İlk yazısıyla Cazkolik okurundan müthiş bir ilgi gören Emre Kartarı yeni yazısıyla köşesinde...

İlk yazısıyla Cazkolik okurundan müthiş bir ilgi gören Emre Kartarı yeni yazısıyla köşesinde...

(Bu yazıya ait okunma rakamları 14 Şubat 2011 tarihinden sonrasına aittir.)


Caz dinlemek zorunda mıyım? Sadece keyfini çıkarsam?

Türkiye’de, caz konserlerine ait posterlerde devamlı olarak okumakta olduğum bir deyiş var: "Cazın Keyfini Çıkarmak"

Görünen o ki bu deyiş reklamcıların vazgeçilmezi olmuş artık. Google’a "cazın keyfini çıkarmak"  yazıp arattığımda bakın karşıma hangi başlıklar çıktı: "Teknede Balık Ekmek Üstüne Caz Keyfi", "Boğaz Manzarasında Caz Keyfi", "Köyde Pilav Üstü Caz Keyfi", "Cazın Keyfi Kahvaltıda Çıkar", "Ayışığında Caz Keyfi"... Organizatörlerin devamlı olarak vurguladığı ve de vaat ettiği bir şey var ki o da konserlere gelirseniz büyük keyif alacağınız. Hem nasıl almayasınız, tüm o boğaz manzarası, leziz mi leziz yiyecekler, ayışığı. Her şey bu kadar güzelken "arkaplanda" çalan müziğin kalitesi ne olursa olsun keyif almalı insan zaten.

Evet, müzik kulüpleri ticari müesseseler. "Caz yapma" diye bir tabirin olduğu ülkemizde, bu müesseselerin potansiyel müşterilerini ellerinde tutabilmek için ne gerekirse yapmaya çalışmaları da gayet anlaşılır aslında. Buradaki niyet gözümüze yanlış görünmese de yine de dinleyicilere hatırlatmak istediğim bir nokta var; müziği takdir etmenin başka yolları da olduğu.

Caz müziği her çeşit duygu ve birikimi içinde barındıran çokyönlü  bir sanat formu. Bu formu şekillendirirken onu eğlenceli, komik, romantik, dans edilebilir yapmak da mümkün, üstün teknikler kullanarak konuşturmak, entellektüel, duygu yüklü, tinsel ya soyut hale getirmek de. Caz müziğinin getirdiği bu deneyimlerden faydalanabilmek içinse dinleyicilerin bu gibi yerlere, keyif almaktan biraz daha fazlasını hedefleyip gerçekten müzik dinlemek için gitmeleri gerekmekte. Örneğin New York’taki saygı duyulan ve maddi çıkar gözetmeyen, benim de kişisel favorilerim arasında yer alan iki caz kulübü; The Stone ve The Jazz Gallery. The Stone’da maddi getirisi olan hiçbir şey satılmamakta. Bu iki kulüp de küçük bir sahne, minimal bir ses sistemi ile seyircilerin oturması için sıralanan sandalyeler dışında hiçbir eşyası olmayan odalardan oluşmakta. Ne yemek, ne içecek, ne de manzara. Yalnızca müzik...

Büyük davulcu Elvin Jones cazdan şu şekilde bahseder: "Caz benim geceleri uğraştığım bir iş değil. Hayattaki temel fonksiyonum." 2004 yılı başlarında doktorları Elvin’i uyarırlar: yalnızca birkaç aylık ömrü kalmıştır ve bundan sonra yapabileceği en iyi şey kalan zamanını ailesiyle birlikte geçirmesidir. Elvin ise bunun yerine önündeki altı ayı konserlerle doldurur. Son konserini San Francisco’daki Yoshi’s Jazz Club’da verir. Son şarkıları John Coltrane’e ait Dear Lord’u çalarken dik durabilmesi için karısı Keiko’nun Elvin’i arkadan kucaklayıp yardım etmesi gerekir. Kalbi daha fazla dayanamamaktadır...

Ölümünden bir kaç ay önce Elvin’i New York’taki Blue Note caz kulübünde dinlediğimi hatırlıyorum. Elvin bagetlerine uzandığında etrafta duyulabilen tek ses cep telefonlarının kapatılma sesiydi. Dinlediğim o müzik, tüm dinlediklerim arasında hala en güzel bulduklarımdandır.

