Belki caz konserlerinde sayıca artış var, belki izleyiciler de eskisine göre artık daha çok peki ama caz klüpleri bakımından da durum öyle mi?

Belki caz konserlerinde sayıca artış var, belki izleyiciler de eskisine göre artık daha çok peki ama caz klüpleri bakımından da durum öyle mi?

Dinlediğiniz müzik geçen hafta İstanbul Jazz Center sahnesinde iki gece üst üste konser veren Fransız caz piyanisti Jacky Terrasson`un yeni albümü Gouache`tan alınan Try To Touch Me`dir.


Sevgili dostlar, Türkiye de caz müziğine dair her yıl giderek artan sayıda konser, festival, etkinlik düzenleniyor, önceki yıllara göre daha çok sayıda albüm yayınlanıyor. Yani işin hangi yanından bakarsanız bakın cazseverleri sevindirici gelişmeler oluyor ama olmayan bir şey var, o da tüm bu olan bitenin üzerine konuşmak, tartışmak... Peki bu olan biten ne anlama geliyor? Artıyor dediğimiz şeylerin içindeki nicelik ve nitelik çıpası nerede duruyor? Fazla mı iyimseriz yoksa az bile mi söylüyoruz? Konserler artıyor peki ama caz dinleyicisi artıyor mu? Sorulacak bir dolu soru, verilen pek çok cevap var. Radyo programcısı ve caz yazarı Levent Öget Açık Radyo`da hazırlayıp sunduğu Dünyanın Cazı programında geçen İstanbul Caz Festivali`nin hemen ardından tüm bu soruların konuşulduğu, cazın her kesiminden bir çok önemli ismin katıldığı programlar yaptı ama ardından bir güzel çalışma daha yaptı, tüm bu programlar o anda konuşulup gitmiş olmasın diyerek programlardaki konuşmaları, tartışmaları Cazkolik okurları için yeniden düzenleyerek "2012`de Caz Açılımları" adı altında seriye dönüştürdü. Birazdan okumaya başlayacağınız serinin dördüncü oturumudur. Bu özel ve yoğun çalışmayı gerçekleştirdiği için sevgili Levent Öget`e çok teşekkür ediyoruz.

Cazkolik.com / 17 Aralık 2012, Pazartesi

 


 

2012`de Caz Açılımları`nın önceki bölümlerine alttaki linklerden erişebilirsiniz.

1. Bölümü okumak için lütfen bu satıra tıklayın!

2. Bölümü okumak için lütfen bu satıra tıklayın!

 

 

3. Bölümü okumak için lütfen bu satıra tıklayın!


Katılımcılar:

Ali SÖNMEZ, Sevin OKYAY, Feridun ERTAŞKAN, İmer DEMİRER, Şenova ÜLKER, Kerem GÖRSEV, Neşet RUACAN, Ayşegül YEŞİLNİL, Nezih YEŞİLNİL, Ozan MUSLUOĞLU, Şenay LAMBAOĞLU, Aytek ŞERMET, Volkan BURÇ, Mert AYBEK, Leyla UZMAN, Didem GENÇTÜRK, Mahir ILGAZ, Görgün TANER, Hüseyin BAŞKADEM, Necati TÜFENK, Eyüp İBLAĞ, Dr. Özgür UÇKAN, Emre KAHRAMAN, Sevil ESEN, Elif Gönenç CAMCIGIL, Erhan ONGUN, Hülya TUNÇAĞ, Levent ÖGET.

Katılımcı Uzmanlık Grupları:

Caz eleştirmeni, caz yazarı, caz radyo program yapımcısı, caz festivali danışma kurulu üyesi, caz internet portalı yöneticisi, caz piyanisti, caz şarkıcısı, caz trompetçisi, caz basçısı, caz gitaristi, caz bestecisi, caz orkestrası yöneticisi, caz kulüp sahibi ve işletmecisi, caz festivali yönetmeni, kültür sanat vakfı genel müdürü, radyo yayın koordinatörü, radyo çok sesli müzik bölümü yöneticisi, internet caz radyosu yöneticisi, caz konser organizatörü, bilgi ekonomisti, sanat felsefecisi, cazsever, caz dinleyicisi, radyo dinleyicisi.

Yayınlanacak Bölümler:

1. Bölüm: Eleştirmenler ve Yapımcılar: Ali Sönmez, Sevin Okyay, Feridun Ertaşkan
2. Bölüm: Müzisyenler (1); Neşet Ruacan, Kerem Görsev, Ayşegül Yeşilnil, Nezih Yeşilnil, Ozan Musluoğlu, Şenay Lambaoğlu
3. Bölüm: Müzisyenler (2); Şenova Ülker, İmer Demirer
4. Bölüm: Caz Klüpleri; Aytek Şermet, Volkan Burç, Mert Aybek
5. Bölüm: Yayın Koordinatörleri; Leyla Uzman, Didem Gençtürk, Mahir Ilgaz
6. Bölüm: Festival Yönetmenleri; Görgün Taner, Hüseyin Başkadem
7. Bölüm: Konser Organizatörleri; Eyüp İblağ, Necati Tüfenk
8. Bölüm: Bilgi Ekonomisi - Sanat Felsefesi; Özgür Uçkan
9. Bölüm: Cazseverler (1); Sevil Esen, Emre Kahraman
10. Bölüm: Cazseverler (2); Elif Gönenç Camcıgil, Erhan Ongun
11. Bölüm: Eleştirmen, Yapımcı, Yazar; Hülya Tunçağ


 

(4. Bölüm Katılımcıları: Caz Klübü İşletmecileri ve Sahipleri; Aytek Şermet / JC`s, Mert Aybek / Gramofon ve Volkan Burç / 60m)


Belki caz konserlerinde, etkinliklerde sayıca artış

var, belki izleyiciler eskisine göre artık sayıca

daha çok peki ama caz klüpleri bakımından da

durum öyle mi?


Levent ÖGET: Değerli katılımcılar hoş geldiniz, 11 toplantı olarak belirlediğimiz, çeşitli gruplarla yapmakta olduğumuz 2012 de caz açılımları serisinin dördüncüsündeyiz ve yeni bir grupla daha farklı yönlere değerlendirmelerde bulunacağız. Bildiğiniz gibi, caz kulüp işletmecileri olarak sizlerin de bunun bir parçası olduğu gibi İstanbul’da, 2010 Avrupa Kültür Başkenti özelliğinde geçirdiği son döneminden bu yana, yani üç dört yıl boyunca süren ve giderek artan caz konserleri, etkinlikler ya da organizasyonlarla kentimizde her zamankinden daha da farklı bir caz ortamı yaşanıyor.

