Ayşe Tütüncü: Müzikler tıpkı birer nehir gibidir

Ayşe Tütüncü: Müzikler tıpkı birer nehir gibidir

Ayşe Tütüncü ile harika bir söyleşi yaptık. Söyleşinin özel yanı samimiyetle müzik dışı da konuşabilmekti. Bunu bir teşekkür olarak belirtelim. Şimdiye kadar bilmediğinizi sandığımız bir çok şeyi içermesi bakımından özel bir derinliğe sahip olan sohbet bir saatten fazla sürdü, buraya aldığımız ancak belli bir bölümü içermektedir.

 

Tütüncü ile herşeyi konuştuk. Elbette öncelikle son albümünü konuştuk, zira önemli bir albüm "Yedi Yer, Yedi Gök" bir çeşit manifesto gibi zaten ona da sorduk, ayrıca albümdeki müziğin Balkanlardan Kafkasyaya, Kuzey Afrikadan Ortadoğuya uzanan bir kültürel mirasın epik anlatımı olarak da görmek mümkün.

 

Feridun Ertaşkan

 


 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Biz şimdi, bu yıl itibariyle bir çalışma başlattık, Ocak ayından itiaren, hatta Aralıktan beri, ben dedim ki, krizdi şuydu buydu çivi çiviyi söksün, biz tam da kriz zamanı Türkiye’de çalmaya çalışalım, çünkü her zamanki koşullarda yerinizde durursanız Beyoğlunda beş sahne, iki de Kadıköyde, biraz da Marmara, Bursa, Ankara sonra kalıyorsunuz. Olay da işlemiyor, ileriye gitmiyor yani, ben ne istiyorum, biz bu albümleri niye yapıyoruz, insanlar dinlesin diye, ben dünyanın en âlâ bestesini yapsam ama dinleyeni olmazsa ne anlamı olacak, dolayısıyla hep değişik yerlerde çalabilmek istiyoruz, aksi taktirde sıkıştık kaldık gibi oluyor büyük şehirlerde. Bir de öteden beri sevmediğim bir şeyde, mesela, örnek verirsem Almanya gibi bir ülke, benim iyi tanıdığım bir ülkedir, Almancamda olduğu için, 11 yaşımdan beri çok gidip geldiğim bir kültür orası benim için, mesela orda en küçük şehire dahi gitseniz büyük şehirle aynı ayardadır, Berlin ile Moers arasında muazzam bir fark yoktur, her şeyi vardır ama büyük şehrin kendine göre ayrı bir havası var tabi. Bizde öyle değil maalesef, bizde iki-üç büyük şehre yatırımlar yapılmış başta İstanbul olmak üzere, geri kalanı ne halleri varsa görsünler gibi. Ondan sonra insanlar kalkıp buraya geliyorlar, bir şeyleri olmadığı için, bu seferde geldiler şehimizi bozdular, yahu bu insanların ikinci bir hayatı mı var? Onların da bir şey yaşaması lazım! Yani bütün bunlar böyle üstüste gelince biz böyle ne yapalım olduk. Mesela şimdi güneydoğu ile ilişki kurduk, işte Mardin...

 

CAZKOLİK: Kurduk derken bir yapıdan mı bahsediyorsunuz? Yani bir vakıf ile birlikte çalışmak gibi!

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Hayır, menajerimle biz, böyle bir seferberlik başlattık, sonuçta Mardin’e konsere gitmişken Diyarbakır, Mardin, Batman, Kahramanmaraş hatta Adana, Osmaniye, Gaziantep, Urfa gibi bütün oralarla ilgili bir çalışma başlattık. Mayıs ayı içinde Karadenizle ilgili böyle bir çalışma yine yapacağız. Maksadımız, kendimizi tanıtmak, konser bağlantıları kurmak ama aynı zamanda da insan ülkesi hakkında çok şeyler öğreniyor, yani ülkenin valilik ve belediye düzeyinde yapılanışı, bir takım yerlerde çok hoş insanlar olduğunu gördük. Biz burada oturup durursak hiç o insanları tanımayacağız, onlar da bizi belki ismen tanıyacaklar ama bir alakamız olmayacak halbuki gidip tanışınca, kültür adına çok hoş insanlar olduğunu ama onların da orda tıkanmış olduğunu, bizim de burada tıkanmış olduğumuzu görüyorsunuz.