Öyle hissediyorum ki o gece Yoshi’nin kulübünde yada Blue Note’da bulunan insanların orada bulunma sebebi ne yemek, ne de manzara idi...

Emre Kartarı / 25 Mayıs 2010, Salı


"Do I have to listen to jazz? Can’t I just enjoy it?"

There seems to be one phrase that I keep reading in Turkey when I see posters for jazz concerts. "Cazın Keyfini Çıkartmak", - (Enjoying Jazz). This seems to be a key phrase in advertising jazz concerts. When I googled up "enjoying jazz" in Turkish, I came across several advertisements / reviews for concerts with the following titles: "Teknede Balık Ekmek Üstüne Caz Keyfi" - (enjoying jazz with fish sandwiches on a boat), "Boğaz Manzarasında Caz Keyfi" - (enjoying with jazz with the view of Bosphorus), "Köyde Pilav Üstü Caz Keyfi" - (enjoying caz in the village with rice), "Cazın Keyfi Kahvaltıda Çıkar" - (the enjoyment of jazz comes out over breakfast), "Ayışığında Caz Keyfi" - (enjoying jazz under moonlight). The promoters are letting you know, and making sure, that you will be enjoying yourself if you come to the concert. And how could you not? The view of the Bosphorus, fish sandwiches, breakfasts, moonlight...with that kind of a view and food, it would be impossible not to enjoy yourself, regardless of the quality of the background music.

I understand that music clubs are a business. Like any other business trying survive, they need to bring in customers. In a country where the phrase, "Caz Yapma" - (Don’t talk nonsense) is used, they need to do what ever it takes to not scare the potential customer. I don’t think their intention is wrong, but the audience should know that there are other kinds of music appreciation. Jazz is a multilevel artform that encompasses all feelings and experiences in life. It can be virtuosic, entertaining, funny, romantic, danceable... and it can also be intellectual, spiritual, abstract and emotional. In order for the audience to experience music on a higher level, they should be prepared to come to the jazz club as a listener.

Two of my favorite jazz clubs in New York, The Stone and The Jazz Gallery, are well respected, non-profit jazz clubs. In The Stone, there is no merchandise of any kind. Both of these clubs are essentially just rooms, with a small stage, minimal sound system, and chairs for the audience. There is no scenery, no drinks or food. Only music.

The great drummer Elvin Jones, describes jazz as, "It’s not something I do at night. It’s my function in life." In early 2004, his doctors had warned Elvin that he only had few months to live, and that he should spend this time with his family. Instead of spending this time at home, Elvin booked gigs for the next 6 months. He played his last show at Yoshi’s Jazz Club in San Francisco. Throughout their last number, "Dear Lord" by John Coltrane, his wife Keiko hugged him from behind the drums to help Elvin sit up. He was dying from heart failure. I too remember seeing Elvin play few months prior to his death. It’s still among the most beautiful music I’ve ever heard. I have a good feeling that the audience’s main concern wasn’t the food or the scenery that night at Yoshi’s.

Emre Kartarı / May 25, 2010, Tuesday


This was a reply for my second article from my teacher Howard Curtis... I will write my third article on introducing him to Cazkolik readers.

Aşağıda İngilizcesini okuyacağınız yazı benim hocam Howard Curtis’in yukarda okuduğunuz ikinci yazım için bana gönderdiği yorumdur. Yayınlanacak bir sonraki yazımda Cazkolik okurlarıma hocam Curtis’i tanıtan bir yazı da yazacağımı şimdiden belirtmiş olayım.

Emre Kartarı

* * * * * *

Selam Emre,

Bu yazını görmek beni çok sevindirdi. Şu anda okula gitmeğe hazırlanıyorum. Kahvemi içerken bir yandan da makaleni okuyorum.

Yazında çok önemli konulara değinmişsin.  Sanatçının kendini sanatına adaması, zevk alma ve dinlemeyi kıyaslamak, bir kulüpte dikkatleri saptıran yiyecek, içecek vb.

Bir sanatçının kendini sanatına adamasından söz ederken, unutamadığım bir anımı nakletmek istiyorum.

Elvin’in son konseri için San Fransisko’daydım. Geçmişi düşününce, aslında gerçekten orada bulunmam gerektiği halde, tamamen tesadüf eseri olarak orada bulunduğumu hatırlıyorum. O zaman kız arkadaşımı görmeğe gitmiştim, bir gazetede Jones’un Yoshi’s kulüpte çaldığını okuyunca yer ayırttım ve gittik.

