ErGüven Başaran ile caz adlı büyüyle geçen bir ömür

ErGüven Başaran ile caz adlı büyüyle geçen bir ömür

İKSV İstanbul Caz Festivali kapsamında her yıl düzenli verdiği Yaşam Boyu Başarı ödülünü bu yıl iki isim arasında paylaştırdı. Özdemir Erdoğan ve alto saksofoncu Ergüven Başaran bu yılın ödül alan isimleri. Cazkolik olarak her iki isimle de buluşup konuştuk. Sevgili Leyla-Diana Özdemir Erdoğan`la buluşup özel bir radyo programı kaydetti, şu an yayında dinleyebilirsiniz. Biz de sevgili Ergüven ağabeyle buluşup anılar ve cazla dolu güzel bir öğleden sonra geçirdik. Buluşmanın röportaj değil sohbet olmasına özel gayret gösterdik ve hakikaten buluşmamız da öyle geçti. Hep beraber otururken sürpriz bir anda sevgili Şenay Lambaoğlu ile rastlaştık, bir işi için orada bulunuyormuş, o da aramıza katılınca bir anda kendimizi koyu bir sohbetin içinde bulduk. Fotoğrafçı dostlarımız sevgili Sedal ve Sedat Antay hem sohbetin ortakları hem söyleşinin fotoğraflarını çektiler. Sedal ve Sedat aynı zamanda Ergüven ağabeyin anlattığı yılların bir kısmına yetişmiş dostlarımız, sohbet içinde onların da geçmişe ilişkin notları konuştuklarımızı tamamlayan önemli unsurlar oldu.

 

Ergüven ağabey yetmişli yaşlarını aşmış, elli yılı aşan bir müzisyenlik kariyeri olan gerçek bir caz emekçisi ama en az kariyeri kadar önemli olan bir diğer konu ise caza olan tutkusu, sevgisi. Ergüven ağabeyle konuşurken caz sevgisini her cümlesinde, her vurgusunda hissediyorsunuz. Yirminci yüzyılın ilk döneminde doğmuş isimlere hayranlığı büyük. Özellikle alto saksofoncu olarak Charlie Parker ve Phil Woods`un gönlünde yeri ayrı. Parker`ı tüm müzisyenlerin üstünde gören bir sevgisi var ama elbette Benny Carter, Bud Shank gibi isimleri özellikle belirtmeyi seviyor. Bu konuda naklettiği anı ise sevgili Maffy`nin (Muvaffak Falay) renkli notu, Charlie Parker`ı gökten inen bir adam olarak tasvir ediyor Maffy, o indi ve caz değişti, her şey değişti… Ama ellili yıllarda Türkiye`ye gelen Dizzy Gillespie, 1958`de Dave Brubeck, Paul Desmond gibi büyüklere olan sevgisi de ayrı bir yere sahip. Brubeck`le tanışma fırsatı bulamamış ama Desmond`la tanışmış. Bu notu özellikle ve önemle belirtmeyi seviyor.

 

 

Ergüven Başaran

 

Caz adında bir büyü

 

Ellili yılların ortalarından itibaren cazla tanışan ve bir daha hayatından çıkmayan, caz müzisyeni olmak için ilk gençliğinde beş yıl Tevfik Çelen isimli bir müzisyenden klarnet dersi almış Ergüven ağabey, o yılları iyi hatırlıyor. Alto saksofonu ise Tevfik Bozsoy isimli bir altoistten öğrenmiş. Çok iyi bir saksofoncuydu notunun altını çiziyor. Şöyle anlatıyor o günleri; "Bozsoy`un bugünkü TRT orkestrası gibi bir orkestrası vardı, artık böyle orkestralar yok. Altmışlarda "İskeletler" diye bir orkestra kurmuştu, sinemalarda konserler veriliyordu, o zaman böyle bir alışkanlık vardı, film başlamadan önce yarım saat kadar orkestra dönemin popüler müziklerini çalardı ve bu müzikler cazdı, İskeletler`de böyle bir orkestraydı, "Yarasalar" diye bir başka grup vardı mesela. Birgün Yeni Melek sinemasında çalacağız, sinemaya gelince bir baktım Celal Bozsoy sahneyi mezar dekoru haline getirmiş, hani orkestranın adı "İskeletler" ya öyle bir dekor olsun istemiş, şimdi kulağa nasıl gelir böyle şeyler bilmiyorum ama o zamanlar bunlar yapılırdı. Mezar taşları yapmış, isimler yazmış. İki parça çaldık, sinemanın sahibi görmüş hemen haber göndermiş, gönderin bunları içime fenalık geldi diye. Yaşlı bir adamdı. Böyle ilginç şeyler yaşadık..."

