tipik Türk mentalitesinde olanlarda yok değildi. Benim de halamın sakalı olsaydı muhabbetleri.

Bir başka olay adamı olan Bülent Özveren’in egosu ise takdire şayandı. Kabinlerdeki mikrofon bozuk olunca polis telsizinden yayına bağlanıp konuşan Bülent Bey, ismimiz açıklanmayıp finale kalamadığımızı öğrendiğimiz anda “bizi sevmiyorlar” diyerek üstüne üstlük bir de telefonu yüzümüze kapattı. Anlayacağınız gene skandallarla dolu bir Eurovision gecesine de imza atmış olduk. Umarım gelecek sene güçlü bir pop ikonu ile bu durumu aşarız yoksa uzunca bir süre Türk izleyiciler gene elini ayağını bu organizasyondan çekeceğe benziyor.

Evet yazının kapanışına yaklaşıyoruz desem, yaklaşıyoruz da o kadar çabuk değil ama sizde canım. Daha sırada sizlerle paylaşmak istediğim 3 konser var. Biliyorum bu sefer ki yazı biraz uzun oldu ama beni mazur görün her şey depresyonun suçu yoksa ben yormak ister miyim sizleri bu kadar. Neyse sustum hemen, konserlere geri dönüyorum. İş Sanat’ın bu sene ki kapanış galası İspanyolların en karizmatik flamenkocusu Rafael Amargo ile gerçekleşti. Bence muhteşem bir seçim olmuş. 2 buçuk saat sahne alan Amargo bizi bizden aldı desem az bile söylemiş olurum. Kuliste kendisi de gösterisi için “bu izlediğin tamamen hardcore bir flamenko gösterisiydi“ dedi. Ayrıca solistlerin sesi muhteşemdi. Hele ki hem piyano hem de solist olarak bizleri büyüleyen Maria Toledo anlatılmazdı. Uzun zamandır ben bu kadar alto bir flamenko solisti dinlememiştim. Gecenin yakışıklısına gelecek olursak Amargo sahneye 4 kez çıkmasına karşın her seferden sonra bizi dansını izlemeye daha da can atar bir halde koltuklarımızda bıraktı. Kendisine eşlik eden 4 bayan dansçı ise Amargo’dan geri kalmıyordu adeta.

Intimo gösterisi adının da hakkını vererek hepimizine kuytusuna sokuluyordu nitekim. Şarkılar yüreğimize işlerken, kareografilerde sergilenen vuruşlar deşarj olmamızı sağladı. En iyi erkek danşçı ödüllerinden tutun da en iyi gösteri ödüllerine kadar bir çok ödül kazanmış Amargo işin sırrını köklere bağlı kalarak yeniyle harmanlamadan geçtiğini her daim dile getiren bir flamenko artisti. Mesela lirik flamenko diye birşey varsa eğer biz İş Sanat’ta buna şahit olduk. Akordiyon üstadı Cornejo bize ilk önce Piaf’tan Padam Padam çaldı sonrasında ise Ne Me Quitta Pas‘a geçiş yaptı.İşte o an Amargo sahnede lirik bir performans sergiledi. Şarkının ispanyolca aranjmanını -ki ben bu şarkıyı çok sevdiğimden bende 40’a yakın aranjmanı mevcuttur- düet olarak söyleyen iki vokal eşliğinde modern dans ve flamenko füzyonuyla gözümüzün önünde öyle bir dans etti ki bir insan beni terk etme derse işte iç uzayı böyle olur dedirten cinstendi. Gece boyunca tek fiyasko bana göre şarkı söylemeye çalışmasıydı.Herkesin sesi güzel olacak diye bir kaide yok, hem o duruşla o performansla kimsenin de ondan şarkı beklentisi yoktu açıkçası.Ve son olarak gala jesti, tüm ekip sahneden inerek seyircilerin önüne geldi ve 3 şarkı daha acapella olarak söyledi. Eee bizlere de palmas yaparak onlara eşlik etmek düştü.

Bir sonraki kapanış konseri ise İstanbul Modern’de Avea İle Sıradışı Dünya Müziği serisinin galası kapsamında Türkiye’ye gelen ünlü country pop şarkıcısı Marianne Faithfull ile gerçekleşti. Bahara geçtiğimiz bugünlerde denizin kıyısında gerçekleşen konserde seyirci kitlesinin yaş ortalaması her ne kadar büyük olsa da şarkılar ritimsiz kalmadı konser boyunca. 30 yıllık kariyeri boyunca sevgilileri ve ona yazdıkları şarkılarla büyük bir isim haline dönüşen Faithfull -bakınız, Mick Jagger, Keith Richards, Tom Waits- kariyerinde duraksamalar yaşadığı dönemlerden sonra tekrar patlamalar yaşayarak dinleyicilerinin huzuruna çıkmış bir sestir. Konserde “Broken English”, “As Tears Go By” gibi klasikleşmiş şarkılarını da seslendirdi. Geceden en karlı çıkanlar bence Tophane rıhtımına demirleyen yolcu gemisi oldu bu arada. Güvertede şarkıları dinleyenler gözlerden kaçmayacak kadar çoktu.