Oraya vardığımda kapılar kapanmıştı ama müziği işitiyordum. Görevli, Elvin’in kendisini iyi hissetmediğini, erken ayrılmak zorunda kaldığını söyledi. Ona “nasıl olur, hala müziği duyuyorum” dediğimde, Keiko’nun Elvin’i otele geri götürdüğünü ama orkestranın çalmağa devam ettiğini söyledi. Elvin’in durumunu, geri gelmesi ihtimalinin olup-olmadığını sordum, bilmediğini söyledi. Arkadaşımla bir yere yemeğe gittik, bir buçuk saat sonra durumu öğrenmek için geri geldik ama bu defa hiç ses yoktu. Kapıyı açtım, Elvin’i gördüm. Bir radyo programının sunucusu davulunun sandalyesine oturan Elvin’i tutuyor, bir taraftan da seyircilerle konuşuyordu. O anda o zamana kadar hiç duymadığım, çok tuhaf bir duyguya kapıldım.  Sanki Elvin ölmüştü ve ben ona veda ediyordum. Dinleyicilerin bazısı sessizce, bazısı yüksek sesle ağlıyordu, çoğu da hiç bir ses çıkarmadan yerinde donmuş gibiydi. Bu, şimdiye kadar gördüğüm en sessiz caz kulübüydü.  İçecek servisi yapılmıyordu. Ben de ağlayanlara katılmıştım, kız arkadaşıma dönmemiz gerektiğini söyledim. Anlamadı. Eve geldiğimizde onunla uzun uzun konuştuk.

Sonra ülkenin doğu kıyısına uçtum ve doğrudan doğruya Peabody’de ders vermeğe gittim, Pazartesi akşamına kadar da eve uğramadım. Salı günü San Fransisko’da Elvin hakkında e-mailler dolaşıp durdu. Sonraki hafta sonu çamaşırları makineye koyarken Andrew White telefon etti. Bana ayakta veya oturuyor olup-olmadığımı sordu. Ona, “Elvin Jones’un öldüğünü mü söyleyeceksin?” dedim. Bir anlık sessizlikten sonra bana “evet” dedi... Oturdum...

Andrew benim için telaşlandığını ama çok da fazla merak etmediğini söyledi. “Hala 20 yaşlarında olsaydın daha fazla telaşlanırdım” dedi, çünkü böyle bir haberin o yaşlarda benim için bir yıkım olacağından kesinlikle emindi. 

Bu onun kendini sanatına adamasının kanıtıdır. Aynısı Buddy Rich için de söylenebilir. Dört damarlı by-pass ameliyatından birkaç hafta sonra, doktorlarının itirazlarını dinlemeyip orkestrası ile birlikte tura çıkmıştı. Art Blakey’nin de sağlık problemleri vardı ama o da sonuna kadar çalmaya devam etti. Ben maddi meseleleri de dikkate alıyorum ama bu düzeydeki müzisyenler için böylesi davranışların nedeni herşeyleri ile kendilerini sanatlarına adamaktan başka birşey değildi. Bence onların ortak kuramı şu idi: öleceksem, bu şekilde ölmeği seçiyorum...

Bence, bir caz kulübünde nasıl davranmak gerektiği konusundaki anlayışın kaybolması ile okul programlarında sanat derslerinin sürdürülmesi için gereken fonun kaybı arasında doğrudan doğruya bir bağlantı var. Aslında ben sanat ve eğlence arasındaki farkı okulda öğrendim. Okulda bana klasik müzik, oda müziği, senfonik müzik, opera, big band caz, küçük grup vb. şeklinde tertiplenen konserler yoluyla müziğe saygı duymak, sessiz dinlemekle birlikte neyin dinleneceği ve melodinin nasıl izleneceği öğretildi. Bütün bunlara son verildiğinde, sahnede ne olup bittiğini tam anlamıyla anlamak için gereken odaklanma gücü de bitti. Ben bu bağlantının yeniden kurulmasının zor olacağını sanmıyorum. Bu işe radyo ile başlanabilir. Programlar sadece popüler müzik değil de her çeşit müziği kapsayacak şekilde ayarlanırsa dinleme alışkanlığı da değişecektir. Müziğin kıymetini bilmek yeteneği yeniden geliştirilerek onun daha yüksek bir sanat şekli olduğu konusundaki duyarlılığımız artırılabilir.  Böylece siz beş yıl sonra sanata karşı tutumun geliştiğini görebilirsiniz.