 

Hem naif hem renkli hatıralar. Hepsi Türkiye caz tarihi anıları arasında yeralan küçük küçük taşlar. Birgün bu anıları bir kitapta toplayan biri olur mu acaba? Hayatı ve müziği el yordamıyla keşfeden insanlar. Cazı, kısıtlı imkanlarla birbirlerinden öğrenen genç müzisyenler, bir notanın dahi çok kıymetli olduğu zamanlar.

 

 

Selim Özer Orkestrası

Ergüven ağabey anlatmaya devam etsin

 

"Şehzadebaşı`nda çok çalardık, orada bir sinema vardı, Şerif Yüzbaşıoğlu`nun orkestrası ile çalardık, (o sırada Sedal Antay sohbete giriyor, eskiden Kalamış`da Sahil, Budak gibi sinemalar vardı oralarda da konserler verilirdi diye ekliyor). 1960 senesinde müzisyenler sendikası Muammer Yeşil`in gayretleriyle sinemalarda konserler verilmesini ayarladı, aynı anda konser veren tam beş orkestra vardı. On beşer kişilik 4 saksofon, 4 trompet, 4 trombon böyle orkestralar vardı. Mesela, Faruk Akel Kenteti, Zekai Apaydın Orkestrası, Zeki Akartürk Orkestrası ki şimdi Amerika`da yaşıyor Faruk Akel Kentetinde davulcuydu. Bu orkestralarda çok sayıda isim vardı, bir çoğu rahmetli oldu. Üstün Poyraz altılısı. Hep caz çalınırdı. Doğru dürüst enstrümanımız yoktu, saksofonun en kötüsü, her enstrüman kötüsü, çok uğraşılırdı. Yeni Melek`in üstünde kahvehane gibi bir yer vardı, haftanın belli günleri bütün müzisyenler orada toplanır kan-ter içinde prova yapardık. Bir eksiğimiz varsa birbirimizden tamamlamaya çalışırdık" ama mesela şöyle bir anı da var, Paul Desmond`la tanıştığı sıra sohbette iyi enstrüman bulamama konusu açılmış, Desmond enstrümanlarını görmek istemiş, orada bulunan ama hakikaten nerdeyse dökülecek gibi bir saksofon görünce, eline almış, bir anda, yüzüne bakmayacağınız o saksofondan nasıl bir ses çıktı size anlatamam diye anlatıyor hala hayretle.

 

 

TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası (1995)

 

O yılların caz sevgisi de, cazseverleri de bir başkaydı

 

Ergüven ağabey o yılların dinleyicilerinin bu döneme göre cazı daha çok sevdiğine, daha iyi bildiğine inanıyor. Açıkhava`da konserlere belki binlerce insan toplanıyor ama cazdan anlayan sayısı beşyüz kişiyi geçmez gibi kanaatleri var. Verdiği bir örnek çarpıcı; "1956 senesinde, İstanbul`a geldiği yıl Dizzy Gillespie`nin konserine gittim Saray sinemasında, tıklım tıklım dolu, ana baba günüydü. Üç saat sürdü konser hala bırakmıyordu dinleyici. Dizzy bir İstiklal Marşı çaldı, inanılır gibi değil, hala aklımdadır, tüylerim ürperir, nerden buldu, hemen nasıl prova ettiler" diye hayret ediyor. (Sözü bu kez Sedat alıyor, bir kez de Budak sinemasında Benny Goodman Orkestrası`nın verdiği konseri hatırlatıyor).

 

 

Özdemir Erdoğan ve Ergüven Başaran 1965 yılında

 

İlk profesyonellik yılları

 

"İlk profesyonel çalışım 1963 senesinde Özdemir Erdoğan`la beraber oldu (bu yıl birlikte ödül almaları ayrı bir hoş tesadüf olmuş). Haftada bir TRT`de programlar için Çetin İnöntepe Orkestrası ile kayıtlar yapıyorduk. 1974`den 1982 yılına kadar TRT`de emisyon adı verilen böyle kayıtlar yaptık, Ayten Alpman`ın İlham Gencer`den sonra evlendiği piyanist eşi Ümit Aksu`nun orkestrasıydı, çok iyi bir piyanistti. Hep onun orkestrasıyla yaptık bu kayıtları o dönem.

 

 

Kadri Ünalan Orkestrası (Ergüven Başaran soldan üçüncü), solist Ajda Pekkan

 

Ajda Pekkan`ın birlikte çaldığı ilk saksofoncu

 

Sonra zaten Süheyl Denizci ile TRT Radyo Caz Orkerstrası kuruldu. Süheyl Denizci`nin orkestrasıyla aynı zamanda Lunapark Gazinosu`nda çalıyorduk, hem caz çalıyorduk hem gazino sanatçılarına eşlik ediyorduk. Ajda Pekkan`a çok çaldık. Yeni çıkmıştı. Ben Ajda Pekkan`ın ilk saksofoncusuyum. Aranjman söylüyordu. Hafif Batı müziği ve caz parçalarıydı. Ajda caz da söylerdi. Yetmişlerin başı.