 

CAZKOLİK: Çok doğru söylüyorsunuz. Size bir şey söyliyeyim mi, yolda gelirken ilk parçanızı dinliyordum tekrar.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: "Pasajlar" mı?

 

CAZKOLİK: Evet, 15 dakikalık olan parça... Aslında şu düşündüklerinizin, söylediklerinizin, daha önce konuştuklarımızın yansımaları hepsi o parçada bana göre var!

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Var mı?

 

CAZKOLİK: Evet, var

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Çok sevindim böyle düşündüğünüze.

 

CAZKOLİK: Çok samimi söylüyorum, çünkü bunu neden diyorum, bakın şurada şimdi size bir şey göstereceğim, bir araştırma yapılmıştı, ben de onu haber olarak kullanmıştım. World caz tarzında, işte burada, examiner.com’dan Jan Dennis kendi beğenisine göre dünyanın en iyi World Jazz derlemesini yapmış, çok açık yüreklilikle söylüyorum ki kendi kendime keşke dedim bu 10 albümlük listede sizin bu albümünüz olsaydı diye, isterseniz ben size bu listeyi de göndereyim, bakarsınız. Dikkatimi çeken albüm şu oldu, bu ismi bilmiyordum açıkçası, listeyi eleştirmen 1’den 10’a doğru sıralamış, bu isim Jim Pepper ilk sırada. Bir kızılderili.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Jim Pepper kızılderili mi?

 

CAZKOLİK: Evet, kızılderili... Sonra listede olanlar Omar Sosa, McCoy Tyner albümleri, sonra kendi radyo programımda da Larry Vuckovich’i çalmıştım.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: O kim?

 

CAZKOLİK: Ben size onun albümünü de iletirim... İnanılmaz biri benim için, aslen Balkan, Sırp kökenli biri olmasına rağmen 1950’lerden itibaren Amerika’ya yerleşmiş, Balkan müziği yapıyor fakat be-bop olarak. Benim için nasıl güzel bir müzik, o yüzden sizin müziğinizi onların müziği gibi etnik, ama etnik derken belli bir etnisite müziği değil. Sizin yaptığınız gibi coğrafi kimliklerden oluşan bir müzik.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Evet... Bu yörede çok baskın olan müziği alıyorum, ondan etkileniyorum ama ben o müziği kendi üslubumda bir şekilde ona yer veriyorum.

 

CAZKOLİK: Ama sizinkisi bütün Balkanlardan, Kırımdan gelip Kuzey Afrikaya kadar uzanan bir müzik coğrafyası bana göre.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Evet, evet... Takip eden bir damar var. Tıpkı bir nehir gibi... Nehir bu ülkede doğar öbür ülkede devam eder, müziklerde nehir gibi bence. Bir müziği dinledikçe, öbürünü de dinleyeyim, aa bunu da dinliyeyim diyorsunuz, sonra bir bakıyorsunuz kendinizi orada burada dolaşır buluyorsunuz.

 

CAZKOLİK: Doğru diyorsunuz, peki nasıl oldu, nasıl gelişti bu duygu, bir yandan da çünkü röportajı da kendiliğinden yapıyoruz bu arada... Sizin zaten müziğiniz teması, yapısı böyle, daha önceki albümleriniz, Panayır olsun... Müziğinizde perküsyonu kullanmanız, ki bana göre sözünü ettiğimiz coğrafyalara bir gönderme perküsyon kullanımınız, piyano sizin kimliğiniz, kişiliğiniz.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Tabi, perküsyon dünyanın çok değişik kültürlerini hemen içine çekebilen ve hepsine referans verebilen bir enstrüman. Mesela, ne bileyim, dünyanın neresinde bir pazarda yürüyor olsanız kendinize bir perküsyon bulursunuz ama perküsyon aleti olduğu için değil, mesela Mardin’den ben kurutulmuş şeyler aldım, adamın elindeydi, alıverdim, kurutulmuş patlıcan, sonra İstanbula gelince baktım sallayınca çok güzel bir ses çıkıyor, işte perküsyon böyle bir şey. Elinize aldığınız bir şeyin sesi dikkatinizi çekiyor aa, ben bunu kullanayım o zaman diyorsunuz.

