Havada Bir Şeyler Var...

Havada Bir Şeyler Var...

Havada bir şeyler var...

Jan Garbarek narin duruşu, güçlü üfleyişi ve müzik türlerinin üstünde gezinen ruhuyla Cemal Reşit Rey’e geliyor. Cemal Reşit Rey’in tanıtımında, “Ruhunuzu teslim edin!” denmiş. Eh, Jan Garbarek’e vaktiyle hayli ruh teslim etmişliğimiz vardır. Ama ben onu CRR’den değil de başka iki mekândan hatırlıyorum asıl. O konserler hafızama nakşolmuş, nedense.

Sanırım ilki, yani bilmem kaç yıl önceki Açıkhava Konseri, onunla ilk karşılaşmamızdı. Bilmem kaç, çünkü henüz Yapı Kredi’nin yapılmış olduğu bile neredeyse unutulan müzik festivalleri (ne de dinamik, genç, güzel festivallerdi!) başlamamıştı bile. Sound check için Açıkhava’ya gittiğimizde, bir Norveçli, bir Brezilyalı ile, birbirlerinden çok farklı görünseler de iki kardeş ruhla, iki büyük müzisyenle karşılaşmıştık: Jan Garbarek ve Nana Vasconcelos. Ne mutlu bize ki, daha sonraki yıllarda da onları İstanbul’a yeniden konuk etme şansımız oldu.

Jan Garbarek, çok kişiyle müzik yapmıştır, ilk yıllarından sonra daha da çok dünya müziğinin önemli adlarıyla: Anouar Brahem, Ustad Fateh Ali Khan, Zakir Hussain, Deeyah, Hariprasad Chaurasia, Eleni Karaindrou ve CRR’ye bir haftalığına kamp kurmuşa benzeyen Trilok Gurtu. (Hintli perküsyon ustası Gurtu, geçen hafta da Tuluğ Tırpan eşliğinde bir konser vermişti.) Ama ille de Keith Jarrett! 1970’lerde Keith Jarrett’ın Avrupa Dörtlüsü’ndeki çalışmaları Garbarek’in adını duyurmuştu.

Jan Garbarek 4 Mart, 1947’de Norveç’te doğdu. Daha önce Polonyalı bir savaş esiri olan Czeslaw Garbarek ile Norveçli bir çiftçi kızının tek çocuklarıydı. Yedi yaşına kadar, Norveç’te otomatikman vatandaşlık verilmediği için memleketsiz kalan Garbarek, Oslo’da büyüdü. Yirmi bir yaşındayken, Vigdis’le evlendi. Kızı Anja da müzisyendir. Yarı yarıya Norveçli olsa da, ülkenin müziğini gönülden benimsedi, cazı Norveç müziği ve dünya müziğiyle harman etti.

Keskin, buzumsu tonu (aslında, insan sesini de andırır), uzun ömürlü notaları (ezana benzeten de çıkmıştır), sessizliği cömertçe kullanması hem kendisinin, hem de albümlerini çıkardığı ECM markasının alamet-i farikası halini almıştır. Manfred Eicher’in ECM’si de sanki 70’li yıllarda onunla, hemen ardından da Alman basçı Eberhard Weber’le yolları çakışınca kendine gelmiştir. Weber’in 1970’li yılların ortalarında grubunun üyelerine, “İstediğinize çalabilirsiniz,” dediği rivayet olunur, “yeter ki caza benzemesin.” 1980’li yıllarda Garbarek’in gruplarında, Bill Frisell ve David Torn gibi, Weber de sık sık yer almıştır.

1960’ların sonuna kadar Amerikan cazının yetenekli ama itaatkâr havarileri olarak görünen Avrupalı cazcılar da tam bu sıralarda kendi kültürlerine ve geleneklerine dönüp bakmaya başlamışlardı. Ornette Coleman, John Coltrane ve Cecil Taylor gibi Amerikan serbest doğaçlamacılarının yenilikleri de Avrupalı cazcıların kendilerine özgü çalış stillerini geliştirmelerini teşvik etti. Jan Garbarek, kendisinin bu geçisi nasıl gerçekleştirdiğini 70’lerde Guardian gazetesinin caz eleştirmeni John Fordham’a şöyle anlatmış:

