Levent Öget ile 2012`de Caz Açılımları`na devam; Caza olan ilginin artışından ülkemizin caz müzisyenleri hakettikleri payı alabiliyorlar mı?

Levent Öget ile 2012`de Caz Açılımları`na devam; Caza olan ilginin artışından ülkemizin caz müzisyenleri hakettikleri payı alabiliyorlar mı?

Dinlediğiniz müzik Ozan Musluoğlu`nun ikinci albümü 40th Day`den aldığımız ve albümle aynı adı taşıyan parçadır.


Sevgili dostlar, Türkiye de caz müziğine dair her yıl giderek artan sayıda konser, festival, etkinlik düzenleniyor, önceki yıllara göre daha çok sayıda albüm yayınlanıyor. Yani işin hangi yanından bakarsanız bakın cazseverleri sevindirici gelişmeler oluyor ama olmayan bir şey var, o da tüm bu olan bitenin üzerine konuşmak, tartışmak... Peki bu olan biten ne anlama geliyor? Artıyor dediğimiz şeylerin içindeki nicelik ve nitelik çıpası nerede duruyor? Fazla mı iyimseriz yoksa az bile mi söylüyoruz? Konserler artıyor peki ama caz dinleyicisi artıyor mu? Sorulacak bir dolu soru, verilen pek çok cevap var. Radyo programcısı ve caz yazarı Levent Öget Açık Radyo`da hazırlayıp sunduğu Dünyanın Cazı programında geçen İstanbul Caz Festivali`nin hemen ardından tüm bu soruların konuşulduğu, cazın her kesiminden bir çok önemli ismin katıldığı programlar yaptı ama ardından bir güzel çalışma daha yaptı, tüm bu programlar o anda konuşulup gitmiş olmasın diyerek programlardaki konuşmaları, tartışmaları Cazkolik okurları için yeniden düzenleyerek "2012`de Caz Açılımları" adı altında seriye dönüştürdü. Birazdan okumaya başlayacağınız serinin ikinci  oturumudur. Bu özel ve yoğun çalışmayı gerçekleştirdiği için sevgili Levent Öget`e çok teşekkür ediyoruz.

Cazkolik.com / 19 Kasım 2012, Pazartesi

 


 

Katılımcılar:

Ali SÖNMEZ, Sevin OKYAY, Feridun ERTAŞKAN, İmer DEMİRER, Şenova ÜLKER, Kerem GÖRSEV, Neşet RUACAN, Ayşegül YEŞİLNİL, Nezih YEŞİLNİL, Ozan MUSLUOĞLU, Şenay LAMBAOĞLU, Aytek ŞERMET, Volkan BURÇ, Mert AYBEK, Leyla UZMAN, Didem GENÇTÜRK, Mahir ILGAZ, Görgün TANER, Hüseyin BAŞKADEM, Necati TÜFENK, Eyüp İBLAĞ, Dr. Özgür UÇKAN, Emre KAHRAMAN, Sevil ESEN, Elif Gönenç CAMCIGIL, Erhan ONGUN, Hülya TUNÇAĞ, Levent ÖGET.

Katılımcı Uzmanlık Grupları:

Caz eleştirmeni, caz yazarı, caz radyo program yapımcısı, caz festivali danışma kurulu üyesi, caz internet portalı yöneticisi, caz piyanisti, caz şarkıcısı, caz trompetçisi, caz basçısı, caz gitaristi, caz bestecisi, caz orkestrası yöneticisi, caz kulüp sahibi ve işletmecisi, caz festivali yönetmeni, kültür sanat vakfı genel müdürü, radyo yayın koordinatörü, radyo çok sesli müzik bölümü yöneticisi, internet caz radyosu yöneticisi, caz konser organizatörü, bilgi ekonomisti, sanat felsefecisi, caz sever, caz dinleyicisi, radyo dinleyicisi.

Yayınlanacak Bölümler:

1. Bölüm: Eleştirmenler ve Yapımcılar: Ali Sönmez, Sevin Okyay, Feridun Ertaşkan
2. Bölüm: Müzisyenler (1); Neşet Ruacan, Kerem Görsev, Ayşegül Yeşilnil, Nezih Yeşilnil, Ozan Musluoğlu, Şenay Lambaoğlu
3. Bölüm: Müzisyenler (2); Şenova Ülker, İmer Demirer
4. Bölüm: Caz Klüpleri; Aytek Şermet, Volkan Burç, Mert Aybek
5. Bölüm: Yayın Koordinatörleri; Leyla Uzman, Didem Gençtürk, Mahir Ilgaz
6. Bölüm: Festival Yönetmenleri; Görgün Taner, Hüseyin Başkadem
7. Bölüm: Konser Organizatörleri; Eyüp İblağ, Necati Tüfenk
8. Bölüm: Bilgi Ekonomisi - Sanat Felsefesi; Özgür Uçkan
9. Bölüm: Cazseverler (1); Sevil Esen, Emre Kahraman
10. Bölüm: Cazseverler (2); Elif Gönenç Camcıgil, Erhan Ongun
11. Bölüm: Eleştirmen, Yapımcı, Yazar; Hülya Tunçağ


Caz Eleştirmenleri, Caz Yazarları, Program Yapımcıları, Danışmanlar

(2. Bölüm Katılanları: Neşet Ruacan, Kerem Görsev, Ozan Musluoğlu, Nezih Yeşilnil, Ayşegül Yeşilnil, Şenay Lambaoğlu, Levent Öget)


Caza olan ilgi artarken kendi müzisyenlerimiz

paylarına düşeni alabiliyorlar mı? Çoğalan iletişim

kanalları ve sosyal medyanın caza ve müzisyene

olan faydaları!


Levent ÖGET: Sevgili katılımcılar hoş geldiniz. 11 toplantı olarak çeşitli gruplarla yapacağımız açılımların ikincisinde cazda farklı yönlere değerlendirmelerde bulunmayı sürdürüyoruz. Müzisyen dostlarımızın ilk grubuyla birlikteyiz. İlk bölümde eleştirmen, yazar, danışman ve yapımcı olan konuklarımız Ali Sönmez, Sevin Okyay ve Feridun Ertaşkan ile İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti özelliğindeki döneminden bu yana, üç dört yıl boyunca giderek artan caz konserleri ve organizasyonlarla oldukça hareketli bir caz trafiği yaşayan kentimizdeki bu caz etkinlikleri üzerine konuştuk.

Peki, böylesine bir ortamda yani yalnızca dört ya da beş kadar caz kulübü ve büyük sponsorluklarla manipüle edilen birkaç festival ve birkaç kültür merkezi programı ile sürdürülen caz yaşamı içinde müzisyenler yollarını nasıl çiziyorlar?

İlk olarak Ozan Musluoğlu ile başlayalım, sevgili Ozan nasıl bakıyorsun bütün bu olup bitenlere? Festivali de eminim izlemişsindir.

Ozan MUSLUOĞLU: Çok güzel bir festivaldi. Bugüne kadar benim en sevdiğim müzisyenleri bir arada görmek hayal gibiydi. Bu sene özellikle, en başta önemli piyanist Keith Jarrett geldi. Gary Peacock ve Jack De Johnette.

Levent ÖGET: Muhteşem üçlü değil mi?

Ozan MUSLUOĞLU: Muhteşem üçlü, evet yıllarca bekliyorduk zaten kendilerini. Ayrıca Esperanza Spalding geldi, benim çok sevdiğim bir kontrbasçıdır. O gerçekten de çok iyi bir müzisyen, çok iyi bir şarkıcı ve çok iyi bir kontrbasçı.

Levent ÖGET: Ama projesi gerçi biraz tartışma yarattı. Farklı eleştiriler var.