 

CAZKOLİK: Peki, özellikle parçalarınızı dinlerken, ilk parça, arkasından ikinci olan daha kısa ama sonra üçüncü parçanız olan “Yedi Yer, Yedi Gök” yine oldukça uzun.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Evet, tek sayılı parçalar uzun oldu bu albümde... Baktım böyle gelişmiş parçalar bende böyle dizeyim bari dedim uzunlu kısalı.

 

CAZKOLİK: Bana gelen duygu şöyle, özellikle ilk parçanız Pasajlar’da bir manifesto duygusu ve ruhu var, doğru mu düşünüyorum yoksa bana mı öyle geliyor, ne dersiniz?

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Şöyle söyleyebilirim, bu arada bir şey soracağım, siz bunları kaydediyor musunuz?

 

CAZKOLİK: Elbette, bir yandan kaydediyorum, merak etmeyin.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Bir an tereddüt ettim, hafızanızdan mı yazacaksınız diye?

 

CAZKOLİK: Yok yok, nerden hatırlıyayım bu kadar konuşmayı, kayıt cihazlarıyla geldim.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Çok güzel... Şimdi, aslına bakarsanız kendi geçmişimde ne var, klasik batı müziği eğitimi var.

 

CAZKOLİK: Her caz müzisyeni klasik eğitim alır?

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Yoo, öyle olmayabilir.

 

CAZKOLİK: Hayır, konservatuvar eğitimi almışsa diye söylüyorum.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Evet... İşte sonuçta klasik müzik, ama Mozaik Grubuyla olan yılları düşünürsek, rock ve fusionla, şarkı ve balad, Türkçe şarkı yapmak, 10-12 yılımız bunlarla geçti ama ben mesela Mozaik’te ki en cazsever kanattım hep, yine Mozaik’te ki pop caz seven arkadaşım Saruhan’la biz böyle ayrı bir klik olarak hep caza giderdi kafamız, sonuç olarak ama bütün bunlar, klasik müzik, rock, caz derken 2000 yılını geldiğimizde bir konser verdik, o konsere bir tanıdığım gelmişti, sonra dedi ki bana siz madem böyle tanfo, samba bu tür çalışmalara düşkünsünüz ‘gowend’leri de yapsanıza deyince bize ben nedir dedim, ben size getiririm dedi ve resmen şöyle bir torba kaset getirdi, içinden 19 adet kaset çıktı, ben bunları yavaş yavaş dinledim, özellikle o bana ‘gowend’in ne olduğunu söylemedi, bu birazda aramızda oyun gibi olduğu için bende üstelemedim, bakıyım kendim keşfedeyim ‘gowend’‘gowend’ nedir diye. Neyse şimdi sonuç olarak size kısaca söyliyeceğim ‘gowend’ halay demenin Kürtçesi.

 

CAZKOLİK: Anladım... Ben de bir yandan İngilizce mi diye düşünüyorum.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Yo, hayır, Kürtçe... Neyse, ben bu kasetleri dinlerken hayretten hayrete düştüm çünkü bana ‘gowend’ diye verdiği şey kah o müziğe döndü, kah böyle bir Arap müziğine döndü ama daha ziyade Ermeni müziğine de benziyor ama derken bu bizim bilmem ne türküsü değil mi derken hafif böyle laz gibi de oluyor ama en çok neye benziyor -bu konuda bir yazı da yazdım hatta istiyorsanız size vereyim sitede yayınlayabilirsiniz, bunu bir yazı haline getirdim, çünkü ara Mehmet Uzun’un Dengbejler üzerine kitabını okumuştum, bu konuyla ilgili bir şeyler yazar mısın dedi, bende madem konunun üstündeyim zaten yazayım dedim, isterseniz o yazıyı size vermek isterim.

 

CAZKOLİK: Çok memnun olurum, harika bir şey olur.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Yani sonuç olarak o zaman, 2000’de bir çeşit aydınlanma yaşadım, Anadolu nasıl bir şeyin ortasında yer alıyor ki hem kuzeyden güneye geçişi var hem de toprağa sanki ekilmiş binlerce katman var.