İlk konuşmacıların olduğu grupta yer alan festival ve etkinlik danışmanları, radyo programcıları, caz eleştirmenleri, caz yazarları ile ve bir caz internet portalı yöneticisiyle doğaçlama bir toplantı gerçekleştirdik. İkinci ve üçüncü toplantılardaki caz müzisyenlerinin ardından bu defa da bu günümüz çağdaş kent müziğinin en yaşam bulan alanı olan caz kulüplerine bir bakmak istiyoruz. En önemli saptamalardan biri olan ve kimi müzisyenlere göre, daha önceki toplantılarda da dile getirildiği gibi ‘gerçek anlamdaki caz kulübü’ başta İstanbul’da olmak üzere yok denecek kadar az. İşte biz de bu toplantımızda onlardan bir kaçının yaratıcısı olan sizlerle bir aradayız. İlk üç toplantımızda olduğu gibi hem daha önceki konuları ve hem de bu alanın konuları ile ilgili her yöne sürdüreceğimiz konuşmaları yapacağız. Bu bölümün konuşmacıları olan sizler; uzun yıllar boyunca İstanbul caz yaşamı içinde müzikseverlerin aklında en uzun soluklu yer edinen ancak artık faaliyetlerini sürdürmeyen Gramafon’dan Mert Aybek, şu sıralar birbirinden önemli dünya yıldızını İstanbul’a taşımayı başaran diğer bir mekân olan İstanbul Jazz Center’dan Aytek Şermet ve zor şartlara karşın büyük bir mücadele ile varlığını sürdürmeye çalışan sıcak bir caz mekânı olan 60m2`den Volkan Burç hepiniz tekrar hoş geldiniz toplantımıza.

Mert AYBEK, Aytek ŞERMET, Volkan BURÇ: Hoş bulduk...

Levent ÖGET: Değerli katılımcılar elbette bu toplantı sırasında pek çok konu açabilir ve bunları aramızda konuşabiliriz, ancak ilk konuşulması gereken konumuz daha önce de vurguladığımız bu kent yaşamı içinde yalnızca dört ya da beş caz kulübü yollarını nasıl çiziyor olmalı. Aslında bunu mu konuşmalıyız tam olarak bilemiyorum ama kendi deneyimlerimden biriyle sözü açmak istiyorum. Kişisel olarak cazın en çok yaşadığı mecralardan birinin caz kulüpleri olduğunu düşünüyorum ve yıllar önce yurt dışında bulunduğum bir dönemde buna şu şekilde tanık oldum. Toronto şehrinde yaşadığım bir döneme denk gelen Du Maurier Down-Town Jazz Festival’i dikkatle takip ettiğim ve bir yöresel etkinlik olarak izlediğim o dönemki caz festivallerinden biriydi. O dönem caz festivallerinin ne kadar çeşitli yerlerde hayat bulabildiğini düşündüğüm ve birbirinden farklı yerdeki etkinliklerini de kovalarcasına merak ediyordum. Gördüğüm kadarıyla da açık parklar, umulmadık kent köşeleri festival organizatörlerinin seçtikleri yerler olarak caz ile buluşan ilginç ortamlar doğuruyorlardı. O yılki etkinliklerde yer almış olan dünyaca tanınmış saksafonculardan Lew Tabackin’i çaldığı yeri de zar-zor bulabildiğim bir caz kulübünde izlemeye gitmiştim. Gittiğimde başlamış olan performansa kapıdan kafamı uzattığımda küçücük bir mekânda oldukça kalabalık bir seyirci grubundan çoğunun ayakta ve nefeslerini tutarak izlediklerine tanık oldum. Konsere hemen ben de katıldım. Evet, içeride görünürde büyük bir üstat vardı, ben de ilk kez bir caz kulübüne gitmiyordum ama burada farklı bir doku vardı sanki? Sanırım asıl ilk kez olan şuydu; ben gerçek caz dinleyicileriyle bir caz kulübünde bir arada olduğumu ilk olarak burada fark etmiştim. Oradaki gözlemlerim bir bakıma caz dünyası ile ilgili yapmış olduklarımın içindeki en iyi deneyimlerimden biriydi…

Geçen yıl üstat Emin Fındıkoğlu ile bir sohbetimizde İstanbul’daki ilk caz kulüplerinden birini kendisinin açmış olduğunu anlatmıştı bana… O, oldukça ilginç caz kulübü macerasını anlatmıştı ama ben sizlerden de şimdi kendi deneyimlerinizi anlatmanızı rica edeceğim. Bazılarınız zaten müzisyen olduğunuz için belki de bu gönüllüğü etkileyen bu konumu yaratıyordur. Mesela İstanbul Jazz Center yedi yıldır var olmaya çalışıyor ve ben de en büyük takipçilerden biriyim. Çünkü son yıllarda oraya çok büyük caz yıldızları geldi. Haliyle de JC’s önemli bir merkez oldu bu geçen süre içinde. Büyük festivallerin bile getiremediği bazı önemli isimlerin buraya gelmiş olduğunu gördük. Bu gidişat İlgiyle de izleniyor diye düşünüyorum.


Aytek Şermet (JC`s): "Bir İstanbullu olarak yılda

sadece iki tane onbeş günlük, tamamı yılda bir

aya sığacak bir cazseverlik beni üzüyordu..."


Aytek ŞERMET: Aslında getirilemiyor demeyelim belki de sayıları tatminkâr görmediler. Belki o yüzden bu festivallere getirilememiştir ama ben de o müzisyenleri getirebilmiş olduğum için kendi kendime tatmin oluyorum. Benim İstanbul Jazz Center ile ilgili projemin varoluş sebebi, bir İstanbullu olarak yalnızca iki büyük bankanın sponsorluğunda süren ve biri Ekim diğeri ise Temmuz ayında gerçekleşen festivallerle ilgilidir. Yedi sene aslında kısa bir süre ama yedi sene önce hem festivaller hem etkinlikler şimdikinden daha da azdı. Şimdi dört beş senedir İstanbul’da bir konser patlaması yaşıyoruz. Aslında konserleri tüketiyoruz demek gerekir. Ben o zaman bir caz sever olarak üzülüyordum. Çünkü doktorluk zamanlarımda yaz tatillerinde her şeyimi özellikle de yabancı ülkelerdeki kulüplerin programlarına ya da konserlere göre (olabildiğince tabi) belirlemeye çalışıyordum. Dediğim gibi, bir İstanbullu olarak sadece iki tane 15 günlük ya da bir hafta her neyse hepsi-toplamı bir aya sığacak bir cazseverlik beni üzüyordu.

Levent ÖGET: Evet haklısınız, sıkıştırılmış bir dönem.