Ozan MUSLUOĞLU: Ben hemen o konuya da değinebilirim.

Levent ÖGET: Lütfen, senin görüşlerini de alalım.

Ozan MUSLUOĞLU: Ben ilk defa duyuyorum, nasıl bir tartışma yarattı?

Levent ÖGET: Anlatayım, projesinin farklı olduğunu, Türkiye’deki henüz kendisini iyi tanımayan caz dinleyicisi için böyle bir proje ile gelinmesinin yanlış olduğu gibi… Bu bazı eleştirmenlerin düşüncesiydi.

Ozan MUSLUOĞLU: Bence ultra yanlış bir düşünce. Çünkü konsept olarak son yaptığı albümü çaldılar sanırım. Çaldıkları Radio Music Society’dendi ve küçültülmüş bir big band formatında geldiler. Sahnede iki trombon, iki saksafon, iki trompet vardı ve muazzam bir orkestra, çok güzel bir performans baştan sona noktasından virgülüne kadar harika bir gece yaşattılar diye düşünüyorum ben. O gece gerçekten de o büyük konser salonundan çok mutlu ayrıldım. Keşke bana o hissi yaşattığı için ona da teşekkür edebilseydim. Akabinde duyduğum ‘bu biraz ağır kaçtı’ ya da ne bileyim ‘böyle bir müzik beklemiyorduk’ gibi şeyler bana tuhaf geliyor. Çünkü çaldıkları müzik bir kere orijinallerden olsun kendi yaptıkları olsun, tromboncunun da yaptığı aranjmanlardan oluşuyordu. Bence caz festivallerinde mutlaka bir big band’e yer verilmeli diye düşünüyorum. Bu sene de big band olarak Spalding’in arkasında o grubu gördüm. Spalding çok iyi bir şarkıcı ve muazzam sesiyle de beni hayran bıraktı kendine.


Kerem Görsev: "İnanmadığın müzikleri

inanmadığın müzisyenlerle çalmak ilerki

pozisyonlarda son derece yaralıyor..."


Levent ÖGET: Evet, bu sene festival çok başarılıydı. Peki, yıl içine nasıl bakıyorsun? Pek çok etkinlik oluyor ve kültür merkezlerinde de bir hareketlilik var. Sonuçta sen bir müzisyen olarak bu durumu nasıl görüyorsun?

Ozan MUSLUOĞLU: İstanbul öyle bir hale geldi ki, ben müzisyen olarak artık bazen, hani bir yandan çaldığım için de çoğunlukla çalıştığım bu geceler hep bu etkinlikler ile çakışıyor ve çakıştığı için de üzülüyorum bazı konserlere katılamadığım için. Ama katılabilsem de yine çakışmalar oluyor ve iki önemli konser farklı mekânlarda iken hangisine gideceğimi bilemiyorum. Mesela geçen sene şöyle bir an yaşandı. Ferid Odman’ın Borusan’da albüm lansmanı vardı. Çok ünlü bir altocuyla konser verdiler. Vincent Herring idi sanırım. Aynı gece Salon’da da Joshua Redman’ın konseri de vardı. Ben her iki saksafoncuyu da çok seviyorum. İkisini de kaçırmak istemediğim için bir tercih yapmak zorunda kaldım. İkisi de muazzam konserlerdi. Her ikisine de gidenler mutlu ayrılmışlardır diye düşünüyorum.

Levent ÖGET: Evet Ozan haklısın bu tip çakışmalar oluyor. Biz de bazı konserlere gidemiyoruz. Üstelik biz program yapımcıları olarak takip etmek istediğimiz halde olamıyor ne yazık ki. Bir trafik var, bir doluluk var. Burada yaşayan müzisyenler açısından ya da dışarıdan buraya ilk defa gelen ya da yıllardır gelip giden müzisyenler açısından bir yanıyla da herkes için güzel bir şey bu sanırım.

Ozan MUSLUOĞLU: İstanbul New York gibi oldu artık. Her gece, her hafta her yerde bir şeyler oluyor. Bir süre sonra artık takip edemiyorsunuz ya da hani gerçekten kendinizi çok iyi programlamanız gerekiyor.

Levent ÖGET: Peki Ozan senin özel bir sorun var mı? Yani her şey böyle bir durumdayken burada yaşayan ve üreten bir müzisyen olarak ‘bu soru benim çok kafama takılıyor’ dediğin bir şey var mı bütün bu atmosfere rağmen?

Ozan MUSLOĞLU: Var tabii, ama aslında soru gibi söylemek de doğru olmaz. Çünkü o programlar eminim ki gelen misafirin programına göre ayarlanıyordur ve çakışmalar bazen belli belirsiz de olabiliyor. İkisinin de aynı günü boş olduğu için ikisinin de aynı güne muhteşem konser olabiliyor. Benim sadece merak ettiğim şey bütün bu çakışan konserler olduğunda bir de maç varsa mesela maç izlemek daha çok tercih ediliyor. Bu ne zaman aşılacak? Bunu merak ediyorum.

Levent ÖGET: Şenay bu noktada sana da söz verelim. Sen ne diyorsun? Nasıl bakıyorsun?

Şenay LAMBAOĞLU: Benim de en konuşmak istediğim konuyu Ozan kapmış oldu. Çünkü benim de bu sene festivallerde en çok keyif aldığım konser Esperanza Spalding konseriydi. Şarkıcı olarak inanılmaz keyif aldım. Yalnızca şarkıcılığı değil ama aynı zamanda sahnedeki duruşu, ışığı, eğlencesi yüzündeki o enerjisi inanılmaz heyecan vericiydi. O yönleriyle de beni çok etkiledi. Geçmiş senelere oranla bu sene birçok festivali takip edebildim. Mesela Erykah Badu festivale katılan şarkıcılardan biridir. O da çok keyif vericiydi. Hani bütün bu olayı sadece caz festivali değil bunun dışında da bayağı eğlenceli bir hale getirdi. Belirli bir zamandan sonra ise artık insanlar sahnede bile dans etmeye başladılar.

Levent ÖGET: Evet, festival bir coşku zaten.

Şenay LAMBAOĞLU: Evet o coşkuyu birebir hepimiz yaşadık. Oturup sadece konseri izleyip, pür dikkat nefesimizi tutup olayı yaşamadık. Coşkuyla güçlendik.

Levent ÖGET: Zaten sen de bu aralar çok yüksek bir enerjiye sahipsin, yeni bir albümün de yayınlandı sanırım.

Şenay LAMBAOĞLU: Evet çıktı ve bugün ilk günü. Raflarda yerini almaya başladı.

Levent ÖGET: Harika, şimdi de sevgili Neşet Ruacan ile görüşelim. Neşet ağabey size zaten özetlemiştim, bildiğiniz gibi gerçekten çok hareketli bir caz trafiği yaşanıyor ve pek çok şey yapılıyor. Siz bir duayensiniz ve bu sene yaşam boyu başarı ödülü size verildi. Çok uzun soluklu bir yolculuğunuz var ve dolayısıyla söyleyeceğiniz de çok şey vardır. Bize biraz anlatabilir misiniz, neler oluyor İstanbul’da caz yaşamında? Siz nasıl bakıyorsunuz, eminim bize bir şeyler söyleyebilirsiniz.


Neşet Ruacan: "Beni en çok sevindiren ülkemizde

aktif olarak caz müziği yapan insanların

çoğalması oldu..."


Neşet RUACAN: Valla son senelerde giderek artan bir ilgi var caza ülkemizde ve bunun da karşılığı geliyor. Çok önemli kuruluşlar bildiğiniz gibi bu işe katkı sağlıyorlar. Tabi beni en çok sevindiren şey ülkemizde aktif olarak caz müziği yapan insanların çoğalması, caz müzisyenlerinin çoğalması oldu.

