Zamansız ve coğrafyasız seslerin peşinde bir ses ressamı; Stephan Micus

Zamansız ve coğrafyasız seslerin peşinde bir ses ressamı; Stephan Micus

Geride kalan yıllar boyunca canlı performanslarını izleme fırsatı bulduğum yüzlerce sanatçının arasında şüphesiz tüm dünyanın hayranlıkla izlediği bir müzik sihirbazının ayrı bir yeri söz konusu. İlk olarak 18. Akbank Caz Festivali’nde izleme fırsatı bulduğum sonrasında ise geçtiğimiz yıl Londra Caz Festivali’nde birkez daha nefessiz kalmama yol açan bu müzik seyyahı Stephan Micus’dan başkası değil. Otuz yılı aşkın bir süredir her türlü mainstream akımın dışında yer almış, bir yerel sesler kaşifi olan Micus her ne kadar doğma büyüme bir Alman olsa da aslen bir dünya vatandaşı. Dünyanın birçok farklı köşesinden topladığı enstrümanlarlarla (Shakuhachi, dilruba, bodhran, ...) kendi müzikal tablolarını resmeden Micus 3 yıl aradan sonra bu kez 29 Mart Perşembe, saat 22.00’de garajistanbul sahnesine konuk oluyor.

 

Micus’un müziğini tarif etmeye çalışmak denizin rengini tarif etmek, yıldızları saymaya kalkışmak kadar zordur. Çünkü nasıl güneş ışınları denizin rengine günün her saatinde farklı renkler veriyor, evrende her yeni gün onlarca yıldız sönüp yenileri doğuyorsa Micus’un müziği de her yeni albümde, her yeni notada yepyeni müzikal renklerin yaratıldığına tanıklık ederiz. Micus tıpkı bir romancı gibi ilk bakışta basitmiş gibi gözüken bir düşüncenin peşine takılarak oluşturur müziğini. Bir romancı nasıl türlü stillerde kalem oynatarak romanıyla okuyucularına yeni dünyalar yaratıyorsa Micus da kendi müziğiyle engin nehirlerde, okyanuslarda, uçsuz bucaksız topraklarda gezinerek sonsuz bir müzik yolculuğuna davet eder dinleyenlerini.

 

Micus, ECM’den çıkmış 19 albümün yanısıra dans toplulukları için hazırlamış olduğu müzikler, beş kıtada gerçekleştirdiği yüzlerce konser ve araştırmalar ile adeta birden fazla hayatı yaşar. Her yeni albümüyle yeni müzikal birlikteliklerin izini süren sanatçı Afrika’dan Asya’ya Okyanusya’dan Amerika’ya dünyanın dörtbir yanından topladığı enstrümanlarla daha önce tecrübe edilmemiş müzikal birlikteliklere tercüman olur. Micus sadece kendi kültürel ortamından stüdyosuna taşıyıp farklı anlamlar kazandırdığı enstrümanlarla değil aynı zamanda her türlü beklenmedik malzemenin içinden müzikal bir tını çıkarmasıyla da biricikleşir. Farklı boyutlarda şekillendirilmiş olan taşlar ve kilden yapılmış olan saksılar da seslerini verir Micus’un müziğine. Sanatçı farklı kültürleri temsil eden enstrümanları kullanırken, tamamen kendine özgü bir formlar ve sound’lar bütününün peşindedir.

 

Micus’un müziğine seslerini veren birçok enstrüman aynı zamanda albümlerinin başrollerinde yer alır. Sanatçı çoğunlukla çalışmalarındaki sanatsal, düşünsel ve estetik çerçeveyi kullandığı enstrümanlar üzerinden belirler. The Music of Stones (ECM, `89), albümünde taşlardan yapılmış ‘enstrümanlar’, Towards the Wind (ECM,`02) çalışmasında duduk, East of the Night (ECM, `85) albümünde ise kendisinin tasarlamış olduğu bir gitar ve japon flütü olan Shakuhachi başrollerde yer alır.

 

Albümlerindeki enstrümanların çalınmasında, kompozisyonların oluşturulmasında, kayıt ve mixing işlemlerinin gerçekleştirilmesinde sadece kendi yer alır. Albümlerindeki tüm insan seslerinin de sahibi olan Micus kayıtları sırasında adeta bir Trompe I’Oeil ressamı titizliğiyle çalışır. Sanatçı albümünde düşlediği sesleri yaratmak için kayıt teknolojilerinden de yararlanarak kendi sesini üst üste kaydederek bir koro oluşturur. Micus sadece albümlerinin sanatsal kısmından değil aynı zamanda albüm kapaklarının seçimlerinden, kayıt süresinin kararlaştırılmasına kadar herşeyi belirler. ECM’in patronu ve baş prodüktörü Manfred Eicher’in kurallarını dinletemediği birkaç sanatçıdan biridir bu satırların konuğu olan müzik bilgesi kişi.


Her birinde farklı bir temaya odaklandığı albümlerinin yaratım aşamaları da en az müziğindeki eklektisizm kadar ilginçtir. Micus, piyanonun başına oturup beste yapmak yada klasik anlamda kalemi kağıdı eline alıp müziği notalara dökmek yerine öncelikle belli bir tema üzerine odaklanır. Daha sonrasında ise o temayı müzikal anlamda işlemek istediği enstrümanı seçip istediği notaları yakalayana kadar kimi zaman saatler süren bir doğaçlama yolculuğuna çıkar. Ve bu yolculuğun her notasını kayıt altına alır. Sanatçı bir röportajında bu süreci şu sözlerle özetliyor: “Genellikle eserde hangi enstrümanın başrolde olmasını düşünüyorsam o enstrüman ile başlıyorum. Mesala duduk. Enstrümanla ilginç bulduğum bir noktaya varana kadar doğaçlama olarak devam ediyorum. Onbeş saniyelik de olsa ilginç olduğunu düşündüğüm bir pasaj olursa daha sonrasında asıl kompozisyon süreci başlıyor. Sonrasında bütün melodi ortaya çıkana kadar bu cümleyi geliştirmeye devam ediyorum ve belirli bir noktada durup bunun bir solo duduk parçası olup olmayacağına karar veriyorum... Birçok melodiyi ortaya çıkarışım aslında enstrümanları çalarak gerçekleşiyor. Hiçbir zaman sadece bir kağıt ve kalem ile müzik besteleyemedim, bu neredeyse imkansız...”

 

Sami Kısaoğlu
Müzikolog

 

Cazkolik.com / 26 Mart 2012, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Sami Kısaoğlu

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.