Aytek ŞERMET: Evet, ayrıca bir de bu konserleri Açıkhava’da izlemek ki tabii orası kimi için daha doğru bir mekân olabilir? Ama ne bileyim belki bir Keith Jarrett’ı, bir Kenny Barron’u bir Mulgrew Miller’ı bir Scott Hamilton’u ya da bu tür müzisyenleri bir caz kulübünde dinlemek, mekân akustiği açısından ya da keyfi çok daha fazla olduğu için daha güzel olabilir. Orada bir bardak şarabınızı da içebiliyor, biraz daha rahat oturabiliyorsunuz. Bu açığı kapamayı hayal etmiştim, biraz olsun İstanbul’un sesini yurt dışına duyurabilmeyi de istemiştik, az da olsa bunu başardık. Turizme katkımız olmasa da yurt dışından gelenler ile bir bakıma ‘sanat turizmi’ne katkımız oluyor. Şimdi mesela Patricia Barber konseri olacak onun için yurt dışından bazı rezervasyonları almaya başladık bile. Daha önce Hiromi çaldığında da böyle oldu. Bunlar gibi biraz önemli sanatçılar da-yurt dışından gelecek olanlar eğer nasıl olsa İstanbul’a gelecek ise özellikle de bu turistlerin cazsever olanları sanatçının web sitesinden takip ederek “ben bu kişiyi o zaman İstanbul’da seyredeyim” diyebiliyorlar. İstanbul hakikaten Avrupa’da yıldızı yükselen bir şehir oldu. Böylelikle İstanbul’a da caz kulüplerine biraz da konser seyretmeye geliyorlar. Ben böyle başladım. Ama doktorluk mesleğimi bırakırken bunu daha kolay bir iş zannediyordum. Doktorluğu özlemiyorum ancak bu gerçekten de benim için çok daha zor bir iş oldu.

Levent ÖGET: Geçen toplantılarda bu her yönden artan konser trafiğini konuştuğumuz da bir araya geldiğimiz konuşmacılardan kontrbasçı Ozan Musluoğlu “İstanbul New York gibi oldu, bu kadar konsere zaman zaman yetişmek mümkün olmuyor” demişti. Diğer biz müzisyen katılımcı İmer Demirer’de caz müziğindeki konumu açışında New York ve Berlin’den sonra neredeyse İstanbul‘un gelebileceğinden söz etti. İstanbul’un yükselmeye başladığını söyledi.

Aytek ŞERMET: Berlin’den daha yükseğiz bence şu anda. Kulüpler açısından Babylon, İKSV’nin Salon’u, bizimki (JC’s) ve diğer mekânlar, tabii 60m2 de bunların içinde. Berlin’de ise bir tek Sedal diye bir arkadaşımızın A-Trane adında bir yeri var. Başka da ciddi bir yer yok, o da ufak bir caz kulübü aslında. İstanbul şu anda iyi bir yerde, kimi firmalar da desteklerlerse daha da iyi yürür. Tabii her zaman sponsora çok ihtiyaç var.

Levent ÖGET: Şimdi Volkan Burç (60m2) ve Mert Aybek’in de (Gramafon) için yaklaşımlarını alalım. Bana göre onların her ikisinin de konumları sizden biraz daha farklı. Özellikle Mert yıllarca neredeyse tek başına üstlendi bu alandaki konumunu. Ne kadar sürdü Gramafon’un var oluşu Mert? On dört mü, on sekiz yıl mı oldu? Çok mücadele ettin sen burayı ayakta tutmak için. Değil mi?


Mert Aybek (Gramofon): "İstanbul konserler

konusunda belki bir yere geldi ama klüplerde hala

müşteri yok..."


Mert AYBEK: On yedi yıl sürdü ve hem hiç sponsorumuz da yoktu. Evet, çok mücadele ettim, üstelik her şeyle mücadele ettim. Az önceki konuşma bazı şeyleri tetikliyor. İstanbul konserler konusunda bu duruma geldi ama kulüplerde hâlâ müşteri yok. Yani müşteri yok demek, yeterli sayıda caz dinleyicisi yok demektir. Eh! Demek ki burada bir sorun var! Bizim zamanımızda da yoktu, şimdi de yok. O zaman bunu biraz da caz dinleyicisi ile bağdaştırmak gerekiyor. Acaba onları mı eğitmek lâzım? Çünkü ben on yedi sene boyunca müşterilerimin, yani ‘caz dinleyicisi’ diye bildiğim müşterilerimin (şimdi bana böyle söylüyorum diye kızacaklardır belki ama) çok da ‘caz dinleyicisi’ olmadıklarını gördüm.

Levent ÖGET: Sonraki toplantılarımızda caz dinleyicilerinin de görüşlerini alacağız, o yüzden şimdi biraz kızdırabiliriz belki de?

Mert AYBEK: Peki öyleyse, bu süre içinde ben öyle anekdotlar yaşadım ki, isim vermeden anlatmaya çalışayım. Mesela benim on-on beş yıllık müşterim olan ayrıca gençliğinden beri de caz dinlediğini bildiğim biri bana bir gün öyle bir soru sordu ki, yine isim vermeden onu anlatmaya çalışayım. Dünya çapında bir müzisyen ile bizden biri olan ve hiç de iyi olmadığını bildiğimiz bir müzisyeni karşılaştırarak bana hangisinin daha iyi olduğunu sormuştu.

Aytek ŞERMET: Bana da her gün soruyorlar bu soruyu!

Mert AYBEK: Haliyle insanlar biraz cazı bilip, cazı dinleyip, cazı öğrenmeleri gerekiyor ki, bu soruyu sormayacak duruma geldiklerinde de daha çok müşteri olabileceğini düşünüyorum ister istemez. Eh! Demek ki bu sponsorlukların bütçelerinin bir bölümü de yalnızca konserler için değil, insanların eğitilmeleri için de gerekiyor. Aklıma gelen bu, ayrıca nasıl eğitilir insanlar bilmiyorum. O yüzden de Açıkhava’da konserlerin 5-6 bin kişiyle dolup da diğer yandan kulüplerde 10 kişinin bile olmaması zor bir durumun olduğunu açıklıyor zaten.

Levent ÖGET: Sevgili Mert söyler misin Gramafon’un mekânında şu an başka bir işletme duruyor değil mi?

Mert AYBEK: ‘Simit Sarayı’ şu anda orası. Onu da ben yaptım ve açıklayayım hemen. Bazı insanlar belki bilmiyorlardır benim yaptığımı ama bu konuda çok ağır sitemlerde bulundular bana karşı. Neden böyle yaptığımı ben biliyorum. 17 sene sonra Cafe Gramafon gibi para kazanmayan hatta amme hizmeti sayılacak kadar karşılıksız bir biçimde çalıştırdığım ve diğer işletmelerimden kazandıklarımla burasının hayatta kalmasını sağlayacak destekleri ortaya koyduğumu biraz düşünürlerse neden orayı kapattığımı onlarda anlayacaklardır. Sonunda Cafe Gramafon’u artık caz dinlenen bir yer değil, reklam yapmak gibi olmasın ama tüm halkın yararlanabileceği kadar ucuz ve herkese de hitap eden bir yer haline getirdim. Öte yandan burayı bu hale çevirmemin eleştirisini bana yapanlara sorduğumda da maalesef buraya en son geldikleri günü üç yıldan başlatıyorlar… Yani en son bu mekâna ne zaman geldiklerini sorduğum bu insanların pek çoğu da üç ya da beş yıl önce geldiklerini söylüyorsa bana bunu sormaya da pek hakları olmadığını düşünüyorum.