Levent ÖGET: Haklısınız.

Neşet RUACAN: Sanırım bu on sene içinde bayağı gözle görülür bir yükselme kaydetti. Bu beni çok mutlu ediyor. İsmini duymadığım cazcılar var, yeni tanıştığım cazcılar var ki bu biraz imkânsızdı! Yani benim bilmediğim birisi olamazdı. Veya benim yaşımdaki birisinin. Şimdi böyle bir durumdayız, böyle bir çağı-zamanı yaşıyoruz. Onun için çok mutluyum. Bu çok sevindirici bir şey benim için.

Levent ÖGET: Harika! Böyle düşünmeniz ve enerjiniz gerçekten bizi de heyecanlandırıyor. Üstelik genel kültür politikalarındaki bir tutukluk ve sakinlik diyebileceğimiz bir duruma rağmen, inadına bazı şeylerin enerji bulması ve gelişmesi gerçekten çok sevindirici. Bunda sizlerin çok büyük katkısı var.

Neşet RUACAN: Sağolun, valla işte hep beraber cazseverler, müzikseverler bir araya geliyorlar. Ayrıca bir başka sevindirici şey de, Türkiye’deki klasik müzik camiası hem aktif müzisyenler ve müzikseverler olarak da cazı tanımada çok çabuk davrandılar. Yani bir zamanlar bir tutukluk yaşandı. Fakat şimdi bu klasik müzikseverler ve çağdaş müzikseverlerde de caza karşı muazzam bir ilgi var. Zaten çağdaş müzik bestecileri de, yeni besteciler cazın içindeki iletişim metodlarını merak ediyorlar. Ve bunları kendi çağdaş müzisyenlerine de, çağdaş müzik yapan müzisyenlere de açık pasajlar vererek ya da soloya açık bölümler vererek aşağı yukarı cazın protokolüne benzer açılımlarla müzisyenin bireysel katkısının eserin içine daha fazla ne kadar katabiliriz diyerek bunun hesabını yapıyorlar.

Levent ÖGET: Çok güzel bir konuya değiniyorsunuz…

Neşet RUACAN: Sanki dünya döne döne doğru bir yere geldi. Caz müziği aslında en iyi müzik.

Levent ÖGET: En iyi müzik dedi Neşet ağabey, üstad gerçekten de çok iyi konulara değiniyor bu çok önemli… çağdaş müzikçiler ile ilgili yaptığı saptamalar özellikle değil mi Ozan? Tabi burada çok önemli bir etken de şu bence; İletişim teknolojileri bütün bunların çok hızlı bir biçimde birbirine aktarılmasını da sağlıyor. Bulunduğumuz çağın güzel taraflarından biri de bu. Bunların da etkisi olduğunu düşünüyorum. Herkes her şeyin farkına varmak ile ilgili olarak (bunun üstüne kurulu olmasa bile) en azından açık kapıları bulabiliyorlar ve buralardan ilerleyerek araştırmalarını yapabiliyorlar. Sen nasıl düşünüyorsun bunlarla ve Neşet ağabey’in söyledikleriyle ilgili olarak?


Ozan Musluoğlu: "Artık YouTube gibi bir faktör

var. Hiç duymadığınız biri orada karşınıza

çıkabiliyor..."


Ozan MUSLUOĞLU: YouTube gibi bir faktör var. Hiç duymadığınız biri orada karşınıza çıkabiliyor. Tabi bu çok önemli bir şey, insanların ya da enstrümantalistlerin kendini geliştirirken birbirinden etkileşerek, birbirinden faydalanarak bazı şeyleri öğrenmesini ilerleten de bir şey. Bu sayede de dünyada olup biten her şeyden haberdar olabiliyorsunuz. Ya da bir yerdeki bir konseri internette paylaşabiliyorsunuz. Sizi takip edenler de nasıl müzik yaptığınızı böylelikle görebiliyorlar. Hatta Kerem Ağabey’de başlatmıştı böyle bir şeyi, “caz hareketi” diye bir şeyi başlatmıştı. Günün belli saatlerinde her gün çok güzel parçaları twitter’dan yayınlıyor ve böylelikle onun takipçisi olanlar da oradan onun yayınladığı parçaları dinleyebiliyorlar. Haftanın bazı geceleri de vokal ya da saksafoncu geceleri biçiminde yapıyordu bu yayınladıklarını. O saksafoncunun farklı farklı kayıt ve yorumlarını, videolarını you tube vasıtasıyla twitter’da paylaşıp herkesin birbiriyle kaynaşmasını sağlıyordu bu hareket. O bir saat gerçekten de öylesine hızlı geçebiliyordu ki bir vakit sonra neredeyse yarış yapar hale gelebiliyorsunuz. “Kim neyi paylaşmış”, “kim hangi parçayı koymuş”, “yok ben onu koymayayım, başka bir parçasını bulayım” derken o saksafoncu ile ilgili bir caz araştırması içinde buluyorsunuz kendinizi. Bu çok güzel ve bu işin tuzu biberi oluyor. Bir çeşit keyif oluyor.

Levent ÖGET: Haklısın, işte bu çağın, bu dönemin avantajları bunlar. Kerem Görsev belki de en çok albüme sahip Türk cazcılarından birisi yanılmıyorsam. Ama sen çok büyük zorluklarla ilk albümünü yayınladın ve iki albümün var değil mi?

Ozan MUSLUOĞLU: Evet, üçüncüsü de yolda.

Levent ÖGET: Demek üçüncü de yolda. Şenay seninki?

Şenay LAMBAOĞLU: Benim ilk albümüm ama daha önce farklı projelerde de yer aldım. Evet, benimki de bayağı zorluklarla gerçekleşti.

Levent ÖGET: Evet, herkes zorluklarla albüm çıkarıyor. Ancak öte yandan tıpkı Neşet Ruacan gibi daha hiç albümü olmayanlar da var.

Ozan MUSLUOĞLU: Bir şeyi ispatlamak için değil de herkes kendisi için yapıyor albümü. Oraya harcadığım para da gerçekten beni hiç rahatsız etmedi bugüne kadar. ‘Harcanmış’ gibi de hissetmiyorum. Herkesin kendini mutlu hissedecek farklı şeyleri vardır. Beni de böyle şeyler mutlu ediyor. O yüzden de o zorluklar bana zorluk gibi gelmiyor.

Levent ÖGET: Bu sizin açınızdan böyle olsa da caz dinleyicisi için de gelinmiş olan noktada artık başka bir mecra başka bir yol var şu an. İnsanlar caz müziğini dinlerken, o kültürün içersinde olabilmek için mekânlara ya da festivallere o konserlere gidiyorlardı. Fakat bundan daha da önemlisi bütün o yapıtları bir medyanın içinde dinleyebiliyorlardı. Bununla ilgili bir sıkıntı da (pozitif anlamıyla) bir bakıma ortadan kalkmış oldu. Evet, sanatçılar bununla ilgili olarak her seferinde maddi geri dönüşleri alamıyorlarsa da, albüm çıkarmak maddi açıdan yalnızca o sanatçıyı tanıtmak ve onu ortaya koymanın sonucunu sağlayabiliyorsa da pek çok insana ulaşılabiliyor olması maddi zorluklardan daha önemli bir hale gelebiliyor. Ne dersiniz karmaşık bir durum galiba? Yani burada sizi rahatsız eden şey nedir? Caz yaşamı içinde mutlaka ‘albümlü’ mü olmak gerekiyor? Albüm sahibi olmamak bazı müzisyenleri üzebiliyor. Ya da tersi albüm sahibi olmak bir o kadar sevindirici olabiliyor. Siz bunlara nasıl bakıyorsunuz?