 

CAZKOLİK: Haklısınız çünkü müziğinizde antik Yunan çağrışımını da hissettim.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Belli bir yerde mi, daha genel olarak mı?

 

CAZKOLİK: Belli yerlerinde daha net!

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Çok merak ettim neresi?

 

CAZKOLİK: Flütle başlıyorsunuz "Pasajlar" parçasında, tabii bir yandan 60’ların, 70’lerin Güney Amerika algısını çağrıştırırken -flüt yani- sonra sanki yerelleşiyor, davul tüm bu coğrafyanın misyonunu yükleniyormuş gibi geliyor o anlamda, Balkan hissi kuvvetle ekleniyor, kuzeyin, Kafkas-Kırım duygusu var, o topraklar yoğun hissediliyor sanki, ritmlerde, melodilerde, Arap duygusu var, Afrika diyebileceğimiz hisler var ama yine zannederim nefesli çalğıların burada yaşadığı söylenen amazonlara kadar uzanan bir yerelliği var sanki ama bir yandan da diyorum ki ben mi bunları vehmediyorum ama hayır, bu duyguyu veriyor bize, bir yandan da ben anlamlandırmayı çok seviyorum, böylesi izafelerde bulunuyorum da, sonra bu duygunun yanlışlığını farketmişsem kendi kendime düzeltiyorum sonra.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Tabi... Müzik çağrışıma çok açıktır. Sonuçta, ben 2000 yılında bu keşfi yapıp, o kasetlerin peşinde onu bunu dinlerken 2001’de Babylon’da bir konser vereceğiz, ben de artık yeni bir parça çalalım istiyorum, dolmuşuz da bir yandan, işte o sıra "Pasajlar"ı yaptım, çünkü ondan önceki sürede devamlı eskizler kaydedip kenara koyuyordum, mesela 30 saniyelik bir şey çalmışım kenara koymuşum. Bazen de şöyle yapardım, bir şey çalıyorum, kaydediyorum, ona yabancılaşmak için 3 ay mesela hiç dinlemezdim, ama bilirdim 3 ay önce çaldığım şeyin orada durduğunu. Neticede bunlar böyle doluyor, bakıyorum aaa 20 dakikalık kayıtlar olmuş, ama hepsi neticede kısa kısa şeyler, kendi kendime şunları bir dinliyeyim artık bakalım ne olmuş, üstünden 4-5 ay geçmiş, dinliyorum, bir kısmı hakikaten kim çalmış bunu diyecek kadar yabancı gelirken, bir kısmı ise aa tabi hatırladım diyorum ama kendi kendine de çağrışım oyunu gibi, sonuçta bütün o dinlediklerim, benim elime gelenler, eskiden düşündüklerim, bir melodinin varyasyonu derken tüm bunlar böyle tam bir yoğruluyor, karıştırılıyor, sonunda da o dinlemenin içinde evet şunun üzerine gideyim diyerek en çok neyi istiyorsam, hangisi bana şu anda bununla uğraşayım dedirtiyorsa onunla uğraşırım, bazen de bununla hiç uğraşmayayım derim ama o benim kafamda durur, 6 yıl sonra gider bulur şimdi onunla uğraşacağım derim mesela, mesela bu Pasajlar’ın üçüncü bölümü ‘Lydia’lı Kadınlar’ bölümü 1994’te yazıp bir kenara attığım bir melodidir ama zaman zaman hep o melodiye geri dönüp ben bunu ne yapsam acaba, başına bir şeyler azayım gibi.

 

CAZKOLİK: Şairler de böyle çalışmıyor mudur?

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Valla, böyle çalıştıklarını okuduğum başka insanlar da var.

 

CAZKOLİK: Mesela ben İlhan Berk’in şiirlerini böyle yazdığını okumuştum... Belki daha sistematik yapanlar vardır tabi. Cemay Süreya’da galiba.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Çok makul da bir şey bu! İçinizden o anda çıkan havada bir şey o anda, siz havaya atmışsınız siz nereye inecek bilmiyorsunuz gibi bir şey.