Levent ÖGET: Peki, seninki gibi işletmelerin bu tip yaklaşımlarla kendi mekânlarını sorguladıkları bir tarihçeleri ve kendilerine göre bazı deneyimleri var. Şimdi de Volkan Burç’a soralım. O da daha yeni ve dört yıldır mücadele ettiği, 60m2`nin işletmecisi şu anda. Eminim benzer sıkıntıları o da yaşıyordur. Ben 60m2`ye yalnızca bir kere gelebildim ve o zaman Olgun Acar Trio çalıyordu. Son derece sıcak bir mekân olarak gözükmüştü bana ve bir caz kulübü olması gereken her şey de vardı içeride. Ama gerçekten de ben, eşim ve birlikte geldiğim birkaç arkadaşım dışında fazla kimsenin olmadığını, çok az dinleyicisi olduğunu hatırlıyorum. Bu durumun genel olarak da böyle olduğunu sanıyorum. Bütün bu tip kulüplerin sıkıntısı en çok da bundan kaynaklanıyor. Sizi de dinleyelim, nedir yaşadığınız zorluklar? Caz dinleyicisi neden festivallere koşturuyor da hatta karaborsadan bilet alıyor da caz kulüplerine gidip konserleri izlemiyor? Ya da caz kültürünü biraz daha kendi gündelik hayatlarına dâhil edip bununla birlikte yaşar bir biçime sokmuyor-size göre neden?


Volkan Burç (60m2): "Geçen yıl `Kesintisiz 15 Gün

Caz` sloganıyla yaptığımız organizasyonda çok da

başarılı olamadık ama ben yine de başarısızlığı

dinleyicide aramıyorum..."


Volkan BURÇ: Biz de bunun farkındaydık. 2011 ve 2012 de ‘Caz On Beş’ adı altında iki tane festival organizasyonu yaptık ve biz de aynı şekilde sponsorsuzduk! Sloganımız da şöyleydi; Uygun içki ve giriş fiyatlarıyla haftada bir iki gün, çok cazın içindeyse üç dört gün insanların gelebilecekleri bir ‘caz kulübü’ olmalı bu mekân diye düşündük. Önceleri haftanın yedi günü caz çalınmıyordu bizim mekânda, yeri geldiğinde de özel parti ve organizasyonlara da yer veriyorduk ama asıl bu etkinliklerde “on beş gün kesintisiz caz” sloganıyla yola çıkmıştık. İstedik ki herkes gelsin ve dinlesin. Açıkçası çok da başarılı olamadık. Biz yine de başarısızlığı dinleyicide aramıyoruz. Basında yeterince yer alamadık, biz de yeterince tanıtım yapamadık. Dışarıya çok fazla açılamayınca haliyle pek duyulamadı ve insanlar da bu yüzden gelmediler diye düşünüyorum.

Mert AYBEK: Ben bu noktada bu tip kulüplerin zorluk çekmesi konusuna bir şey eklemek istiyorum. Benim Gramafon için harcadığım süre 17 sene oldu. Aytek’in işletmesi JC‘s ise yedi senedir varlığını sürdürüyor. Yurtdışı deneyimlerime göre bu tip uzun soluklu mekânlar bu kadar süre ayakta kalabildiklerinde şehrin kültür varlıkları haline geliyorlar. Ben öğrencilik yıllarımda Viyana’da bir caz kulübünde diskjokeylik ve barmenlik yaparken gördüm ki böyle yerleri hem belde yönetimleri hem de merkezi yönetimler destekliyorlar.

Aytek ŞERMET: Evet, haklısın destekliyorlar...

Mert AYBEK: İşletmeler o zamanki durumlarına göre belediyelerden vergi olsun, yardım olsun her türlü desteği alabiliyorlar. Oysa burada öyle değil, üstelik tam da tersi şeyler oluyor. Tamamen ters şeyler yani kasıtlı olarak o işletmeyi kapatmak için bile neredeyse her şeyi yapıyorlar.

Levent ÖGET: Haklısın Mert bunu biliyoruz, tersten esen rüzgârlar var şu sıralar… Kültür – sanat politikaları ne yazık ki tamamen ters yöne doğru işliyor ve belki bireysellik de daha da ön plana çıkmaya, daha da zorlu şartlarda ilerlemeye başladı. Şimdi aslında sizler neredeyse gönüllülük üzerine kurulan ve belki de ticari anlamda pek de bir getirisi olmayan bir alanda mekânlar açmışsınız ve caz dinleyicisinin ama ‘gerçek caz dinleyicisi’nin gelecek olan konserlerle bu kültürü biraz da kendi evinin dışında yaşamak isteyen insanlar için bu mekânları yaratmışsınız. Eminim hayallerinizde çok daha farklı mekânlar olabilir ama benim asıl merak ettiğim bu sözünü ettiğimiz ‘gerçek caz dinleyicisi’nin yanı sıra az da olsa, hatta birer birer, ikişer ikişer katılımlar olsa da ve maalesef bu caz mekânlarının katkıları olmadığını bilsek de caz dinleyicisinde bir artış var mı? Mesela sevgili Aytek’in bu konuda ilginç bir hikâyesi var yanılmıyorsam, anlatsana bize Aytek eğer bir sakıncası yoksa.