Şenay LAMBAOĞLU: Şimdi Neşet Ruacan gibi bir ustanın albümünün olmaması aslında onun için çok büyük bir kayıp değil. Çünkü kendisi bütün Türkiye’nin, bütün dünyanın tanıdığı bir gitarcı oldu. Ozan’a katılıyorum bir albüm hazırlarken, hele bir de bir caz albümüyse zaten maddi anlamda çok da fazla geri dönüş olmadan yola çıkılıyor. Temel amaç, yaptıklarımızı insanlarla paylaşmak ve kişisel bir tatmin oluyor. Eğer olumlu anlamda geri dönüşler de oluyorsa tabi bu çok büyük bir şey ama olmadığı zaman da çok da büyük bir kayıp olmayacaktır. Aslında mutlu olmak için yapıyoruz.

Levent ÖGET: Şenay şimdi bu söylediğini çok da iyi hissedebilecek birisi de Ayşegül Yeşilnil’dir diye düşünüyorum. Bildiğim kadarıyla o da zorluklarla elde edilmiş olan bir albümün sahibi ve çok uzun soluklu bir müzik yaşamına sahip bir caz vokalisti olarak da hem Türkiye’deki hem de İstanbul’daki caz kültürüne, caz ortamına büyük katkıları oldu. Ama Ayşegül’den dinleyelim şimdi, soru bile sormaya gerek kalmadan, sevgili Ayşegül yıllardır içinde bulunduğun tüm bu yolculuktan sonra bütün bir realite ile bu konularla ilgili bize anlatacakların olduğuna eminim.


Ayşegül Yeşilnil: "Sanatın ve sanatçının

yanındayız klişe olmasın, büyük kuruluşların

gerçek desteklerinin de olması gerektiğine

inanıyorum..."


Ayşegül YEŞİLNİL: Her şeyden önce kutluyorum bütün bu güzel konulara değindiğiniz için harikasınız. Hepiniz çok tatlısınız. Neşet Ruacan hocamız, canımız ağabeyimiz. Onur duyuyorum, 15 yıldır onun quartet’inde, quintet’inde onun bastığı akorlar eşliğinde şarkı söylüyor olmaktan şeref duyuyorum. Nihayet bu sene onur ödülünü de aldı. ‘Yaşayan efsane’ olarak gördüğüm büyüklerim takdir görüp kitlelere ulaştırılıyor böylelikle. Ayrıca az önce konuşulan konu üzerine, albümlerle ilgili konu üzerine de yorum yapmak istiyorum. Bizlerin daha geniş kitlelere ulaştırılmasındaki en önemli yollardan bir tanesi ses kayıtlarının iletilmesidir. Her şeyden önce de bunun üretilmesidir. Tabii bu stüdyo ya da canlı kayıtlar biçimlerinde olabilir. Kayıt benim yaşamımda o kadar önemli ve değerli ki; bunu ilerlemiş yaşlarımda bana armağan edilmiş olan ve makara teyplerdeki iki buçuk yaşımdaki sesimden bilebiliyorum. O iki buçuk yaşındaki “Ayşegül”, “I Love Paris” söylüyor. Bu benim için “şok” geçirtici bir şey olarak, bir kayıt olarak elimde duruyor. Öyle ki kayıtların ne denli önemli olduğunu işte ben o gün anladım. 1995 yılında “Rüzgâra Şarkılar Söyle” adında bir albüm yaptım. İstanbul’da yaşayan tüm değerli arkadaşlarım, büyüklerim; Neşet Ruacan, Önder Focan, Bülent Ortaçgil ve hepsi sevgileriyle, akorlarıyla emek verdiler ve bu albüm halen dinlenilen bir albüm, yani çöpe atılmadı. Halen TRT’de de çalınan bir albüm. Dolayısıyla ses kayıtlarının kitlelere ulaşımdaki en önemli role sahip olduğunu söyleyebilirim. Buna inancım çok büyük. Ancak bir caz müzisyenine gelirsek; Her zaman ‘pembe’ baktığım hayata yine ‘pembe’ bakarak ve bakmaya devam edecek biri olarak söyleyebilirim ki, var olan gerçeklerle birlikte bir caz müzisyeni nasıl kazanır ki-nasıl bir albüm yapabilir bir sponsoru olmadığı takdirde? Bu noktada ise; ülkedeki o ‘sanatın ve sanatçının yanındayız’ sloganı ile her an var olan o büyük kuruluşların ‘gerçek’ desteklerinin de olması gerektiğine inanıyorum. Özellikle kendi ülkesinde yaşayan sanatçılara bunun gösterilmeleri gerekiyor. Çünkü burada çok değerli insanlar var, çok değerli bir de gençlik geliyor. Orta kuşakta da çok kıymetli insanlar yaşıyor. Oysa yalnızca albümleri olan insanların isimleri zikrediliyor. Burada yanlış bir şeyler var. Çok üzülerek söylüyorum ki, bazı insanların Neşet Ruacan’ın adını duymamış olduklarını söylemeleri benim içimi acıtıyor. Çünkü “albümü yok ki” diyorlar, ama böyle bir şey olamaz! Bir duayenin adını herkesin, her yaş gurubunun duyabiliyor olması lâzım.

Levent ÖGET: Ayşegül bir yandan da işte az önce senin de söylediğin gibi İKSV’de ‘yaşam boyu başarı’ onur ödülü vererek bir kitlenin takdirini sanatçıya iletmiş oluyor. Hak ettiği yere getirmeye çalışıyor.

Ayşegül YEŞİLNİL: Elbette bir kitle de takdir ediyor ama benim söylediğim çok daha başka bir şey aslında. Çok daha yaygınlaşması gerekiyor. Çünkü en üst düzeyde müzik yapılıyor.

Levent ÖGET: Peki sence neler yapılmalı?

Ayşegül YEŞİLNİL: Az önce Neşet Ruacan’ın da bahsettiği gibi en son varılan yer artık nirvana, caz öyle bir şey; özgürlüklerin müziği, dünyadaki en özel müzik, en seçkin müzik. O zaman özellikle Türkiye’de yaşayan kapital sahibi şirketlerin, Türkiye’de yaşayan değerlere sahip çıkması ve bu değerlerin daha yaygınlaştırılmış hale getirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Benim vurgulamak istediğim şey bu. Çünkü caz kulübü çalışmalarında bir caz müzisyeni sadece günlük yaşamını sağlayabilir. Bir sanatçı üstelik her gece bir caz kulübüne çıkamaz, çünkü o kadar caz kulübü yok. Keşke o kadar caz kulübü olsa ülkemizde. Onlarca, yüzlerce olsa ama yok. İşte ayda bir gece çıktığın bir caz kulübünde de yaşamını idame ettirmek gibi bir sorunla karşı karşıya kalıyorsun. Dolayısıyla böyle bir durumdayken ayakta durabilmek için, gerçekten de yaptıklarınızın büyük bir şeyle karşılaşması için mutlaka bir destek sağlanması gerekiyor. Ben destek olunmasından yanayım. Ayrıca sürekli festivallerde de aynı isimlerin döndürülmesi doğru değil. Çünkü çok özel insanlar var ve o insanların mutlaka diğer insanlarla ve caz dinleyicileriyle buluşturulması gerekir. Bu bir görevdir. Bu işyerlerinin görevidir, bu festival düzenleyicilerinin görevidir, sponsorların görevidir. Yani zaten kısıtlı belli bir çerçeve içerisindeyken Türk caz müzisyenlerinin ayrıca minicik bir çerçeveye sıkıştırılmaması gerekir.

