Bir caz starının bir insan olarak portresi

Bir caz starının bir insan olarak portresi

Tüm yetmişli, seksenli yılları yaşamış caz starı David Murray ile sevgili Sevin Okyay son yılların en güzel röportajlarından birini yaptı. Öyle ki, bu röportaj sayesinde David Murray şahsında bir nesil Amerikalı [ve özellikle siyah] caz müzisyeninin nasıl hayat serüvenleri olduğuna dair fikir sahibi oluyoruz. Bunu bize sağlayan da Sevin Okyay`ın iki eski dost tadındaki sohbeti ve tabii David Murray`in içtenliği ve samimiyeti. Sevgili Sevin Okyay`a bu ders gibi sohbeti için ve verdiği içten cevaplarla David Murray`e çok teşekkür ediyoruz. Ayrıca, bu röportajı organize eden Babylon`a ve sevgili Aydeniz Ertunç ile röportajı kısa bir sürede çevirerek yayına girmesini sağlayan Volkan Keleş`e ayrıca teşekkürlerimizi iletiyoruz.

 

Cazkolik.com / 26 Mart 2015, Perşembe

 


 

 

Bir caz starının bir müzisyen ve bir insan olarak portresi

 

 

Babylon`un kurucularından ve iki yıl önce kaybettiğimiz Mehmet Uluğ ile David Murray`in uzun yıllara dayanan dostluğu vardı. Bu konserin amacı da Mehmet Uluğ`u anmaktı. Bu nedenle "Blues for Mehmet", "Forever Brother" ve "Positive Messages" isimli üç özel beste yapan Murray konserde bu besteleri de seslendirdi. Bu nedenle sohbet Mehmet Uluğ`dan sözderek başlıyor.

 

 

Sohbetin ilk cümleleri Mehmet Uluğ`u anarak başlıyor

 

 

David Murray: Onlar kardeşlerim... Ne zaman bu konudan konuşsam, ben biraz... (üzüntüsünü söylemek istemez)... Muhammed, Ahmed ve Jim üniversiteyi Güney Carolina’da okudular.

 

Sevin Okyay: Evet.

 

David Murray: Eskiden Sun-Ra hayranıydılar, hep takip ederlerdi.

 

Sevin Okyay: (Onaylayarak gülüyor)

 

David Murray: Sun-Ra’nın turnelerini takip ederlerdi. Harikaydı.

 

Sevin Okyay: İtiraf etmeliyim ki Pozitif’i ilk kurduklarında şimdiki kadar kendilerinden emin değillerdi ama pek fazla değişmediler.

 

David Murray: Hayır, bence de değişmediler. Buda gibi, çok iyi arkadaşımdır, harika bir hanımefendidir.

 

 

David Murray ile Türkiye`ye ilk hangi sene geldiğini hatırlamaya çalışıyoruz

 

 

Sevin Okyay: Buraya ilk gelişin az önce (röportaj öncesi sohbette) bahsettiğim 2. Akbank Caz Festivali için miydi?

 

David Murray: Sanırım buraya ilk defa Khalil El Zabar’la birlikte gelmiştim. Khalil’le birlikte düet yapmıştık. O zaman festival yoktu, daha küçük organizasyonlar vardı.

 

Sevin Okyay: 1993 ya da `94 olması lazım.

 

David Murray: Galiba buraya ilk defa seksenlerde gelmiştim.

 

Sevin Okyay: Öyle mi?

 

David Murray: Evet, Khalil’le geldiğimizde seksenlerin başıydı sanırım, belki de ortalarıydı bilmiyorum. Seksenler benim için biraz bulanıktı, seksenlerde çok fazla şey oluyordu.

 

Sevin Okyay: Evet.

 

David Murray: ...özellikle New York’ta.

 

Sevin Okyay: Burada da öyle.

 

 

 

Seksenlerde AiDS`ten ölen ilk caz müzisyeni ve caz müzisyenlerinin kronik bağımlılık sorunu

 

 

David Murray: Evet, 1984 caz camiasına AiDS’in geldiği yıldı. Çok iyi hatırlıyorum, çünkü ilk ölen Albert Dailey’di. Caz camiasından ölen ilk kişi oydu ve herkes çok endişelenmişti. Birçok insan hastanede, gizlice ona ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordu. Bunlar tanıdığınız insanlar ama isimlerini söylemeyeceğim. Herkes korku içindeydi.

 

Sevin Okyay: Tiyatro camiasında da durum aynıydı sanırım.

 

David Murray: Evet.

 

Sevin Okyay: İnsanların çok içli dışlı oldukları bir camia olduğu için hastalığa yakalanmak daha kolaydı.

 

David Murray: Evet evet. caz dünyasında çok fazla bağımlı vardı bilirsiniz. Şimdi öyle değil sanırım ama o zamanlar öyleydi. Caz dünyasında eroin bağımlısı olmak bir alt kültür haline gelmişti. Daha iyi çalmalarını sağladığını düşünüyorlardı.