Aytek ŞERMET: Tabii, galiba dört sene kadar önceydi İş-Sanat’ta Branford Marsalis’in bir konseri vardı. Branford Marsalis’in bugünde hâlâ beraber çaldığı efsanevi bir topluluğu var, Joey Coldarazo, Eric Revees ve Jeff Tain Watts. O sırada ise aynı gecede üç gündür süregelen Ernie Watts konseri de vardı. İşte hepimizin Quartet West’ten hatta Frank Zappa’dan tanıdığı o meşhur Ernie Watts benim de çok sevdiğim bir saksafoncudur. Konsere gittik o gece ve bir gün kadar önce de Eric Revees’i de tanıdığımız için hem onunla yemek yedik birlikte ve hem de kulübümüze davet ettik. Aslında onlara eski dostları olarak öncelikli olarak yeni bir mekânı göstermek gibi bir heyecanımız vardı. Jam-session çalınmasını ise pek beklemiyorduk. Onlar bizim bu davetimize hem büyük bir istekle karşılık verdiler hem de Branford Marsalis’in ‘belki çalarım, belki çalmam` demesinin dışında diğerleri çalmak bile istediler. İlk olarak İş-Sanat’da çalacakları o konser yaklaşık 800 kişilik tüm biletleri tükenmiş bir konserdi. Ben de herhalde oradaki 600 – 700 cazseveri zaten ya kendi kulübümden, ya doktorluktan ya da sokaktan – şehirden arkadaşlarım olarak tanıyordum. Herkesi bila-bedel olmak üzere o gece kulübümüze olabileceğini tahmin ettiğimiz bir jam-session’a çağırdık. Şimdi siz 200 kişi ya da 40 kişi gibi tahminlerde bulunabilirsiniz ‘kaç kişi geldi’ o davete (jam-session’a) karşılık veren diye? Ama yalnızca bir kişi geldi! İşte bu biraz tuhaf bir durum… Şimdi mesela Keith Jarrett konserine bilet bulamadık, gidemedik diyoruz ama geçen sene bizim kulübümüzde belki de Keith Jarrett konseri kadar önemli belki daha da önemli bir konser vardı. Kenny Baron ve Mulgrew Miller’ın iki piyano konseri. İşte Kerem Görsev’in de bunun için çok uğraştığı ve daha önce her ikisinin de kendi gruplarıyla ayrı ayrı bize geldiği piyanistler bunlar. Ancak bu defa onlara iki tane Yamaha C7 piyanoyu koyup tamamen akustik çaldırdık, hiçbir mikrofon ya da monitör yoktu bu çalışlarında. Biz bu konsere bilet satamadığımız için kendilerinden rica ettik. Kenny Baron ve Mulgrew Miller’la da dostluğumuz olduğu için iki gece olan konser anlaşmamızın bir gecesini iptal etmemize razı oldular. Biz de iki gece ağırladık İstanbul’da onları ama ödememiz gereken ücretin bir kısmını ödemedik. Onlar yüzde elli indirim yaptılar bize. Tek gece yapmış olmamıza rağmen o tek geceyi de konserde dolduramadık. Sebep de o gece futbol maçı olduğu için böyle olduğunu anladık. Futbol maçları geçen yıl kulüpleri çok zor durumda bıraktı diyebilirim. Ama yine de kısacık da olsa şunu da söylemeliyim ki biz ne ekiyorsak onu biçiyoruz. Şimdi evet Türkiye’de bu ruhun doğmuş olması tamam yeni yeni oluşuyor olsa da, yabancı müzisyenler de geliyor olsa da, aslında bizde cazın eğitimini verecek müzisyen yok! Sayarsak eğer sekiz tane caz basçısı var.

Levent ÖGET: Güzel, bu sayıları sizden de alalım, Kerem Görsev’de bir ara bu sayıları çıkarıyordu. “Biz kaç kişiyiz diye?”


Ülkemizde sayıca çok az caz müzisyeni varken

daha fazla caz klübüne gerek var mı?


Aytek ŞERMET: Belki on tane caz davulcusu sayarsınız ama Kerem Görsev bunların iki ya da üç tanesinin dışındakilerle çalmayabilir. Yani sıralama yapıyorum ben size, biraz da tarzı olmadığı için. Trompetçi sayın derseniz eğer bana 15 tane caz trompetçisi sayılamayacağını biliyorum. Piyanist için de aynı durum söz konusu. Üstelik bunları geri dönüp düşünürsek de hemen hemen hiçbirinin albümü yok. Ekonomik güçlüklerden, kendileri istemediklerinden ya da başkaca sebeplerden dolayı yapmamışlar. Tabii ki ben “niye yapmadılar” diyemem. Ama bakın bunu açalım biraz; şimdi bunu yapmadıkları için, kulüp sayısı da az, bir de bunların oturup repertuvarlarını da düşünürsek eğer, cazsever ve kulüp sahibi olarak aynı elli parçanın içindeki repertuvarları ve aynı grubu çağırdıkça aynı parçaları çalıyorlar. Eh! Böyle olunca da seyirciyi de bir yere getiremiyorsunuz. Biz yapmıyoruz mesela ama bakın herkes bir rekabet içinde olduğunu düşünüyor. Biz bunun dışında kalmak için yıllardır kulübümüzü zaten belki dikkatinizi de çekmiştir, yerli gruplardan izole etmiş durumdayız. Çünkü bir de biz girersek bunun içine zaten bu pazar payı iyice kapışacak. Nardis’in de 60m2’nin de altında yeni bir rakibi daha olacak. Buna gerek yok zaten herkes kendi savaşını zor veriyor. Ben zaten Kenny Barron’u doldurmakla uğraşıyorum. Bir de öbür grupları koyduğumuzu bir düşünün. Şimdi diğer yerler için genç müzisyenlere ben bunu öneriyorum zaten. Şöyle anlatayım; kendi ismimi vererek anlatayım, kimsenin ismini vermek doğru olmaz; Örneğin Aytek Şermet Quartet diyelim adına ve bu grubu ben zaten hiçbir caz kulübünde 150 kişiyle dolduramıyorum. Tabii paraya da ihtiyaç var ve dolayısıyla gidiyorum her bir kulüpten de haftanın bir günü çalma teklifi alıyorum. Diyelim ki Pazartesi Alt’ta, Salı günü Nardis’te, öbür gün 60m2’de öbür gün Gramafon’da, diğer bir gün JC’s de çalarsam, nasıl olur da 150`şer kişi olacak da caz kulüplerine bu müşterileri getireceğiz? Öte yandan caz müzisyenlerine bakıyorsunuz web siteleri de yok, albümleri de yok. Hani evet biz kulüpler olarak bu konuda belki bir sıkıntı çekiyoruz ama aslında ortada bu anlamda satacağınız da bir ürün de yok.

Mert AYBEK: Tabii evet, hepsinin kendi parçaları olması lazım ki kendi kitlelerini getirebilsin.

Aytek ŞERMET: Evet kendi besteleri olması gerekiyor.

Mert AYBEK: Gittikleri her yerde aynı standartları eh! Tabii bütün gruplar da aynı standartları çaldığı için haliyle müşteri de birine gidip diğerine gitmeyebiliyor. Ama herkes kendi parçasını çalıp kendi müziğini yapsa belki o zaman insanlar ona da geleceklerdir.

Aytek ŞERMET: Hemen şimdi (X) isimli caz kulübünün bir haftalık programına bakalım, isim vermiyorum. O hafta programda müzisyenlerin ismini okuduğunuzda aynı isimli davulcuyu ya da basçıyı ya da aynı piyanisti dört gece görebilirsiniz. Şimdi ben nasıl o kulübün her gün değişik bir programı vardır diyerek müşterisi olabilirim? Gittiğim de şunu göreceğim ki; gruplar farklı ancak müzisyenler aynı olacak.

Levent ÖGET: Sonny Rollins geçen yıl İstanbul’daydı, ya da daha yeni dönemden bir isim olan piyanist Jacky Terrasson’da öyle. Dünyanın neredeyse bütün büyük yıldızları kültür merkezlerimizde ya da İstanbul’un bu sizinkilerin de olduğu az sayıdaki caz mekânında hayat buldular. Mert sizin Gramafon’a gelen büyük yıldızlar hangileriydi? Mesela geçen yıl da İstanbul’a gelen Pat Metheny sizde çaldı yanlış hatırlamıyorsam?