Levent ÖGET: Ama öte yandan Ozan burası New York’a döndü diyerek çok fazla etkinlik ve konser olduğunu da söylüyor. Haliyle bunlarda bunun diğer kazanımları. Yani sponsorlar aslında çok önemli bir sayıda etkinliği de ciddi bir biçimde hayata geçirerek desteklemiş oluyorlar.

Ayşegül YEŞİLNİL: Bakın adı üzerinde zaten NewYork’a döndü derken ‘yabancı isimli insanlara’ daha fazla destek veriliyor. Benim zoomlamaya çalıştığım nokta bambaşka bir nokta. Elbette onlar da gelecekler, elbette buradaki insanlar onları da dinleyecekler, bu bir alışveriştir. Onların seslerinden etkilenecek olan bir sürü genç müzisyen olacak, bizler de öyle büyüdük. Ben Steve Swallow’u dinlediğimde sanırım 18-19 yaşındaydım. Buster Williams’ı ilk kez dinlediğim de daha Nezih’le nişanlıydım, neredeyse küçük bir genç kızdım o zamanlar. İlk dinlediğim insanlar beni de çok etkilemişlerdi. Haliyle onlar tabi ki gelecekler, sonuna kadar gelsinler ama Türkiye’de yaşayan insanlar var. Onlara da mümkün olduğu kadar kucak ve sahne açsınlar istiyorum. Destek olunmasını, çok daha fazla destek olunmasını istiyorum. Hem genç kuşağa, hem bizim kuşağımıza hem de daha büyüklerimize destek olunması gerekiyor.

Levent ÖGET: Sevgili Ayşegül söylediklerinin hepsi eminim hem cazseverlere hem de ilgili yerlere ulaşacaktır. Bu değerli bilgileri bizimle paylaşman çok güzel oldu.

Ayşegül YEŞİLNİL: Teşekkür ederim. İnşallah yeni bir ses kaydı daha olur. Belki sahne kayıtlarından oluşan bir yeni albüm hazırlamayı düşünüyorum. Çok güzel şeyleri her zaman olduğu gibi yeniden paylaşmak isterim. Bilmiyorum neler olup bitecek ama sahne benim için çok daha ateşli ve canlı. Bu arada Ozan’a ve Şenay’a da albümlerinde başarılar diliyorum, yolunuzun açık olması beni mutlu eder. Sizlerin iyi şeylere layık olduğunuzu ve bunu da hak ettiğinize inanıyorum. Harikasınız ve iyi ki varsınız.

Levent ÖGET: Sevgili Ayşegül uzun yıllar caz dinleyicisi ile çok fazla temas kurmuş olan biri olarak bunları böyle değerlendiriyor. Ancak her ikiniz de daha yeni bir kuşağa ait caz müzisyenlerisiniz. Ortak yönlerinizden biri ise fark ettim ki hem sen (Ozan) hem de Şenay’ın Almanya doğumlu olmanız.

Ozan MUSLUOĞLU: Öyle mi bunu bilmiyordum.

Şenay LAMBAOĞLU: Ben de bilmiyordum.

Levent ÖGET: Ozan senin eğitimin burada ve buradan yetişmiş bir müzisyen olarak hem müzisyenler arasında hem de cazseverler arasında epey sahiplenilmiş bir durumdasın. Çok da güzel bir yükseliş gösteriyorsun. Sen bu caz dinleyicisi ile gerçek bağlar kurabildiğine inanıyor musun?

Ozan MUSLUOĞLU: Dışarıdan nasıl göründüğünü ben gerçekten bilmiyorum. Böyle söylediğiniz zaman da size şaşırarak bakıyorum. Ben bir yolda ilerlemeye çalışıyorum ve o yolun da ne kadar zor olduğunun da farkındayım. Yaptığım hiç bir şeyde bu güne kadar hiçbir iddiam olmadı. Sadece çok özel ve güzel bulduğum bu müziği yapabiliyor olduğum için çabalamaya devam ediyorum. Ayşegül ablanın anlattıklarında çok fazla doğruluklar var. Tabii ki ülkemizde gerçekleşen sayısız festivallere sayısız sponsorluklar olunuyor. Özellikle de Kültür Bakanlığı nezdinde inanılmaz paralar harcanıyor. Hatta geçen yıl bir köprünün üzerindeki koca bir afişi belki sizde fark etmişsinizdir. Kültür Bakanlığının o sene ki ayırdığı fon ile ilgiliydi. O fonun nasıl kullanıldığı nerelere harcandığı, caz müziği oradan nasibini alabildi mi, alamadı mı, bunlarla ilgili müzisyenler işin o kısımlarını tabii hiç bilemiyor. Çünkü kafalarında öyle bir dünya yok. Ben o olayın sadece müzik kısmında kalmayı tercih ediyorum. Dışarıdan bunu takip eden bir ekibin olması hem müzikleri hem ilişkileri zannediyorum ki daha sağlıklı ilerletir. Değil mi?

Levent ÖGET: Evet, şimdi de Şenay’ın bu noktadan düşüncelerini devam ettirmesini rica edeceğim ama bu konuya bir şey de eklemek istiyorum. Arada bu bağlantıları kuracak insanların da yetişmesi gerekiyor kanımca? Anladığım kadarıyla bunlarda da eksiklikler var.


Levent Öget: "Konserleri iyi anlatan haberler

yapılmıyor..."


Şenay LAMBAOĞLU: Evet var fakat ben dışarıdan olaya baktığım zaman şunu gözlemliyorum. Çevremde caz müziğiyle çok fazla tanışmamış insanlara baktığımda ya da onlarla konuşabildiğimde aslında caz müziğinin daha elitist bir zümreye ait bir şey olarak algılayabiliyorlar. Ama az önce de sözünü ettiğimiz o iletişim araçlarının artık her geçen gün çoğalması ve insanların internet ortamından dünyadaki bütün olan biten müzikleri takip edebiliyor olması, ya da işte konserlerin artması belki son yıllarda bu yanlış yargıyı biraz kırabiliyordur. Ve konserlerin taleplerinin bu kadar fazla olmasına da etken olmuştur diye düşünüyorum. Ama seyirci - dinleyici ile müzisyen arasındaki o köprüyü sağlayacak olan basın ve iletişim organlarının da belki bu anlamda bu doğrultuda daha doğru bir yol izlemesi gerekiyordur. İşte orada bir kopukluk var gibi geliyor bana. Çünkü bazı şeyler yanlış aktarılıyor.

Levent ÖGET: Haklısın, biz bunu geçen toplantımızdaki eleştirmen, caz yazarları gurubumuzla da biraz konuştuk. Evet, çok detaylı bir konuşma değildi, biraz etrafında dolaştık, galiba fazla içine giremedik ama benim düşünceme göre de mesela caz ile ilgili yazılarla konserleri iyi anlatan haberler yapılmıyor. Haliyle ön okuma çok önemli olduğu için konserlere gidecek insanlar ne ile karşılaşacaklarını mutlaka çok da araştırmaları gerekmiyor. Bazen de bu tip bilgilerle de bunu sağlayabilirler. Aslında buralarda da eksiklikler var kanımca.

Şenay LAMBAOĞLU: Kesinlikle öyle.

Ozan MUSLUOĞLU: Aslında ben şimdi yine YouTube’a dönmek istiyorum. Az önce Ayşegül ablanın da söz ettiği gibi bir sanatçının illaki bir albümü olması gerekmiyor bir açıdan. Çünkü o müzisyenin bir yerlerde çekilmiş bir görüntü ya da ses kaydı illaki internete düşmüştür. Zaten merak eden ve araştıran enstrümantalistler o değerli müzisyeni biliyor ve farkındadırlar, tabi bu da büyük bir faktör bir yandan da. Mesela diyelim ki bu akşam hayatınızda hiç duymadığınız birinin konseri var ve bu akşam siz gidiyorsanız, kimdir? Nedir, nasıl müzik yapıyor öğrenmek mi istediniz? Çok basit; hemen giriyorsunuz YouTube’a bakıyorsunuz hoşunuza gidiyorsanız gidiyor, hoşunuza gitmezse gitmeyip, belki de elinizdeki bileti bir başka birilerine yönlendirebiliyorsunuz. Böyle şeyler de yaşanabiliyor.

