Levent Öget Arnavutluk Caz Festivali izlenimlerini yazdı

Levent Öget Arnavutluk Caz Festivali izlenimlerini yazdı

İlirya’nın köklerinden günümüze “Kartalların Ülkesi”nde caz; Arnavutluk Caz Festivali

 

Tiran’da bulunan Yunus Emre Türk Kültür Vakfı’nın konuksever yöneticilerinin deyimi ile “iyi huylu uysal insanların ülkesi” Arnavutluk’da ilk kez bulunan biri için merak uyandıran bir ifade olarak günlerdir izlediğim insanların huzurlu hallerine bakışıma bu ifadeli sözler daha sonraları bana iyi bir tanım olarak gözükmüştü. Londra yolcusu havaalanı arkadaşımın “yağmurlara gidiyorsun” “beş gün boyunca sana kolay gelsin” deyişini Tiran’daki ayak-bastı otelimizden şehri ilk tanıma turu için ayrıldığımda anlamıştım. Bebek arabalarında tahta mandallarla tutturulmuş naylonların altındaki kâğıt mendil, su gibi şeyleri satan, ihtiyaçları bilen sokak yolcularının günübirlik satıcıları, nispeten iyi bakımlı görünümlü bu kadınlar, yağmurun şiddetini ve süresini bilen halleriyle etrafı benim gibi merakla izleyenler için iyi olan bir takım işaretler gönderiyorlardı. Altı günlük caz festivalinin sonraki mekanı olan beş yıldızlı sponsor otelinde yağmurlardan dolayı bahçesinden salona alınan ilk dakikaları başladığında Almanya’dan gelen topluluk Lebi Derya’yı yalnızca sound-checklerinde izleyebilmiş ve konserlerini kaçırmıştım. Oysaki topluluğun bas klarnet ve saksafonlarını çalan üyesi Stefan Baumann’ı “mutlaka konserinde de görmeliyim” şeklindeki niyetim ne yazık ki gerçekleşememişti. Hatırımda kalan ise onların konserleri öncesindeki yalnızca bu deneme soundlarıydı. İyi huylu uysal insanların ülkesinin davetkâr ev sahiplerinin nazik karşılama etapları ve ilk gün ve geceki tanışma yemekleri, zamanı bu anlamda iyi kullanamamamıza neden olsa da gecenin üçüncü grubu Marco Zappa’nın İsveç’li müziklerine yetişmemle ilk gecenin deneyimi gecikmeli de olsa gerçekleşmiş oldu. Otel salonunun yağmurlar yüzünden ‘idareten’ hazırlanmış düzenine böylelikle Tiran Şehri ayağı öncesinde dahil olmuştuk. Açık hava için hazırlanmış düzen, telaşsız sakin görünümlü bütün bu insanlarca bir yandan masalarında içkilerini içerek, kiminin sıralarında ya da kimilerinin arka bölümleri doldurarak festivalin daha da keyifli olmasını sağlayan önemli bir topluluğa dönüştürüyordu.

 

Albania Jazz Festival benim için İstanbul’da 21.sini geride bırakarak gelip izlediğim bir başka caz festivali olarak çok farklı tarz ve türlerin neredeyse hiçbir konsept kaygısı taşımadan tüm bir içtenlikle, ilk bakışta bir çeşit kendi tasasızlığını taşıyan bir çerçevede farklı bir iddiasını ortaya koyuyordu.

 

 

Arnavutluk Caz Festivali’nin ilk geceki en jazzy grubu olan Martin Brunner Trio modern-klasik çizgideki anayol müzikleri ile geç bir saate taşınmış bir konser olmasına karşın belki de her yerde olduğu-her zaman olduğu gibi kemikleşmiş bir caz dinleyicisini burada da salona bağlıyordu. Yaklaşık dört buçuk saatte üç konser izlemiş olanlar için olması gereken yorgunluğun yerine Martin Brunner’in etkileyici piyanosundan çıkan güçlü müziğiyle dinleyenler ilk geceyi mutlu bitirmiş gözüküyorlardı. Arnavutluk caz dinleyicisine olan izlenimimi geliştirebilmek adına konseri izleyenlerin sanki büyük bir kulüp ortamında dinlermişçesine ancak son derece saygılı ve hepsinden önemlisi hemen hiç ses çıkarmadan ve salonu terk etmeden ortaya koydukları özen bu müziğe olan ilginin gelişeceğini mi yoksa bir Avrupa kentinde olduğumuzu mu kanıtlıyordu bilemiyorum.

 

Anlatılanlara göre kenti terk etmek isteyen gençlerce kurtulmak istenen, dar bir yetişme çevresi olarak görülen bu hâkim anlayış, üç milyonluk ülke içindeki kenti pek de çekici bir yerleşim bölgesi olmadığını gösteriyordu. Yine de nüfusun neredeyse üçte birinin toplandığı bir yerdeydik. Dünya tarihine ilk ateist ülke unvanı ile de geçmiş olan Arnavutluk bugün de farklı dinlerin yerleşmesine ‘çaba gösterilen’ toplumsal yapısıyla 3.sü yapılan bu festivalde de katılımcı gruplarıyla ve tabii bu toplumsal manzaraya uygun bir paralellik gösterircesine hazırlanılmıştı. Uluslararası caz festivali olma halini daha çok farklı kültürlerin yalnızca bir caz müziği içinde değil de her türlü etnik ve kültürel olguyu müzik çeşitliliği içinde dünya müziklerini kültürel kaynaşmaya açan bir seviyede buluşturan çizgiye ulaşılmıştı.