Mert AYBEK: Evet Pat Metheny bizde çaldı ama buradaki bir konserinden sonra gelip çaldı. Direkt bizde çalmak için gelmedi. Biz de pek çok başka önemli cazcıya yer verdik mekânımızda. Milt Jackson, Graddy Tate, Scott Hamilton, Slide Hampton gibi büyük ustalar ve şimdi isimlerini hemen hatırlayamayacağım çünkü aradan çok da yıl geçti.

Levent ÖGET: Hafızamda kaldığı kadarıyla Gramafon burada yaşayan cazcıların en çok nefes alabildikleri, varlıklarını sürdürdükleri mekân oldu yanılmıyorsam.


Mert Aybek: "Ben müzisyene karışmayan

biriyimdir ama müzisyenin de bunun karşılığını

vermesi gerekiyor..."


Mert AYBEK: Haklısın, o zaman mutluydular. Ben müzisyeni serbest bırakan ve sahneye karışmayan biriyimdir. Böyle de olması gerektiğine inanıyorum. Ama tabii bu düşüncenin karşılığını müzisyenlerin de vermesi gerekiyor. Tabii ki suiistimal etmemeleri lâzım, bu yüzden de mutluydular. Biz de seçici davranıyor ve gençlerin ya da yeni başlayanların burada sahneye çıkabilmeleri için çok ciddi emek vermelerini bekliyorduk. Haliyle de hepsi çalamıyorlardı. Çalanlar ise ne yazık ki süreklilik arz edemiyorlar ve tıkanabiliyorlardı. Çünkü az önce de konuştuğumuz gibi standartları çalmakla yetinmeyip kendi müziklerini üretmeleri gerekiyordu. Şimdi gelen genç kesim işte artık tam da böyle yapmaya başladılar.

Levent ÖGET: Peki o zaman tam da buradan devam edelim, açılalım istiyorum. İş-Sanat gibi Cemal Reşit Rey gibi büyük kültür merkezleri, İKSV-Salon gibi yerlerde yapılacak etkinlikleri, konserleri danışma kurulları ya da bir seçici kurul belirliyor. Oysa caz kulüplerinde işler daha değişik. İşletmeciler ya da kulüp sahipleri buna karar veriyorlar. Peki, benim merak ettiğim müzisyenlerden proje teklifleri geliyor mu? Ne bileyim; “çok güzel bir projemiz var, bu mekânda çok iyi olur” diyen müzisyenler var mı? Yeni ya da önceki müzisyenler olsun bu tip girişimlerde bulunma konusunda pek yenilikçi ve istekli değiller sanırım. Ne dersiniz? Mesela nispeten daha yeni bir caz kulüp olan 60m2’ye böyle teklifler geliyor mu? Volkan Burç’a soralım, örneğin yenilerden bir isim olan Olgun Acar’ı hatırlıyorum son derece heyecanlı ve istekli bir müzisyen olarak son gördüğümde sizin mekânınız da bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Neler söyleyebilirsin bize bu konuda… Kendi projelerini sunabiliyorlar mı?

Volkan BURÇ: 60m2 bu konuda işlevini fazlasıyla yerine getiriyor diyebilirim. Çok fazla proje geliyor ve ilk konserini bizde veren çok fazla müzisyen var. Bunların yavaş yavaş yol aldıklarını da görüyoruz.

Levent ÖGET: Ne tip bir yol alıyorlar, mesela gerçekten caz dinleyicisi ile buluşuyorlar mı, yoksa kendi hayallerini ‘biz yaptık oldu’ şeklinde mi görüyorlar?

Volkan BURÇ: Caz dinleyicisi ile buluşmak konusunda bir genel sorun var zaten. Bu hepimizin anlaşmış olduğu bir sorun konuştuğumuz gibi. Daha çok kendi arkadaş çevrelerini toplayıp en azından öyle bir ortamda kendilerini deneyebiliyorlar 60m2’de…

Mert AYBEK: Evet, yani kendilerini çok fazla dışarıya tanıtamadıkları için öyle bir sorunları var tabii. Yalnızca kendi arkadaş çevrelerini getiriyorlar, işte bu yüzden de bu yeni isimlerin projelerini dışarıya daha geniş bir kitleye, caz dinleyicilerine duyurmak gerekiyor.

Levent ÖGET: Sevgili Mert konunun bu yöne doğru gitmesini neden istiyorum istersen biraz açmaya çalışayım. Sizlerin de izlediği gibi biliyorsunuz işte Marcus Miller Türkiye’nin bir grup önemli müzisyenlerini bir araya getirecek bir proje hazırladı. Konu bu açılım içinde de yeni yeni konuşuluyor. Geçen toplantımızda bunu sevgili İmer Demirer ile de konuştuk. Marcus konuya gayet ciddi yaklaşmış, bir stüdyo kiralamış, festivalden önce bütün bu müzisyenleri araştırıp kendisi seçmiş. Onlarla birlikte bir projem var dedikten sonra da buna ‘dünya prömiyeri’ diyerek festivalde hayata geçirmiş. Şimdi evet Marcus Miller çok girişken olabilir ve dünyanın gittiği her yerinde de bu tip projelere imza atabilen feyiz verip feyz verebilen, yaptıkları da oldukça ses getiren bir müzisyen. Diğer yandan ise belki küçük mekânların böylesine büyük projelere çok da açık olan bünyeleri olmayabilir. Hem dinleyici sayısı açısından hem de malum nedenlerden büyük konser salonları ya da festivaller tabii ki daha uygun olabilir ama yine de bir şeyler yapılamaz mı bu konuda? Örneğin geçen yıl iki piyano projesi gerçekleşti JC’s de değil mi? Bu proje diğer yerlerde de sürüyor mu?

Aytek ŞERMET: Evet projeyi mekân ile uygun konuma getirdik. Aslında dört piyano turnesi olduğu halde biz bütçe ve olanaklar nedeniyle iki piyano olarak gerçekleştirdik. Zaman zaman yabancı müzisyenlerle yerli müzisyenleri birleştirmeye çok gayret ediyorum. Örneğin geçen yıl Jacky Terrasson’u buradaki bir basçı ve davulcuyla bir araya getirmeye çalıştım, ama Terrasson arkadaşım olduğu için böyle oldu. Jacky Terrasson evime geldi ve bir Türk basçı ve davulcuyla birlikte çalma teklifini yedi yıldan sonra kendisine yapabildim. Yoksa bu kolay kolay olabilecek bir şey değil bir yandan da… Zaten o da temkinli bir şekilde kabul etti. “geliriz prova yaparız, olabilecek gibiyse çalarım, olmayacaksa ben solo devam edebilir miyim?” diyerek kabul etti. Onun bu hassasiyetini buradaki arkadaşlara söylemedik ama onlarda neyse ki çok başarılı oldular ve konser onlarla gerçekleşmiş oldu. Vokallerde de bu projeleri yapıyoruz sıkça ama çok da fazla yukarıya çıkaramıyoruz. Çünkü herkesle bu olamıyor. Büyük isimler tabii ki kendi gruplarıyla geldikleri için bu teklifleri kabul ettiremiyoruz. Bizim asıl istediğimiz, beklediğimiz müzisyenlerin bize böyle projeler ile gelip bizden yardım istemeleri. Yani diyelim ki bir dörtlü bir araya gelmiş ve bu oluşuma dışarıdan, “Londra’dan – New York’dan falanca ismi nasıl getirebiliriz” derlerse bu daha iyi olacak.