Levent ÖGET: Evet, bu durumların bir avantajı var belki ama buna küçük bir eleştiri de ben katmak istiyorum. Bu biraz hızlı tüketime giriyor ve orada bazı sanatçılara belki hakkını verememek gibi bir durumu da doğurabiliyor. Aslında galiba günümüzün en büyük problemi de bu, bu hızlı tüketimle ilgili bazı şeyleri de kaçırabiliyoruz. Söylediğim gibi avantajları tabi var ama dezavantajları da var.

Şenay LAMBAOĞLU: Evet doğru.

Ozan MUSLUOĞLU: Ama şimdi mesela hiç bilmediğimiz bir tarz olduğunu düşünelim. Mesela swing dinlemek istiyorsunuz. Bir gidiyorsunuz ki orada bambaşka bir müzik var!

Levent ÖGET: Evet, orada bir fikir verebiliyor.

Ozan MUSLUOĞLU: Evet, yani gerçekten o müzik tarzında bir gece geçirmek istemiyorsanız işe yarayabiliyor. Haliyle de o konuda çok keskin kararlar verebilmenize de neden olabiliyor.

Levent ÖGET: Peki aslında bu caza çok yüzeysel bakan ya da içine yeni yeni giren insanların sorunları olabilir. Biz biraz daha bu konunun içerisinde olan bir kesim için konuşmalarımızı sürdürelim şimdilik. Şenay sanırım sen de bir şey eklemek istiyorsun bu konuya?

Şenay LAMBAOĞLU: Evet, aklıma şöyle bir şey geldi şu anda; Öyle müzisyenler var ki gerçekten çok değerli, çok kıymetli ama YouTube ile ya da internet ile fazla ilgisi yok. Ama diğer taraftan da daha orta standart bir müzisyen diyelim o da internet ile ya da diğer iletişim araçlarını daha iyi değerlendirebiliyor olduğu için de yaptığı sanatı biraz daha şişirebiliyor. Haliyle bu anlamda da bazen biraz daha haksız bir durum da söz konusu olabiliyor. O yüzden de o da bazen yanlış bir değerlendirmeye neden olabilir diye düşünüyorum.

Levent ÖGET: Evet, haklısın olabilir. Şimdi bir başka kontrbasçı sevgili Nezih Yeşilnil’e biraz kulak verelim isterseniz? Nezih’de tıpkı eşi Ayşegül Yeşilnil gibi müzisyenlik hayatında uzun yıllardır varlığını sürdürüyor. Nezih’in de bir albümü yok ve sanırım YouTube ile de pek ilgisi olmadan kendini kanıtlayabilmiş isimlerden biri.

Ozan MUSLUOĞLU: Ama benim bahsettiğim şeyi müzisyenlerin kendisi yapmıyor aslında. Biliyorsunuz artık kullandığımız telefonların neredeyse hepsi konser sırasında aldıkları görüntü kaydını internete koyabiliyor. Dinleyen insanlar hoşlarına giden konseri mutlaka kaydedip bilgisayar ortamına bir biçiminde aktarmış olabiliyorlar. Haliyle de internette de çok rahat bulunabiliyor. Ben bunu o anlamda bahsetmeye çalıştım.

Levent ÖGET: Peki Nezih Yeşilnil ile devam edelim şimdi de. Sevgili Nezih nasılsın? Neler yapıyorsun bu sıralar?


Nezih Yeşilnil: "Zamanımızın ve yeteneğimizin

kıymetini bilmemiz lazım..."


Nezih YEŞİLNİL: İstanbul dışında bir yerde çalıyorum bu aralar ve çalıştığım yerde caz dışına da çıktım valla şimdi Ozan ile Şenay şaşıracaklardır ama güzel şeyler bunlar, şöyle ki; farklı şeyler de çalabiliyoruz ve örneğin ZZ Top, Pink Floyd’da çalıyorken grupta bana jazz-bass’ımla sololar atabilecek boşluklar bırakıyorlar. Hem de bunu çaktırmadan yapıyorlar. Ben de bütün bu çalışmaları başka bir yöne doğru götürmeye çalışıyorum, sonuçta da dinleyen insanların hoşuna gidiyor bu durum.

Levent ÖGET: Havayı değiştiriyorsunuz yani? Pekâlâ, Nezih’ciğim sen de eşin Ayşegül gibi son derece aktif bir müzisyenlik hayatı içindesin. Eğitmenlik yönün de var bir yandan da…

Nezih YEŞİLNİL: Evet yani işte aktarmaya çalışıyoruz bilgilerimizi.

Levent ÖGET: Evet ancak sen daha çok, yıllar içinde kulüplerdeki çalışmaların sırasında caz dinleyicileriyle çok yakın temasta bulunmuş oldun. Belki de biraz bunu sormam gerekiyor. Sen caz dinleyicisi ile gerçek anlamda bir bağ kurabildiğini hissediyor musun?

Nezih YEŞİLNİL: Ah! Tabii “açıkhava”ya gidenler ile bağ kuramıyoruz çok! Kusura bakmasınlar ama onlar daha medyatik müzisyenleri dinliyorlar. Orada çalan müzisyenlere hiçbir lafım yok benim ama salon dolduğunda eğer 4.000 kişi oluyorsa bunun yüzde onu 400 onun da yüzde onu 40 kişi eder. Bu sayıdaki dinleyici bile örneğin Nardis, Babylon ya da bunun gibi caz kulüplerini bayağı bir iş yapar hale getirir. Değil mi? Ama maalesef o insanlar ortada pek yoklar. Ben yine de özellikle bu ‘cinemascope’ projemde öncelikle kar ve Fenerbahçe maçı olduğu günler gibi günlerde Nardis’i doldurabilmiştim. O yüzden ‘bağ kurabiliyorum’ diyeceğim. Ancak bu yanıltıcı bir cevap olabilir. Ben yine de bağ kurabiliyorum diyorum, geliyorlar, dinliyorlar, öyle veya böyle bu gerçekleşiyor. Ama beğeniyorlar, beğenmiyorlar onu ben bilemem artık. Özellikle bu proje ‘cinemascope’ çalışmam iyi ve başarılı gidiyor. Ayşegül ile olan konserlerimizde ise bir caz kulübü olmayacak konumdaki aykırı bir yerde bile Shaft’daki konserlerimizde de durum böyle. Orada da iyi gidiyor. Valla demek ki gerçekten de ‘kitle iletişim araçları’ internet falan tıpkı Ozan’ın da ısrarla değindiği gibi bir şekilde biraz faydalı oluyor buraya galiba?

Levent ÖGET: Evet Ozan özellikle bunu belirtiyor. Peki, yeniden eğitmenlik konusuna geri dönelim. Bütün bir yıl içersinde olup biten konserler ve etkinlikler yüklü ve bütün bu caz trafiği canlı ve yüksek ancak yine de sürekli eklenen yeni kuşaklarla bu işin içine yeni katılanlar var. Bütün bu genç ve yeni katılımcıyı sen nasıl görüyorsun, öğrencilerinden aldıkların doğrultusundaki değerlendirmelerin nasıl? Bu dünyanın içinde olmak isteyen bu genç ve yeni insanlar sen de nasıl bir etki ve düşünce uyandırıyor?