 

CAZKOLİK: Evet, haklısınız. Aslında ne kadar güzel bir köprü kuruyor tabi bir yandan baktığınızda, çünkü şiir besteliyorsunuz bir açıdan, yaptığınız 3-5 dakikalık bir epik ifade, sizinki müzikal ifade, şairler bunları sözlerle yapıyor, siz müzikle yapıyorsunuz, üstelik sizin yaptığınız müzik bu açıdan çok daha iyi örtüşüyor öyle bir örnekle, şair ve şiiri örneğiyle, yoksa normal bir caz parçası belki daha endüstriyel anlamda üretilen bir şey, pop parçaları zaten öyle.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Bir de şunu söylemek lazım, format önemli, "Pasajlar" 15,5 dakika, bu günümüzde hayli uzun bir süre.

 

CAZKOLİK: Ticari bir süre değil.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Evet, standart değil. Ben niye böyle gittikçe uzun dönem böyle bir formata sardırdım diye düşünüyorum.

 

CAZKOLİK: İşte biraz da o yüzden biraz da manifesto gibi diyorum.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Ben hikaye etmeyi çok seviyorum,  bu hikayenin de mesela siz nasıl bu siteli kurdunuz o sizden çıkıp artık okurun oluyor, onun gibi, insan bir hikayeye başlayıp sonra hikaye kendini yazdırıyor meselesi vardır ya gerçekten öyle bir yanı var, siz her ona müdahale edip orasını burasını çekiştiremezsiniz, çekiştirin isterseniz ama uymadığını görürsünüz.

 

CAZKOLİK: Sürükler sizi.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Sonuçta öykü size bazı şeyleri dışarda bıraktırıyor, bazı şeyleri de içine alıyor, size de bunu izlemek, gözlemlemek, hikayeye doğru önerilerde bulunmak gibi bir şey kalıyor. Dolasıyla, uzun sürede anlatılabilecek hikayeler var ama bir de kısa sürede anlatılacak mesela “Neredesin” şarkısı kısacık bir şarkı ama onunda 2 dakikaya sığabilecek hikayesi varmış demekki. Hikaye etmeyi seviyorum.

 

CAZKOLİK: 4. parçanıza gelirsek.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Evet, “İki Oyun”.

 

CAZKOLİK: Çocuk sesleri.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Onlar kadın sesleri.

 

CAZKOLİK: Kadın sesleri mi, o mesela çok değişik olmuş. Nasıl gelişti sesleri katmak, müziğinizin içine nasıl kattınız daha doğrusu.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Şöyle oldu... Kayıtta vokal yapmak için bana 4 kadın sesi daha lazımdı, bizde böyle 5 kadın girdik 2 saat boyunca çeşitli kayıtlar yaptık, ben mesela diyorum ki bir de şöyle bir şey yapsak, hepsi de çok zevkle yaptılar, çok eğlendik... O kadar malzeme çıktı ki.

 

CAZKOLİK: Kalabalık mıydınız?

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: 2 parçada toplu kadın sesi vokal yapıyor, bunlar kim derseniz, Selen Gülün, Sibel Köse, Sibel Gürsoy, Tanya Balıkçıoğlu ve ben... 2 parçada biz toplu vokal halindeyiz ama o kadar çok malzeme çıktı ki bundan sonraki bütün albümlerime onlardan seçip seçip koyabileceğim kadar çok malzeme çıktı.

 

CAZKOLİK: Emprovize olmuş.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Evet ama kafamda bir hayal var ve o vokalleri biz “Yine de” isimli parça için yapıyorduk ama tabii ben diyorum ki şöyle bir şey yapabilir miyiz, olur diyoruz, onu yapınca “aa şunu da yapalım” oluyoruz, çünkü o da kendini kurmaya başlıyor, birinin aklına bir şey geliyor, önerilere açığımdır zaten hep, şöyle bir şey yapalım Ayşe diyor, aa çok güzel fikir yapalım diyoruz, sonunda bir baktık ki malzeme yığını çıktı ortaya. Sonra ben miksaj için oturdum dinleyip duruyorum, nasıl çıkacağım içinden diyorum, böyle bir durumda biz dördüncü parçayı elektro gitarist Emre’yle ben çaldık, sonra birden şöyle bir hisse kapıldım, neden dedim artan bir sürü kadın vokal malzemesi var, onlar buraya çok yakışır aslında dedim ve Emre’yle canlı çaldık o vokaller ise daha önce kaydedilmişti. O kayıtlardan özel olarak seçip parçanın adı da “İki Oyun” belli bir mantıkla onları serpiştirdim müziğin içine.