Levent ÖGET: İşte az önce ben de tam da bunu söylemeye çalışıyordum. Dışarıdan bu kadar çok müzisyen gelip burada kendi projelerini hayata geçirmeye çalışırlarken artık onlar buradaki müzisyenlerle bir şeyler yapmak isteyebiliyorken maalesef bizden onlara bir teklif gitmiyor! Hazır gelmişlerken programları da uygunsa belki bir on gün daha kalışlarını uzatarak “biz şöyle bir proje hazırladık, bunu sizinle yapalım” denmiyor. Ya da önceden bağlantı kurularak da bu yapılabilir tabi ki. Bu akla mı gelmiyor, böyle bir enerji mi yok?

Aytek ŞERMET: Böyle bir enerji yok! Bakın biz ne yaşadık anlatayım; negatif yaklaşmayı hiç sevmem ama bakın burada Lee Konitz’in bir konseri vardı. Lee Konitz, Brad Mehldau ile iki tane düet albüm yaptı. Bir de Walter Lang ile albüm çalışması var. Lee Konitz işte Charlie Parker ile kıyaslanacak kadar iyi bir saksafoncu. Walter Lang ile ikili bir konser vermeleri yerine Lang’i de tanıdığım için kendilerine bir teklif götürdük. Beş yıl kadar önceydi ve kendilerine açıklamaya çalıştık, düo projeyi satmak zor ve biraz da kendimizi de düşünerek ikili yerine Lee Konitz’de kabul ederse buradan çok iyi, çok güzel, genç ve tavsiye edeceğim bir davulcu ve basçıyı da ilave ederek dörtlü bir konseri teklif ettik. Bir anlamda da buradaki basçı ve davulcuya da Charlie Parker ile çalmayı teklif etmiş olduk. Basçıya teklifi götürdüğümüzde tarihleri söyleyip Lee Konitz ile çalmayı kabul eder misin dediğimizde; Türkiye’nin en iyi basçılarından biri olan bu müzisyen “Lee Konitz kim” dedi! Hadi Lee Konitz’i bilmiyor diyelim aslında bu bir soru işareti ama bunu da geçsek bile bana kalkıp biri dese ki; Aytek sen Keith Jarret ile saksafon çalacaksın, ben çalmak istemem! Hadi diyelim ki mecburum, bu beş tane parçayı işe güce bile gitmeden yine de kötü olacağını da bile bile en azından dört ay boyunca günde 18 saat çalışacağımı beni tanıyan herkes bilir. Ayrıca benim kulağım duymuyor ama kızım absolute kulak bu çalışacağım müzisyenin dört beş albümünün bütün notalarını ona ya da birilerine yazdırır ve ne yapabileceksem günde onsekiz saat bunlara çalışırım. Kendimin en iyisini yapmaya çalışırım. Ama ne yazık ki bu arkadaşlar bu 4-5 ayı neredeyse boş geçirdiler. Lee Konitz ve Walter Lang solo çalarken birbirlerinin üzerine solo çalıyorlardı. Yani istedikleri basçıyla saksafoncu aynı anda solo çalsın. Biri çalarken diğeri durmuyor zaten bu albümleri dinlemişsinizdir ya da dinlerseniz fark edersiniz. Ancak ne yazık ki istenilenler olmadı ve ne yazık ki artık son gece biz de tekrar duoya dönmek zorunda kaldık.

Levent ÖGET: Mesela işte çok güzel özetlemiş oldun. Neyse, dileyelim ki ileride çok daha güzel şeyler yapılabilsin. Peki, artık yavaş yavaş toplantımızı kapatacağız, son bir tur yapalım ve gelecek sezonlar için neler planlıyorsunuz biraz bunları da konuşalım. Gramafon artık devam etmiyor ama belki sizlerden bazı şeyleri duyabiliriz. Yeni sezonda 60m2 neler düşünüyor?

Volkan BURÇ: Bizim şu sıralar yeni bir mekâna geçmek ve ruhsat sorunlarımızı çözebilmek gibi önceliklerimiz var. Haliyle yeni yer araştırmalarımız içinde nerede olacağımız bile belirsizken bir şey söylemek zor.

Levent ÖGET: Evet, işte bu gerçekten büyük bir sorun ve ne yazık ki toplantı süremiz sınırlı, bu konuları da konuşabilmek iyi olurdu. Peki JC’s neler tasarlıyor? Gerçi sizin zaten bir internet siteniz var ve etkinliklerin duyurularını epey önceden yapıyorsunuz.


Aytek Şermet: "Gelecek isimler arasında beni en

çok heyecanlandıran Jimmy Page, Jeff Beck, Eric

Clapton gibi isimlerin ilk grubu olan Yardbirds..."


Aytek ŞERMET: Henüz yazılıyor ve hepsinden önce biz rezervasyon sistemimizi artık bir kurum aracı ile sürdürmeye karar verdik. Sözleşmeleri imzalanmamış, ön anlaşmaları yapılmış, görüşmeleri süren pek çok grup var ancak bunların içinde beni en çok heyecanlandıran Jimmy Page, Jeff Beck ve Eric Clapton’un ilk grubu olan Yardbirds’ü getirecek olmamız. Ayrıca Patricia Barber ve Steve Smith bu yıl gelecekler arasındaki diğer isimler.

Levent ÖGET: Evet haberim var, bu isimlerin bazılarını geçen yıldan bu yana duyuruyorsunuz. Son birkaç cümle de ben eklemek istiyorum. Kulüpler, konser mekânları gerçekten cazın yaşayabildiği yerler. Ancak radyo kanallarının da öyle olduğunu düşünürsek ve diyelim ki Babylon’dan söz edecek olursak, onların artık bir radyosu da var, bir internet radyosu yayınına geçtiler. Yani bunu farklı mecraları bir arada bulundurarak pek çok yönden yaşatmaya çalışıyorlar. Belki de mekânların en azından kendilerini de desteklemek için bile olsa yani dinleyicilerini, izleyicilerini, müşterilerini arttırmak için, kendi bağlantıları için ya da daha zengin görünmeye de ihtiyaçları olabilir. Haliyle caz kulüplerinin yüzlercesinin olduğu büyük metropoller gibi değil burası. İşte 60m2 ruhsat sorunu yaşıyor. Gramafon için ise devam etmek imkânsızlaştı.