Nezih YEŞİLNİL: Görmek tabii ki ilgiyi arttırıyor bir kere, bunu inkâr edemeyiz. Bir şeyi canlı olarak görmek çok farklı oluyor. Görmeseniz bile etkinliklerin gerçekleşmesi insanları heveslendirmesi açısından çok önemli. Bir ses, bir renk, bir şey olarak insanlar ona yöneliyorlar. Tabii ki çok etkili ama şöyle bir şey de var çağımızda; her şey çok hızlı ya? Haliyle yeni nesil de hemen olsun istiyor ama işte o hemen olamıyor tabii. Ozan’cığım anlatsın bu işte başarılı bir şekilde ilerleyebilmek için kaç yıldır emek sarf ediyor. Daha dün gibiydi ama bakın kaç yıl oldu.

Ozan MUSLUOĞLU: Daha başındayız Nezih ağabey.

Nezih YEŞİLNİL: Eh! Zaten sonu da yok ki… Tabii ki çok etkili olarak söylediğim gibi bir kere enstrümanların olması çok önemli. Hani bu klasik hikâyedir ya? ‘bizim zamanımızda bir şey yoktu ki’ denir. Enstrümanlar, iletişim araçları, işte telimizden-penamıza kadar her şey var artık. Şükürler olsun yani ama onu iyi değerlendirip zamanımızın ve yeteneğimizin kıymetini de bilmemiz lâzım.

Levent ÖGET: Yıllardır emek veren bir kontrbasçı olarak sevgili Nezih, senin nasıl da mücadeleci bir müzisyen olduğunu söylüyor Ozan? Bunun için söyleyeceğin bir şey var mı?

Ozan MUSLUOĞLU: Evet, kontrbas gerçekten mücadele edilen bir enstrüman. Hatta o mücadelede bazen sakatlanabiliyorsunuz da, öyle ki Nezih ağabey de bir sakatlık geçirmişti zaten. Ben de son altı aydır bir boyun fıtığı problemi yaşıyorum. Tabii bu da size uyuşma ve ellerinizde güç kaybı olarak geri dönebiliyor. Hani müziğin yanında böyle şeyler için de mücadele vermeniz gerekebiliyor.

Levent ÖGET: Evet, benim eşim de bir çellist ve ondan da çok duyuyorum; Müzisyenlerin ortak problemlerinden biri olarak enstrümanlarıyla uğraşırken bu kadar iç içe oldukları süre içersinde ‘müzisyen hastalığı’ denebilecek bu konuları yaşayabiliyorlar.


Şenay Lambaoğlu: "En büyük hayalim

Açıkhava`yı doldurabilmek..."


Ozan MUSLUOĞLU: Maalesef ki hep söylediğim bir şeydir; “en son çaldığınız kadar iyi çalıyorsunuz.” Hep iyi formda tutmanız gerekiyor kendinizi tabi bu psikolojinizi de bazen kötü bir yönde de etkileyebiliyor, bazen iyi bir gece geçiremeyebiliyorsunuz. Tabii iyi bir gece de olabiliyor ama onun orantısını iyi bir şekilde yakalamak için de sürekli bir şekilde iyi ve disiplinli olarak çalışmak gerekiyor. Büyükşehirde ve İstanbul koşullarında o sürekliliği bazen sağlayamayabiliyorsunuz ama çok eğlenceli ve zevkli bir şey olduğu için ve buna hayatınız boyunca bir hobi olarak baktığınızda bunun bir şekilde bir yerinde olduğunuzu görebilirsiniz. Dolayısıyla da o yolda yürümeye devam ediyorsunuz. Tabi yürüyebildiğiniz kadar da yürümelisiniz diye düşünüyorum.

Levent ÖGET: Ozan yeni bir albümden söz etmiştin kısaca ondan da söz edebilir misin?

Ozan MUSLUOĞLU: Bu albüm 2012 bitmeden yayınlanabilecek. Çok değerli 12 caz piyanistimiz var albümde. Onların kendi dünyalarına kendi parçalarıyla piyano trio formatıyla girip çıktık ve çok da keyifli bir çalışma oldu. Davuldaki sürekli isim de Ferit Odman oldu.

Levent ÖGET: Şenay sen gerçekten de bu son albüm ile ilgili hazırlıklarda zor bir dönem mi geçirdin?

Şenay LAMBAOĞLU: Aslında o kadar şanslı bir dönem geçirdik ki. 2012 Şubatta yaptık kayıtları ve 2012 Ağustosta yayınlayabildik albümü. Hatta benim yaş günüme yetiştirmek de ayrıca çok keyifli oldu. Bunun benim için ömrümün sonuna kadar çok güzel bir anısı olacak herhalde? Ama hazırlık aşaması çok uzun sürdü. Bir yıla yakın nasıl bir şey yapacağım ve kimlerle yapacağım konusunda sıkıntılı bir süre yaşadım. Ancak başladıktan sonra da her şey yolunda gitti. Şimdi ise çok doğru insanlarla çok doğru bir iş çıkarttığımı düşünüyorum.

Levent ÖGET: Peki, hayallerinde şarkı söylemeyi düşündüğün çok özel bir yer var mı? İstanbul için soruyorum bunu. İstanbul’lu cazseverler adına soruyorum biraz da. Yani bu öyle bir yer olmalı ki ‘ben müziğimi şöyle yapabileyim’ diyebileceğin bir yerden söz ediyorum.

Şenay LAMBAOĞLU: Tabii ki her müzisyenin olduğu gibi benim de böyle bir hayalim var. Aslında iki büyük hayalim var. Çocukluğumdan bu yana dünyayı gezmeyi hep hayal etmişimdir. Farklı şehirleri ve kültürleri tanımayı istedim hep. Ayrıca yaptığım müziklerle festivallere katılmayı da çok arzu ederim. Ama en büyük hayallerimden biri de tabi ki İstanbul’da “Açık Hava”yı doldurabilmek!

Levent ÖGET: Umarım gerçekleşir.

Şenay LAMBAOĞLU: İnşallah…

Levent ÖGET: Şimdi de Kerem Görsev’e soralım. O da uzun soluklu caz müzisyenlerinden biri ve o da pek çok albüm hazırlamasına karşın hâlâ aynı hızla yeni bir şeyler için bunu sürdürmekten kendini alamıyor.

Şenay LAMBAOĞLU: Evet aslında bu konuda bize en büyük cesareti veren insan Kerem Görsev bence de…


Kerem Görsev: "Çizgimizi bozmadan müzikal

karakterimizi geliştirerek ilerlememiz gerekiyor..."


Levent ÖGET: Kerem sen yeni bir albüm daha mı hazırlıyorsun?

Kerem GÖRSEV: Valla benim hiç gizlim saklım yoktur. Evet hazırlıyoruz. Tribute to Bill Evans diye bir proje hazırladık. Bitti ve şimdi de kaydını yapacağız. Belki biliyorsunuzdur benim dünyada en fanatik aşığı olduğum ve gurum olan isim Bill Evans’dır. Alan Broadbent’in de Bill Evans. Ayrıca Red Garland, Tommy Flanagan, Phineas Newborn’u çok severim. Bir röportajında okudum, aynı isimlere Alan Broadbent’in de yakın olduğunu gördüm. İkimizin de hayalleri onunla aynı. Tabii o benden çok daha büyük ve tecrübesi olan bir piyanist ve orkestra şefidir. O bir projemizi yazdı, ben bestelerimi verdim ona, ufak ufak yazdı verdi. Aslında üç tane proje yazıyordu, bir Paul Mc Cartney, bir Diana Krall bir de benimkiydi yazdıkları. Diğerleri çıktı. Benimki de, Alan Broadbent 2013 Şubat’ta Türkiye’ye geldiğinde iki farklı konser için iki farklı şehirde Ernie Watts’ı da yanımıza alarak sahneye çıkacağız. Bursa Senfoni’yle gerçekleşecek bu konserin ardından Ankara’ya, İzmir’e ve yurt dışına da devam edeceğiz ve sözünü ettiğim bu Bill Evans Tribute projesi de bu yolculuklar sırasında yaylılar içinde düzenlenmiş bölümleriyle hayata geçecek. Bütün yazılımları bitti ancak bu yalnızca yaylılar için değil, büyük bir orkestra da var. Nefesliler de var, french hornlar, trombonlar var…

Levent ÖGET: Ne kadar aktifsin Kerem.