 

Sevin Okyay: Biliyorum, oldukça korkutucu bir şey.

 

David Murray: Evet, öyle. Her neyse bunlardan konuşmak için gelmedim, öylesine lafı açıldı sadece. Ama seksenlerde her şey daha farklıydı, bugünkü gibi değildi.

 

Sevin Okyay: Burada siyasi olarak her şey çok farklıydı.

 

 

Seksenlerde caz müzisyenlerinin iletişim sorunları... Konser kurtaran faks makinesi

 

 

David Murray: Siyasi olarak, evet. Bir de, o zamanlar her şey nakitle halledilirdi ama şimdi nakit parayı asla göremiyorsun. Müzisyenler Avrupa’ya gelir ve burada kalırdı, her ülkede bir organizatörleri olurdu. Bir sonraki ülkeye gidebilmek için her ülkede çalışmak gerekirdi. Şimdiyse bazen bir konser verip dönmek zorunda kalıyorsun, sonra tekrar gelip bir hafta boyunca Avrupa’da çalmak gerekiyor. Bir tek konser verince kendini şanslı sayıyorsun. Oysa turneye çıkmak harika bir şeydir.

 

Sevin Okyay: Peki bu değişim aniden mi oldu yoksa yavaş yavaş bu o noktaya gelindi?

 

David Murray: Doksanlar başladığında mı demek istiyorsun? Sadece her şey daha kurumsal hale geldi. Eskiden bağımsız Avrupalı organizatörler daha çoktu. Ben, bir faks makinesine sahip olan ilk caz müzisyenlerinden biriydim. (Gülüşmeler) Sadece bir faks makinem olduğu için bir sürü konser bağlardım. Bütün organizatörlerde numaram vardı ve eğer biri konserini iptal ederse bana faks çekerlerdi, ben de ekibimle giderdim. Tabii bunlar bilgisayarlardan önceydi, şimdi herkes herkesin ne yaptığını görebiliyor. O zamanlar diğer insanların neler yaptığını kimse bilmiyordu, her şey büyük bir sır gibiydi. Durumun ne olduğunu görmek için oraya gitmek gerekiyordu. Şimdiyse konser mekânında sanal bir gezinti bile yapabiliyorsun. Önceden her şeyi öğrenmiş oluyorsun. Hani bazı kadınlar kilotlu çoraba benzeyen ama pantolon olarak da giyilen çok dar giysiler giyiyorlar ya onlar gibi. İnsanın hayal gücüne pek bir şey kalmıyor.

 

Sevin Okyay: Evet, doğru.

 

David Murray: Ben biraz daha farklı seviyorum. Bir kadın yatağıma geldiğinde birazcık şaşırmak isterim. (Gülüşmeler)

 

David Murray: Her şeyi bir anda görmeyi sevmiyorum.

 

Sevin Okyay: Burada biraz öyle ama oteli tanıyorsun, konser salonunu biliyorsun.

 

David Murray: Evet, evet. Bu oteli seviyorum. Eskiden Pera Palas’ta büyük bir süitte kalırdık. Çok güzel bir otel. Burası daha modern, burayı da seviyorum daha lüks denebilir.

 

 

Havana`da toplam üç albüm yaptığım Cuban Ensemble projesi biteli çok oldu

 

 

Sevin Okyay: Latin müziğine özel ilgin olduğunu söyleyebilir miyiz?

 

David Murray: Latin müziğine ilgim mi?

 

Sevin Okyay: Evet, Latin ve Küba müziğine?

 

David Murray: Aslında şu an için değil. O proje çok uzun zaman önce sona erdi. O proje biteli üç yıl oldu. Birkaç yıl boyunca devam etti ama benim için bir proje bittiğinde tamamen bitmiştir. Ama bu akşam piyanoda bir Kübalı olacak. Eğer ilk tercihim olan Orrin Evans ile çalamıyorsam, buralardan birini bulmam gerekirse Pepe Rivero’yu ararım. Kendisi Madrid’de yaşıyor. Daha önce birlikte çalıştığım birçok Kübalı Madrid’de yaşıyor. Eğer Bir müzisyene ihtiyacım olursa… Mesela bu akşam çalacak olan genç adam, Calderon üçüncü yedek. Ama oldukça iyidir. Şu anda ulaşabildiğim Kübalı piyanistler arasında üçüncü tercihim.

 

Sevin Okyay: Ben yine de oldukça heyecanlıyım çünkü sizinle çalan müzisyenlerin hepsi oldukça iyi müzisyenler, özellikle Kübalılar.

 

David Murray: Evet, Kübalı müzisyenler oldukça iyiler. Önceden çalıştığım büyük Küba grubuyla Havana’da toplam üç albüm yaptım. O sıralarda Afrika’ya da gidiyordum.

 

Sevin Okyay: Evet, biliyorum.