 

CAZKOLİK: Peki, bu anlamda sizin besteleme süreciniz hep böyle eklektik diyebileceğimiz bir yapıda mı oluyor?

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: O parçada öyle oldu.

 

CAZKOLİK: Anladım, o parçada.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Ama öbür türlü olanı daha genellenebilir, hani anlattığım gibi ’Lidya’lı Kadınlar’ı 1994’de yapmıştım, ama nasıl oldu, 2001’de Monteverdi ile uğraşıyordum, "Pasajlar"ın ilk bölümü Monteverdi bir alıntısına benim ilave ettiğim bir bölümdür. Arkasından 2000 yılında öğrenip çok sevdiğim bir Kürt melodisini sonradan işte “Lidya’lı Kadın” buraya gelecek, yerini buldum nihayet deyip oraya koydum, yani 94 yılından gelen parçayı 2000 yılında öğrendiğim bir parçanın arkasına takıp yaptım. Fakat bunu arkasına al koy gibi değil elbette... Bir sürü köprüler yapılıyor, bağlantılar yazılıyor, akorlar ona göre kuruluyor ama kaynaklar olarak söylüyorum elbette. Dördüncü bölümü de, sizin Kırım demeniz çok hoşuma gitti zira o sırada ben çokca Kafkas yöresi müzikleri dinliyordum, 4. bölümü yazdığım sırada.

 

CAZKOLİK: Onu neden dediğimi belirteyim... Bir radyo programcısı arkadaşım sitemiz için günün konuğu olmuştu, Açık Radyo’da dünya müzikleri üzerine Terra Incognita isimli programı yapan Cenk Akyol, sitede yayınlanması için 1982 yılında Sovyetler Birliği’nde kaydedilmiş yirmişer dakikalık 2 parçadan oluşan bir albüm vermişti, oradaki müzik aslında caz rock olarak kaydedilmişti, Rus müziği diye geçiyordu ama Kazak ya da o çeşit bir yöreye aitti,caz rock yaparken ne kada naif bir müzik yaptıklarını farketmiştim, oradaki tınıda kendi müzikleriyle olan bağlantıyı sanki istemeden de olsa kurmuşlar gibi hissetmiştim, oradan yola çıkarak sizinle ilgili böyle düşünmüştüm... Siz tabi bunu daha duygusal ve bilerek müziğinizin içine kattınız tüm bunları, oraları gidip gördünüz belki de.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Yoo... görmemiştim henüz, 2006’da sonra kafkaslara gittim ama 2001’de henüz görmemiştim.

 

CAZKOLİK: Evet, işte bakın nereden nereye... Benim o albümden kulağımda kalan müziğin, soundun bir kısmı sizin müziğinizi çağrıştırmıştı.

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Dinlemeyi isterim.

 

CAZKOLİK: Gönderirim elbette... Şunu da sormak isterim, neticede bir caz sitesi olduğumuzdan, sizin kişisel sesiniz olan bu müziği siz caz içinde nereye koyuyorsunuz?

 

AYŞE TÜTÜNCÜ: Merak duygusuyla acaba bu yelpazenin neresine düşüyorum ben diye ama size şöyle bir bilgi verebilirim.

 

Feridun Ertaşkan: Lafınızı şöyle böleyim, mesela Arto Tunçboyacıyan için de aynı şey geçerli, o anlamda soruyorum.