Pink Floyd yerine şarkının kendisine verilmesi için büyük ısrarlar sergilediğinden bahsettikten sonra seslendirdiği şarkı bende pek bir heves uyandıramadı. Dış görünüş ve ses tonu olarak git gide Ayla Algan’ı andıran Faithfull bence bir sonraki albümünde değişiklik yaparak country pop-rock havasından sıyrılıp, vocal jazz ve trip-hop denemeli. Eminim ki çok başarılı olacaktır. Genel olarak herkes memnun kaldıysa da -biletleri tamamen tükenen bir konserden bahsediyoruz- işin açıkçası bende pek bir coşku yaratmadı neticede.

Ve artık yazımın kapanış konserine gelmiş bulunmaktayız. İkinci şarkı olarak dinlediğiniz eser bu grubumuza ait. 40 yıllık bir kariyer geçmişleri, 50 albümleri, 4 Grammy ödülleri mevcut. Yaptıkları müzikte enstrüman kullanmıyorlar çünkü her biri zaten ayaklı bir enstrüman. The Swingle Singers haftanın kapanışını yaparken benim için en keyifli konserdi. Jazz, klasik müzik ve yerel şarkılar seslendiren ingiliz grup Dee Dee‘den sonra CRR‘de bizleri kavrayabilen ilk grup oldu bana göre. İki kısımdan oluşan konserin ilk bölümünde iki unutulmaz şarkı yer alıyordu. Biri Spanish’idi. Ünlü “En Aranjuez Con Tu Amor” giriş olarak kullanılmıştı bu şarkıda. Hayal edin karşınızda 4 bayan 4 bay var. Ve ses olarak da 2 soprano, 2 alto, 2 tenor, 2 bas mevcut. Ve tüm şarkılar yalnızca gırtlaklarından çıkıyor hiçbir müzik aleti kullanılmadan. İlk kısmın kapanış şarkısı ise Piazzolla’nun bestelediği 80’lerde disko efsanesi olan Jamaika’lı sanatçı Grace Jones tarafından seslendirilen Libertango’ydu. İkinci şarkı olarak playlistte dönen bu şarkı umarım hoşunuza gitmiştir. Ayrıca şarkıya çektikleri video klipte bence çok hoş. Aradan sonra Beatles şarkıları ile geri dönen grup biraz tempoyu düşürdü ilk başlarda. Daha sonra İtalyan Halk Şarkısı olan Ciao Bella ile tekrar up-tempo bir kıvama dönüştüler.

Hiçbir enstrüman olmaması sebebiyle sahnenin tamamen boş olması dezavantaja dönüşebilecek bir durumdu. Lakin aynı zamanda kareografi ve mini mini skeç misali jest ve mimikler sergilediklerinden bu durumu avantaja çevirmeyi başardı solistlerimiz. Bir ara konser interaktif bir halde aldı ve salon ışıklarının açılmasını istediler. Işıklar yandıktan sonra bizlere 3 derste beatbox -ağız yoluyla melodi çıkartma- öğretmeyi denediler ve başarılı da oldular. Tüm salon onların emrine amadeydi o an artık. Yaptıkları esprilerle ingiliz soğukluğundan eser yoktu hiçbirinde. Belki de bunun nedeni dün gece hiç uyumayan İstanbul ve Taksim’i gezmelerinden kaynaklıdır. Zira bizlere bu şehir ne enerjik ve kuduruk böyle diye sahneden laf attılar. Gittikleri ülkelerin az bilinen şarkılarını da repertuvarlarını eklediklerini söyledikten sonra bisde “Gemiler Giresune” adlı türküyü kendi formatlarında yani swingle bip bap bop’unda söylediler. Galiba dünyanın neresine giderseniz gidin bulunduğunuz ülkenin kuzeyi, gelen kişinin ülkesinin kuzeyi ile eşdeğer. Çünkü Karadeniz türküsünde ki o yapıyı alıp kuzeylilerin keltik melodisine dönüştürmüşlerdi ve sanki iki melodi aslında aynıymış gibi gözüküyordu. Çığlık çığlığa alkışladığımız grup 3 kez bise çıkmak zorunda kaldı ki bu durum ender rastlanır.

Deniz Türkoğlu
23 Mayıs 2011, Pazartesi
mdturkoglu@gmail.com

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Deniz Türkoğlu

  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.