Şenay LAMBAOĞLU: Ben takip edemiyorum.

Levent ÖGET: Biz takip edemiyoruz artık Kerem, üstelik benim bunlara eklemek istediğim başka şeyler de var. Sen yıllarca TV da caz müziği programı da yaptın ve şu sıralar sanırım Twitter üzerinden de bir şeyler yapıyorsun. Bestelerin, albümlerinin fazlalığı derken epey yüklüsün. Gerçekten de cazseverler sana epey şey borçlular diye düşünüyorum. Bu aktif konumunda iken sana bir soru sormaktan çok senin bize söyleyeceğin bir şey var mı demek daha uygun sanırım. Lütfen bizi aydınlatabilir misin? Sen söylemek istediklerini yıllarca yaptıklarınla söylüyorsun da şu anda burada bizim için özellikle belirteceğin bir şey var mı?

Kerem GÖRSEV: Evet var. Ve çok önemli bir şey var; Çizgiyi bozmadan ve müzikal karakterimizi geliştirerek ilerlemek gerekiyor. Çeşitli tuzaklara kanmadan, prodüktörlerin ya da şöhretin tadına kanıp, ideallerinin dışında inanmadığın sahnelere çıkmak, sana bir takım getirileri olacak düşüncesiyle inanmadığın müzikleri inanmadığın müzisyenlerle çalmak gibi konular müziğini ileriki pozisyonlarda son derece yaralıyor. Bunların örneklerini de verebilirim. Türkiye’deki inançlı müzisyenlerin içinden birkaç tanesinin örneğini de vereyim. Burnundan kıl aldırmadan ve kendi hayatlarını taviz vere vere ilerleyenlerden biri Ozan Musluoğlu’dur. Anladın mı Levent? Ozan çok idealist bir adamdır. Ne zor şartlar altında ikinci albümünü çıkarttı ve şimdi üçüncü albümünün kayıtlarını da bitirdi. Diğer bir tanesi de Ferit Odman’dır. Diğeri ise Kağan Yıldız’dır. Engin Recepoğulları’dır. Yani bu çocukların hepsi tarzlarını belirlemişler ve inatla arzu ettikleri müziklerin peşinde koşuyorlar. Böyle olduğu zaman da istedikleri her şeyi manevi olarak ufak ufak elde edecekler. Başarılı olduklarında maddi gelirleri de bir daha ki projelerini gerçekleştirmeye daha fazla destek olacak. Çünkü Türkiye’de caz müzisyeni olmak çok zor olsa da görüyorum ki hepsi çok faaller, hepsi festivallere, sağa sola özel işlere gidiyorlar. Hep bunları arıyorlar, demek ki doğru yoldalar. Hepsi çok akıllı çok yetenekli ve iyi müzisyenler. Hepsine Allahtan daha başarılı olmalarını diliyorum ve yakından görmesem bile uzaktan uzağa böyle film gibi izliyorum ben onları çoğu zaman da birlikte çalışıyoruz ama hiçbir zaman gözlerim onlardan ayrı değil. Her attıkları adımı her aldığı nefesi hissediyorum, hepsinden haberim var. Görüyorum hepsini ve bunlar çok hoşuma gidiyor.

Levent ÖGET: Kerem, heyecan verici ve herkesi de yüreklendirici konuşmalar yapıyorsun. Haliyle bunları paylaşmak çok da yararlı oldu diye düşünüyorum. Duygularını böylesine açıklıkla ortaya koyduğun için çok mutlu oldum. Yıllardır çizgini hiç bozmadan sürdüren birisi olarak söylediklerin cazseverler için çok değerli oldu. Teşekkürler.

Ozan MUSLUOĞLU: Bizim en büyük rol modelimiz. İyi ki varsın Kerem Ağabeyciğim.

Kerem GÖRSEV: Tamam estağfurullah hadi bakalım asıl ben teşekkür ediyorum hepinize.

Levent ÖGET: Evet artık toplantımızı yavaş yavaş toparlayarak sonlandıracağız bu bölümde. Kerem’in söylediği bu güzel şeylerden sonra son birer cümle de sizlerden alarak kapatalım istiyorum.

Şenay LAMBAOĞLU: Evet Kerem Ağabey’in bu söylediklerinden ders çıkartılması gerektiğini düşünüyorum. Hepsi bana göre çok yerinde oldu. Türkiye’de bu anlamda dinleyiciye de müzisyenlere de gerçekten çok büyük bir örnek teşkil ettiğini söyleyebilirim. Bu anlamda da onun bütün programlarını hepimizin takip etmesi gerekiyor. Bir kere daha bu duruşu tebrik etmem lazım.

Levent ÖGET: Ozan senin son cümlede ne var ekleyeceğin?

Ozan MUSLUOĞLU: Kerem Ağabey’in benim gözümdeki önemli bir rol model oluşuyla bağlantılı olarak söyleyeyim isterseniz? Onun söyledikleri öylesine doğru tespitler ve doğru nokta atışları oldu ki her zaman olduğu gibi onun söylediklerine kulak vermiş olduğumu eklemeliyim, öyle ki bugüne kadar da söylediklerinden hiç birinin çıkmadığı olmadı.

Levent ÖGET: Evet 2012’de caz açılımları adını verdiğimiz toplantıların ikincisin de caz müzisyenleriyle birlikteydik, Şenay Lambaoğlu, Ayşegül Yeşilnil, Neşet Ruacan, Kerem Görsev, Ozan Musluoğlu ve Nezih Yeşilnil ile bir araya geldik. Onların görüşlerini de bu 11 bölümlük toplantılar içersinde yer alacak biçimde katılmasını sağladık. Bir sonraki toplantımız da yine caz müzisyenleriyle olacak ve Türk caz ortamının değerli iki trompetçisi Şenova Ülker ve İmer Demirer ile masaya yatırdığımız bütün bu konuları onlarla ile de değerlendirmeye devam edeceğiz. Sırasıyla da gelecek diğer toplantılarda ise caz kulüp sahipleri, festival yönetmenleri, yayıncılar, bağımsız organizatörler ve caz severler bu toplantıların sonraki etaplarında yer alacak gruplar olacaklar. Sizler değerli katılımcılar bu ilk müzisyenler grubunda çok değerli katkılarda bulundunuz hepinize teşekkür ediyorum.

Ozan MUSLUOĞLU: Umarım bu toplantılar daha da uzun uzun yapılabilir. Çünkü gördüğüm kadarıyla konuştukça çok doğru yerlere gidiyor konular. Ben bu toplantıya katıldığım için çok mutlu oldum. Davetinize çok teşekkürler.

Şenay LAMBAOĞLU: Ben de çok mutlu oldum ve çok keyif aldım. Davet ettiğiniz için ben de teşekkür ediyorum. Ayrıca sizinle tanıştığıma da çok memnun oldum.

Levent ÖGET: Teşekkürler, devam edeceğiz…


Gelecek oturumda yeralacak isimler: Şenova Ülker ve İmer Demirer.


1. Bölümü okumak için lütfen bu satıra tıklayın!


Levent Öget
leventoget@hotmail.com

Cazkolik.com / 19 Kasım 2012, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Levent Öget

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.