 

 

İlk gecenin konserlerinden birinde çılgıncasına her tür çalgıyı kullanarak müzik yapmaya çalışan İsveçli Marco Zappa gibi ikinci gecenin ilk konserindeki İsrailli Tal Kravitz’de hem kostümleri ile hem de esprili anlatımlarıyla gitardan, saza, gaydaya kadar farklı enstrümanları dünya gezginciliği içinde anlatmaya çalışırken çaldı. Büyük bir ağaç testeresinden ses çıkarmaya, o sesleri müziğe taşımaya çalıştığı tek kişilik konserinde kendisine zaman zaman perküsyonlarla eşlik eden bir Arnavut müzisyeni de dinleyiciler ile kaynaşmak adına çabalarının içine kattı. İstanbul ve Filistin yazılı tişörtleriyle gözükmeye çalışan ve tüm hallerinden yalnızca bir müzisyen olmadığını bir iyi niyet elçisi gibi görülmek endişesini de taşıyan Tal Kravitz ilk kez izleme fırsatını bulduğum bu festivalin en kültürel manipülasyonunu sağlıyordu. Çabalarına ‘salonda bir piyanist’ olup olmadığını eğer var ise ve isterse onunla da müzik yapmak istediğini söyleyerek aslında herhangi bir piyanisti ararken Evrim Demirel’in salonda kendisini bilmeden ancak Demirel’in hemen ona katılmasıyla da anlamlı bir buluşmayı sağlayan bu ortak çalışlar daha bir süre önce Türkiye’de yas ilan edilen üç günlük sürecin içinde yurt dışında ‘müziğin’ bunu kıran bir olgu olabileceğinin somut bir kanıtı olmuştu. Organizasyon tarafından aynı sahneyi paylaşması istenmeyen ve değişiklik yapılarak farklı günlere alınan İsrail ve Türkiye gruplarının konserleri daha ikinci festival gecesinde bu sıra dışı ve beklenmedik bir rastlantı ile olması gereken insani buluşmayı gerçekleştirmiş oldu. Aynı zamanda festivalin ilk gecesi canlı yayında ulusal televizyon kanalı News 24`e de çıkarak röportaj veren İsrailli Tal Kravitz ve Evrim Demirel müziklerinden bahsederek ‘birleştiren’ dünyayı işaret ettiler. Tüm bunların ardından Arnavutluk Caz Festivali’nin maratonunun başlarında da olsa geride kalan iki gününün ardındaki en sürpriz konserlerinden biri Avusturya’lı gruptan geldi. Tam bir neşe dalgası yaratan akordeoncu Franziska Hatz’ın dört kişilik topluluğu Grossmütterchen Hatz Salon Orkestar isimlerinde olduğu gibi salon müzikleri yani dans eğlence birlikte keyif alma saatleri yarattılar. Alkışlar içinde ilk kez bis alan bir grup da olan Hatz repertuvarlarındaki birbirinden güzel besteleriyle belki de bu yılki tüm festivalin sembolü sayılabilecek bir performansı sağlamış oldular. Pop, rock, ska, folk, klezmer, geleneksel müzikler ve en az da caz unsurlarının yer aldığı tam bir karışımı davul, keman, vokal, saksafon, basklarnet ve vokal ile son derece neşeli bir biçimde harmanlamış oldular.

 

 

İddialı konserleriyle her yıl giderek en tanınmış festivallerden biri olmayı hak etmesine karşın belki de Avrupa’nın içinden de olsa henüz periferide kalmış bu festivallerin nahif yapısının yeniden İstanbul’un ruhuna katılması ve darısı İstanbulluların caz festivallerinin başına gelmesi dileklerimle bir günü daha geride bırakıyoruz. Festivalin önümüzdeki süre içindeki ağır toplarından Evrim Demirel Ensemble, aslında tüm festivalin en beklenen konseri olduğunu iki gecenin ardından ağırbaşlı müzikleriyle provalarına dahi gösterilen ilgiyle şimdiden ortaya koymuş oldular. Tiran’daki yarınki son gecemizde Shkodra ve Fier kentleri öncesinde heyecan ile İtalyan Marco Castelli Trio’nun ardından sahneye çıkacak olan Evrim Demirel Ensemble’ı bekliyoruz. Özer Özel, Volkan Topakoğlu, Erdem Göymen’in (tambur-vokal, kontrbas, davul) eşliklerindeki bu dörtlünün başarılı projeleri dost topraklarda keyifle çınlayacaktır... Türkiye’nin Ensemble’ı ilk kez yurtdışı performanslarıyla Arnavutluk Caz Festivali’nde, Shqiperia’nın mütevazı insanlarıyla.

 

Levent Öget
Tiran / Arnavutluk

 

Cazkolik.com / 25 Temmuz 2014, Cuma

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Levent Öget

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.