 

Ayşe Tütüncü: Anladım, sorunuzu anlıyorum, mesela ben “Panayır” albümümden sonra düşünmüştüm, bir de ilk defa Blue Note firmasından çıktı ya albüm, o zaman Blue Note’un temsil ettiği şey bu albümde var mı diye onlara sorulduğunda onlar da evet, Blue Note logosu alabilir bu albüm demişlerdi, o zaman bende neye binaen verdiler diye düşünmüştüm. İşte böyle baktığınızda şöyle söyleyebilirim, “Panayır” albümünün bir kısmı çokca caz içine dahilken diğer kısımları daha ziyade çağdaş müzik havasında bence, örnek vereyim, konvansiyonel anlamında caz şemsiyesi altına girebilecek en belirgin parça “Çukulata Renkli Şarkı”dır “Panayır” albümünde. Benim bestem olan ama diyebilirim ki en caz formlarına uygun olan odur. Öte yandan yine aynı albümde “Dubiya” vardı, sanırım 8 numaralı şarkıydı, “Dubiya”nın piyano solo bölümü eski ‘straight’ piyanoları hatırlatacak bir bölümdür, birazda değişik bir yorumla ortaya koyuyorum. Arkasından gelen üçlü emprovizasyon bölümü çok daha çağdaş bir müzik bana göre. Bakıyorum aşka mesela 4 numaralı şarkıyda galiba “Panayır” albümünde yine, parçanın başı bana çok çağdaş bir şekilde işlenmiş bir nevi türkü havası veriyor, 5/8’lik haliyle ama sonra parça bence caza çok yakın bir sounda dönüyor, sonuçta şunu söylemeye çalışıyorum, parçaların bir bölümü bu şekilde gelirken bir bölümüde farklı gelişiyor. Sanki bir ibre var bazen öyle oluyor, bazen de farklı gelişiyor. Çok gezinen bir havası var müziğimin ama ne kadar gezinirse gezinsin sonuçta bir şahsiyet kurabiliyor mu.

 

Feridun Ertaşkan: Evet, benim ‘unique’ dediğim işte o sizin sesiniz olan kısmı... Elbette müziğinizin caz formları içine girip çıktığı anlar oluyor.

 

Ayşe Tütüncü: Doğru. Daha yakın, daha uzak düştüğü anlar oluyor.

 

Feridun Ertaşkan: Demin birlikte baktığımız World Caz örneklerinin caz yanı güçlüdür. Size bahsettiğim Lary Vukovich Balkan müziğini ve ud gibi yerel enstrümanları kullanıyor, piyanosunun sesi bizim 1930’lu yılların tango şarkılarının sounduna benziyor ama bakıyorsunuz yaptığı caz sonuçta. Sizin bu açıdan dediğiniz şey çok doğru bana göre, müziğinizde caza girip çıkma var, bir yandan bu coğrafyada üretilen müziğin kendi etnisitesi var. Peki, albüm ne kadar sürede toparlandı.

 

Ayşe Tütüncü: "Yedi Yer, Yedi Gök"ü soruyorsunuz?

 

Feridun Ertaşkan: Evet!

 

Ayşe Tütüncü: Şöyle söyleyiyeyim, az önce söylediğime de ek olur, “Yedi Yer, Yedi Gök”de ki en eski parça albüme de adını veren “Yedi Yer, Yedi Gök” ki onu da ben 1999’da bestelemiştim. 1998’de “Çeşitlemeler” çıktı, hazır istim üstündeyken parça yorumlamanın da ötesine geçeyim diyerek, bir piyano ve çok perküsyon için parça yapmak istiyordum özel olarak, o isteğimin sonucu olarak “Yedi Yer, Yedi Gök” ile 2 ay sürekli uğraştım.

 

Feridun Ertaşkan: “Yedi Yer, Yedi Gök” albümünün ismi olarak da karşılığı tüm bu konuştuklarımız içinde var.

 

Ayşe Tütüncü: Evet... Sonuçta ‘99 da o parça olmuştu, 2000’de “Pasajlar”ı bestelemiştim, 2001’de “Yine de” isimli parçanın piyanosunu bestelemiştim sonra durum değişti, ben üçlüyü yapmak istedim ve “Panayır” için parçaları çok çabuk çıkarttım ve sefer de “Panayır”ın kaydına girdim. Dolayısıyla “Yedi Yer, Yedi Gök”ün yarısı “Panayır”dan önce yapılmıştı ama beklemeye aldım, “Panayır” çıktıktan sonra tabii konserler çoğaldı. Zaman geçince “Yedi yer, Yedi Gök”ün devamını artık bitireyim istedim. Tekrar başlayıp 2007’de bu işin üzerine çok düştüm ve o şekilde gelişti.