"Birden çalmak üzere olduğum cümleciğin genellikle bu anda çalınan başka cümleciklerin tıpkısı olduğunu, içinde bulunduğum müzik çevresi tıpkı o tür bir yaklaşım gibi olduğu için buraya denk düştüğünü, dosdoğru caz geleneğinin içinden çıktığını fark ettim. Çok tedirgin edici bir duyguydu, artık bunu yapmak istemediğimi fark etmek. Bir an durdum, pek çalmadım. Miles Davis’ten eğer durursan, başkalarının yaptığına yer açarsan, aklına fikirler geldiğini öğrenmiştim.” Doğrusu, durmanın ve beklenti dolu sessizliklerin ustasıdır Garbarek. ECM’nin kurucusu, Münihli caz yapımcısı Manfred Eicher de o sıralarda böyle fikirlerin, sound’ların, yeni edinilmiş güven duyguları ile bağımsızlık özlemlerinin peşindeydi zaten. Garbarek ve Weber’i aldı, bağrına bastı.

Jan Garbarek oraya George Russell’ların, Jarrett’ların yolundan gelmişti. Kayıt yapmaya 1960’ların sonlarında, özellikle Amerikalı George Russell’ın kayıtlarında başladı. Besteci ve teorisyen Russell onun için “Avrupa cazında Django Reingardt’tan beri en orijinal ses,” demişti. Garbarek, önceleri Albert Ayler ve Peter Brötzmann’ın takipçisiydi ama 1973’te, avant-garde cazdan uzaklaştı, sadece tonunu muhafaza etti. Adını asıl duyuran ise Jarrett ve dörtlüsüyle çıkardığı albümler, onlarla birlikte çaldığı canlı kayıtlardır.

Kendisi kökenini “Kuzey ve doğa, şarkı ve esrar,” diye tanımlıyor, gücü de inkâr kabul etmez mirasındadır zaten. Norveç folkloru ile bunca güçlü bir bağı olduğu için Brezilya ve Asya etkilerini de böyle rahatlıkla müziğine yedirebilmiştir. Şarkıya ve melodiye büyük önem verir. “En iyi anlarımda, her notaya bir anlam kazandırdığımı umuyorum,” der. Kimilerine göre, onunki Oda Müziği Cazı’dır: sessizliğe komşu en güzel ses... 1970’lerden beri de bu sound, santim değişmemiştir.

Yukarıda bahsi geçen ikinci mekândan en çok hatırladığım şey de onun sound’u. 2001 yılında Aya İrini’deydi, Jan Garbarek ve Hilliard Ensemble’ın Mnemosyne projesi. Müziği çalan topluluğun üstüne saksofonuyla doğaçlama yapıyordu. Her seslendirilişte değişik olan parçalar yaratmışlardı. New York’taki ilk gösterilerinden ve King’s College şapelindeki Avrupa prömiyerinden sonra, yaklaşık 60 konserlik bir Avrupa turnesine çıkmışlardı.

Son olarak da, bir anekdot nakletmekten kendimi alamayacağım. Archie Shepp buraya ilk kez geldiğindeydi sanırım, bir basın toplantısı düzenlenmişti. Ona, başka birçok soru arasında, Avrupa Cazı hakkındaki fikrini de sordular. “Kaldığım otelin (Pera Palas) iyi bir pastanesi var,” dedi. “Sabahları gidip kahvaltı ediyorum orada, kruvasan da var. Bazen yiyorum. İyi bir kruvasan ama Türk kruvasanı. Avrupa cazı da öyle işte.” Devrimci ve bağımsızlık hakları yanlısı mücadeleci Shepp, karaderili haklarını savunur, cazın onlara aidiyeti konusunda taviz vermez pek. Bir arkadaş kalktı, hakkında soru sorduğu şahıstan ve “O başka” gibilerinden bir cevap alacağından pek emin bir edayla, “Peki, Jan Garbarek?” dedi. Shepp, hiç düşünmeden cevabı yapıştırdı: “Norveç kruvasanı.”

Ne demek istediğini anlıyoruz üstat, sana saygımız da sonsuz ama, gerçek şu ki caz anlayışı değişti, cazın sınırları hayli genişledi artık. Garbarek, Norveç ve dünya müziğinden başarıyla yararlanan has bir cazcı, emsalsiz bir müzik adamı bizce.

Sevin Okyay
23 Şubat 2012, Perşembe
Cazkolik.com

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Sevin Okyay

  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.