 

 

İstanbul gece hayatının bugünle mukayese edilmez canlılığı

 

"Tünel`den Taksime en az otuz bar, pavyon vardı, hepsinde orkestra vardı, iki nefesli, üç nefesli, bunların hepsi para kazanırdı. Düşünün bu kadar orkestra vardı o zaman. Sürekli değişirdik." Ergüven ağabey o yıllarda kazandığı paranın bereketinin de bugüne göre çok daha fazla olduğunu belirtiyor. Alışkanlığı gereği etin kilosuyla mukayese ediyor, o zaman gecede kazandığı parayla şimdi arasında anlattığı çok ciddi farklar var ve bunlar da geçinmek, hayatını sürdürmek, ailesini geçindirmek zorunda olan profesyonel bir insanın haklı yorumları ve tespitleri. Bir müzisyen gerçeği. Böyle mukayeseleri bugün de yapmak mümkün. İstanbul`un büyümesine, zenginleşmesine oranla eski günlerle bugünler arasındaki ekonomik ve sosyal mukayeseler hayli ilginç sonuçlar veriyor. Bir gece Tünel`den Şişli`ye en az yirmi orkestra her gece mekanlarda sahne alıyor. Hoş, sonradan bu müzik mekanları yetmişlerin sonlarından itibaren, özellikle seksenlerde iyice bozulmuş, çarpık bir hale dönüşmüşlerdi.

 

 

Hala birlikte çaldığı arkadaşları

 

Yetmişlerin politik sokağı

 

Merak ettiğim konulardan biri de yetmişli yılların sokağa inmiş politik karmaşası ve gündelik terör hayatlarını nasıl etkilemişti? Adeta hiç etkilemediğini söylüyor, bizim sanki ayrı bir dünyamız vardı diyor, çok çalışıyorduk ve bunlara ayıracak zamanımız yoktu. Günde dört işe birden gittiğim olurdu, haftada en az iki plak kaydına girerdim, kalan zaman provalarda geçerdi. Aileye bile az zaman kalırdı.

 

Müziği ve cazı aileden öğrenen biri değil Ergüven ağabey. Annesi de babası da müzisyen ya da müzikle ilgili değil, sadece dayısı ud çalıyormuş, onu iyi hatırlıyor. Çocuklarını da müzisyen yapmayı istememiş. Çok çalışmasına rağmen çok sıkıntı çekmesi müzisyenlerin adeta kaderi. İki erkek çocuğu ve iki torunu var ama fagot eğitimi olan kız torunu maalesef okulda geçirdiği kaza nedeniyle aile zor günler geçirmiş.

 

 

Cazla geçen bir ömür hâlâ cazla soluk alıp veriyor

 

Ergüven ağabey hala sabahları kalktığında güne piyano çalarak başladığını anlatıyor, günün devamında saksofon pratikleri yapmaya devam. Bu yaşta bile. Üzüldüğü bir konu da başta Arif Mardin olmak üzere yurtdışından çok teklif gelmesine rağmen bir türlü yurt dışına gitme fırsatı bulamaması, zira, önce babası, sonra hasta annesi için ailenin yanında kalmak, onlara bakmak zorunda kalmış.

 

 

Ergüven Başaran, Şenay Lambaoğlu ve Feridun Ertaşkan

 

Son notlar

 

• Müzikte elli yılı çoktan aşan Ergüven ağabey bugün hala çalmayı sürdürüyor. 11 Temmuz akşamı festival ödül töreni gecesi düzenlemelerini Emin Fındıkoğlu`nun yaptığı caz standartlarını Swing Unlimited isimli orkestrasıyla seslendirecek.

 

• Ergüven ağabey uzun yıllar çok çalmasına rağmen en önemli sektör sorununu iyi emprezaryolar olmaması olarak görüyor. Potansiyelimizi iyi emprezaryolar olsaydı çok daha iyi değerlendirebilirdik diye hayıflanıyor ki çok haklı olduğu bir konudur.

 

• Bu uzun yıllar boyunca çok sayıda kayıt yapmasına karşın maalesef hem kendi adına bir albümü yok hem de bu kayıtları bulması neredeyse imkansız. Onun neslinin kayıp kayıtları maalesef Türkiye caz arşivinin önemli bir ayıbı.

 

• Kendi geçmişinden hareketle artık büyük otellerin canlı müzik yapmamasını üzüntü verici buluyor. Düşünün, bir zamanlar Hilton otelinde aynı anda dört orkestranın çaldığı günlerden sözediyoruz, şimdi bırakın canlı çalanı fonda müzik bile yok.

 

• 2013 yılı İstanbul Caz Festivali kapsamında Hollanda konsolosluğunun bahçesinde konser verirken dışarda süren Gezi olayları ve sıkılan gazlar nedeniyle konser yarıda kalmıştı o konser için hala üzülüyor.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 11 Temmuz 2016, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.