Mert AYBEK: Bu sorunu açıkken biz de çok defa yaşadık. Ayrıca Cafe Gramafon tam olarak bitmiş de değil. 2007 yılında Tünel’i kapadıktan sonra Cafe Gramafon olarak Bebek’te yine açtım. Akustik olarak orada da devam ettim caza ancak orada da bina sorunundan, komşuluk sorunundan dolayı kapatmak zorunda kaldım. Bunların desteklenmesi gerekiyor ve Babylon zaten bizlerle aynı konumda da değil. Orası bir performans mekânı ve başka bir şirketleri olan kuruluşun desteğiyle bunu sürdürebiliyorlar, tek başına caz kulübü olan yerlerin durumu çok zor.

Aytek ŞERMET: Evet gerçekten çok zor, buna katılıyorum.

Levent ÖGET: Haklısınız, önümüzdeki haftalarda bu toplantılarda festival düzenleyicileriyle de bir araya geleceğiz. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’ndan ve İstanbul Caz Festivali’nden konuşmacıları davet edeceğiz. İKSV`den Sayın Görgün Taner, Afyon Caz Festivali’nden Sayın Hüseyin Başkadem bu konuşmacılardan bazıları olacaklar. Ayrıca yayıncıları da aramıza davet edeceğiz bu açılım serisinde. Sizden aldığımız bu bilgileri de yine onlarla paylaşacağız ve böylece 11 hafta boyunca daha da başka gruplarla da sürecek bu toplantılarımız.

Aytek ŞERMET: Ben son olarak bir şey eklemek istiyorum izninizle… Aslında caz kulüplerinin en büyük sponsoru seyirciler. Benim ricam şu olacak; Bütün bu salonlarda daha önce ilan edilmiş sanatçıyı tanımasalar bile müzikseverlerin bu mekâna destek olmak için gece gelip bir kahve içmeleriyle, bir tek giriş ücreti ödeseler bile hem mekâna hem de sanatçıya sonsuz moral olabilirler. Bırakın para kazandırmasını moral çok önemli. Gerçekten benim içeride müşteri olmadığı için kulübe gitmediğim gecelerim oluyor. Çünkü sanatçıyı boş salonda ağırlıyor oluyoruz. Haliyle mekân sahipleri de bu duruma çok üzülüyor. Yani tekrar edeyim caz kulüplerinin en büyük sponsoru seyircilerdir. Seyirciler bunun sorumluluğunu taşımalıdır. Jacky Terrasson’u sekizinci defa seyredişleri de olsa gelmeliler diye düşünüyorum.

Levent ÖGET: Peki, bunlar güzel mesajlar oldu. Çok teşekkürler hepinize katılımınızdan dolayı, 2012’de Caz Açılımları’na gelecek toplantıda yayıncılar ile devam edeceğiz.


Gelecek oturumda yer alacak isimler: Yayın Koordinatörleri; Leyla Uzman, Didem Gençtürk ve Mahir Ilgaz.


Levent Öget
leventoget@hotmail.com

Cazkolik.com / 17 Aralık 2012, Pazartesi

 

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Levent Öget

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

  • Uraz Kıvaner
    17 Aralık 2012 Pazartesi 06:20

    Bu kadar lafın arasında kimse müzisyenlerin geçim derdinden ve de o kulüplerde çalmak istememe sebeplerinden falan bahsetmiyor nedense. Ülkede Caz diploması veren okul kaldımı? Caz müzisyeni ülkemizde tarlada yetişir gibimi yetişiyorda kendini etrafa tanıtmayan müzisyenler var. Hiç bir işletmeci yerli müzisyenlere ödenen veya ödenmeyen ücretlerden bahsetmiyor nedense. Bu konuşmada yer alan zatlardan birinin profosyonelliğe hiç yakışmayan tavrı ve de borçları yüzünden Türk Caz müzisyenleri tarafından boykot edilmesi haberlere kadar düşmüşken o kalkmış İstanbul"u tanıtmaktan bahsediyor. İstanbul ,bu zat sayesinde çok bilinen bir Jazz Web sayfası olan "All About Jazz"( http://www.allaboutjazz.com/php/article.php?id=42210#.UM6XPm_FV8E )bu sayfada sorunlu ve de kara listeye alınmış bir şehir gibi gösteriliyor.Bu mudur tanıtım?Amacım olayı kişiselleştirmek değil ama öncelikle bunu okuyan halkın olaylara doğru açıdan bakabilmesini sağlamaktır. Mekanları ayakta tutmak müzisyenin görevi değildir. Caz müzisyeni de, ekmeğini bir şekilde kazanmaya çalışan, sanatını kah kendi müziğiyle kah Amerikan Standartlarını yorumlayarak icra eden kişidir.Bir müzisyeni kulübünüzde çalmak için davet ettiğiniz zaman , gecenin reklamını ve de pr çalışmasını yapmak sizin işinizdir. İnsan gelmezse bu işletmeci olarak sizin yanlış seçimlerinizdendir. Zaten bunu çok büyük isimleri getirseniz bile başınıza geldiğini söyleyerek teyit ettiniz. Peki bu yabancı arkadaşlar acaba insan gelmedi diye sizden daha az paramı alıyolar? Hayır... O zaman yerli müzisyene neden tersini mübah görüp bunu kendinizde hak biliyorsunuz... Ülkemizin şartlarına uydurarak söyleyecek olursam;transfer edilen futbolcu başarısız olursa bu kimin suçudur?Futbolcuyu seçenin mi , potansiyeli olan futbolcuyu memnun edemeyip kötü performans sergilemesine neden olan yönetiminmi yoksa sadece para kazanmaya çalışırken kariyerinde doğru adımları atmaya çalışan futbolcunun mu???Ülkemizde daha caz okulu yokken siz "neden bu müzisyenlerin albümü yok" diye soracak kadar mantıksız olmayınız.Müzisyene verdiğiniz paranın hangi kısmıyla albüm yapsın , hangi kısmıyla geçinmeye çalışsın o müzisyenler. Amerika"da her sokakta neredeyse bizim ülkenin toplamındaki kadar Caz müzisyeni olduğu için havuzdan dağılan para tabiiki daha az ve de o yüzden bu müzisyenlerin büyük çoğunluğu Avrupaya kaçıyolar. Bu yüzden sakın Amerika"daki müzisyenler ile buradakileri kazandıkları ve de yetenekleri konusunda karşılaştırma gafletinde bulunmayınız. Bunlar benim kişisel düşüncelerimdir bu ülkede sadece caz çalarak yaşamaya çalışan bir müzisyen olarak. Saygılarımla

    Bu Yoruma Cevap Yazın »

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.