 

Feridun Ertaşkan: Peki, hep kendi bestelerinizi çalıyorsunuz... Başkalarının bestelerini çaldığınız bir albümünüz yok!

 

Ayşe Tütüncü: Evet ama şöyle, “Çeşitlemeler”de epey yorum vardı, örneğin “Carla’nın Tangosu” nedir, Carla Bley’in parçasıdır ama kesilip biçilip uyarlanmış halidir. Kah Gismonti’den bir tema alıp sonra o parça çok genişleyip başka isimli bir parçaya dönüşmüştür. “Çeşitlemeler” albümümde çok vardır başkasının müziklerinden referanslar, alıntılar, yorumlar... O albüm zaten Gismonti çeşitlemeleri oldu ama sonra kendi bestelerim ağırlık kazandı. Albüm yapmakta kolay bir şey değil, madem elimde kendi bestelerim var o zaman beni temsil edecek şeyleri albüme koyayım dedim. Konserlerde başka parçalarda çalınıyor ama albüm yaptığınız zaman en kendinize uygun olanı seçmek durumunda kalıyorsunuz.

 

Feridun Ertaşkan: Peki, bildiğimiz anlamda yani klasik caz anlamında bir çalışma yapmak gibi bir düşünceniz var mı? Standartları yorumlamak gibi!!!

 

Ayşe Tütüncü: Albüm olarak hiç düşünmedim, performans olarak bazen ikili üçlü, bazen arkadaşlar bir araya gelip evde çalışırız, standartları çalarız, yaparız ama böyle bir konser şimdiye kadar hiç vermeyi düşünmedik işin doğrusu. Tabi bundan sonra olmaz anlamında değil.

 

Feridun Ertaşkan: Şahsen ben olsam diye düşünüyorum çünkü çok hoş bir sonuç olacağını tahmin ediyorum.

 

Ayşe Tütüncü: Ama zor bir şey olur herhalde, adı üstünde standartlar deniyor ama “Footprints”i Herbie Hancock çaldığı zaman başka bir “Footprints” oluyor, başkasından dinlediğimizde de başka bir şey oluyor. Bazen de bunlar standartlar olduğu için öyle üstün yorumlar oluyor ki hayret ediyorsunuz. Daha iyisi çalınamaz artık diyorsunuz. Mukayese etmek gibi olmasın ama orada kendi yolunu bulabilmek daha zor bence.

 

Feridun Ertaşkan: Bu soruyu neden sordum biliyor musunuz; geçtiğimiz ay Wayne Shorter’ın İş Sanat’ta konseri vardı, bende oradaydım, açıkçası beklentimizin çok üstünde bir konser oldu, en azından ben daha bildiğimiz şeyler çalacak, beğeneceğiz ama  bildiğimiz şeyler olacak derken inanılmaz bir modern repertuvar sundu bizlere. Bu anlamda Amerika’da da eleştirmenler son yıllarda cazda modern anlamda farklı çalışmalar yapan zaten 2 kişi olduğunu bunlardan birinin Shorter ise diğerinin de Jarrett solo doğaçlamaları olduğunu söylüyorlar. Tam da bu anlamda Shorter konseri etkileyiciydi. Yapacağınız bu tarz bir çalışmadan daha modern, büyük bir tür sonuca varmak mümkün olur mu acaba diye sormak aklıma geldi.

 

Ayşe Tütüncü: Olabilir tabii, bir araya geldiğimizde konuştuğumuz şeyler bunlar ama gerçekten çok çalışmak lazım. Kolay altından kalkılacak gibi bir şey değil.

 

Feridun Ertaşkan: Harika bir söyleşi oldu. Albümünüz, müziğiniz, hayatımız, yaşadıklarımız, düşündüklerimiz... Kendimize dair ne varsa öylesi bir söyleşi oldu. Sitemiz için bir ilk de olacak.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 24 Mayıs 2009, Pazar

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

  • NEHIR TURKER
    28 Nisan 2009 Perşembe 02:23

    Ayşe Hn in albümünü dinledim, ciktigi zaman almistim halende ara ara dinlerim anlattiklarini okuyunca kendisini daha iy anladigimi soyleyebilirim

    Bu Yoruma Cevap Yazın »

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.