Şimdi derse gitmeliyim... düşüncelerin için teşekkürler.

Howard Curtis

* * * * *
Hello Emre,

Great to see this article, I am now preparing to go to school for the day and now have coffee as I read this.

You touch on quite a few good points. The dedication of the artist, enjoyment vs. listening, the diversions of a club--food, drinks, etc.

Dedication of an artist

I was in San Francisco, for Elvin’s last concert. In retrospect, I really feel I was supposed to be there, but it was completely by accident. I was there to see my girlfriend at the time and I saw in the paper that Jones was playing at Yoshi’s. I made reservations and we went.

I got there, the doors were closed, but I heard music. The ticket taker told me Elvin had to leave earlier, he wasn’t feeling well. I asked the guy, how was that possible, because I was hearing music. He told me Keiko took Elvin back to the hotel, but the band was still playing. I asked about the condition of Elvin, if it might be possible he would return. The attendant said he didn’t know. My friend and I went to have something to eat and an hour and a half later I went back to check, this time I heard nothing. I opened the door, and there was Elvin being supported on his drum seat by a radio show host, who was also talking to the audiencee. It was the strangest thing I have experienced. It was a testamonial for Elvin, as if he were already dead. Some people were crying softly, some louder, most said absolutely nothing. THAT was the quietest jazz club I had been in. No drinks were served. By this point, I was among the "criers" and I told my girlfriend we should leave. She didn’t understand, but we talked in detail when we got back home..

I came back east, went straight to Peabody to teach and didn’t get home until Monday nite. Tuesday was the day all the emails circulated about Elvin in San Francisco. The next weekend I was doing laundry, and received a phone call from Andrew White. He asked me if I were sitting or standing. I asked him if he were going to tell me that Elvin Jones was dead. He paused and said yes...I sat down.

He said he was concerned about me but only somewhat. Andrew said he would be much more concerned if I were still in my early 20’s, because he was certain that, that kind of news could have just taken me out.

But this IS a testament to his dedication. The same about Buddy Rich. He had a quadruple by pass heart surgery and against the consul of the doctors, he was on the road with his band a couple weeks later. Art Blakey had problems, but he also continued to play until the end. I understand about financial concerns, but this level of musician, completely laid it on the line. The common mode of theory seems to be, if I have to go out, this is how I choose to do it...

There seems to be a direct correlation between loss of understanding of how to act in a jazz club and the loss of funding that sustained the art in schools programs. This is really where I learned the difference between art and entertainment. I was taught through the concerts that were put on--classical music--chamber and symphonic and opera, big band jazz, small group---I was taught about respect of the music, the need for quiet, what to listen for,how to follow melody. When that ended, so did the attention span, required for complete understanding of what was happening on stage..I don’t think this would be hard to reconnect. It could start with radio. If the programming could be adjusted to include all music, not just popular but everything, listening habits would change Music appreciation could be reinstituted to make us aware of music as a higher art form. You could start seeing improvement in arts attitudes within 5 years..

I better get to class... thanks for your thoughts

Howard

Cazkolik.com / 25 Mayıs 2010

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Emre Kartarı

  • Email

YORUMLAR

  • Funda Boyar
    25 Nisan 2010 Salı 03:20

    Çok güzel bir yerden bakıp farklı bir yorum getirmişsiniz.Ellerinize sağlık.

    Bu Yoruma Cevap Yazın »
  • suavi yazgıç
    26 Nisan 2010 Çarşamba 04:17

    keyif çağında yaşıyoruz. keyif vaadetmeyen her şey yok edilyor. bu da bir çeşit keyif faşizmi.

    Bu Yoruma Cevap Yazın »
  • Hüseyin Şahin
    26 Nisan 2010 Çarşamba 05:58

    Suavi beye şöyle katılıyorum son günlerde çok sık duymaya başladığımız faşizm kelimesi bence günümüzde ortalamanında altındaki beğeni seviyesinin nasıl tercih edilebilir bir zevksizlik haline geldiğini anlatıyor. hata öyleki eğer bu zevksizliği beğenmediğini belli ediyorsan çarkın dışında bırakılıyorsun. Emre beye tartışmaya açtığı kavram için selamlar.

    Bu Yoruma Cevap Yazın »

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.