 

David Murray: Ben her türlü müzikle ilgileniyorum. Benim caz anlayışıma göre de her türlü folk müzik caz ile birlikte daha güzel oluyor. Cazda kullandığımız tekniklerle güzel bir birleşim ortaya çıkıyor.

 

Sevin Okyay: Evet, bence herkes böyle düşünüyor.

 

 

Okay Temiz`in gelenekel vurmalılarını çok seviyorum

 

 

David Murray: O yüzden, demin Küba müziğine olan ilgimden bahsettin, evet Küba müziğine ilgi duyuyorum ama ben aynı zamanda Mali müziğine de, Senegal müziğine de Nijerya müziğine de ilgi duyuyorum. Brezilya müziğine o kadar ilgili değilim mesela ama klasik müziğe de ilgi duyuyorum, Japon müziğine de ilgi duyuyorum. Gittiğim yerlerin müzikleriyle ilgileniyorum. Türk müziğini de seviyorum. Mesela Okay, sanırım bu akşam konsere de gelecek.

 

Sevin Okyay: Evet gelecek.

 

David Murray: Okay beni çok iyi müzisyenlerle tanıştırdı. Mesela Don Cherry, hepsini ismen tanıyordum ama… En sevdiğim basçılardan biri Johhny Dyani, eskiden bir grupları vardı, Don, Okay ve Johhny Dyani’nin çok iyi bir grupları vardı. Dünyanın her yerinden, her türlü eklektik müziği çalıyorlardı. Dinleyen herkes bayılıyordu. Okay’ın alışıldık Amerikan davulları yerine çaldığı geleneksel vurmalıları çok seviyordum. Bütün davul seti yerine geleneksel çalgılar kullanıyordu, çok güzeldi. Bir keresinde çok eski bir Ermeni kilisesinde çalmıştık. Sen de o konsere gelmiş miydin?

 

Sevin Okyay: Evet, gelmiştim.

 

David Murray: İnsanların attığı korkunç sloganlarla ve söyledikleri berbat şeylerle kirletilmişti konser ama Okay bahsettiğim davulları çalmıştı ve gerçekten çok özel bir konser olmuştu. Galiba World Sax quartet konseriydi, yoksa Khalil El Zabar mıydı? Hayır, World Sax Quartet’ti. Sanırım dördümüz de oradaydık, Oliver, Arthur Blythe, Hamiett Bluiett o Ermeni Kilisesinde çalmıştık.

 

Sevin Okyay: Evet. Sen her zaman yeni müziklerin peşinde koşuyorsun ve Küba müziği için söylediğin gibi bittiğini hissettiğin bir noktaya geldiğinde başka bir projeye geçiyorsun.

 

 

 

Ne zaman büyüme durur, o zaman benim için o proje biter

 

 

David Murray: Evet, Vocal Masters of Guadalupe ile yaptığım gibi. O proje uzun sürmüştü, iki yüz elli kadar konser vermiş olmalıyız. Ama bir süre sonra bittiğini anlıyor insan, “Tamam, artık bunu yapmak istemiyorum.” Diye düşünüyor. Çünkü belli kültürler ve belli insanlar değişmek isteniyorlar. Oysa ben büyümesini istiyorum. Ne zaman büyüme durur, herkes hangi notayı çalacağından çok emin olur, her akşam o notaları çalmaya başlar, benim için o proje biter. Tamam, derim buraya kadarmış. Çünkü o zaman benim de öyle çalmamı isterler ama ben her akşam çaldığımda başka bir şey yapmaya çalışırım. Aynı şarkıyı bile çalsam bir önceki geceden farklı çalmaya çalışırım. Benim için güzel olan budur. Elemanlar kendilerinden çok emin hale gelip kızlara göz kırparken aynı notaları çalmaya başladılarsa bu benim için kötüye işarettir. Bir şey söylemem ama o projede çalmayı bırakırım. Benim için o dava bitmiştir. Yeni bir grup bulma zamanı gelmiştir.

 

Sevin Okyay: Bence insan olarak da çok az değişmişsin.

 

David Murray: Umarım.

 

Sevin Okyay: Tabii ben sadece doksanlardan beri seni tanıyorum.

 

David Murray: Midem genişledi gerçi, onun farkındayım. Gençken çok daha zayıftım tabii. İçimde olanları da göremiyorsunuz maalesef. Ama muhtemelen içimde de daha yaşlıyım. Birçok arkadaşım alkolizmden ya da başka şeylerden hayatını kaybetti, ben de o hayatı yaşadım o yüzden dıştan iyi görünsem de içeride bazı sorunlar baş göstermeye başladı.

 

Sevin Okyay: Dıştan iyi görünüyorsun ama.

 

David Murray: Güzellik yüzeyseldir derler.

 

Sevin Okyay: Fakat müzik, yani senin yaptığın müzik her zaman değişiyor, her zaman gelişiyor.

 

 

Benim müziğim atletiktir

 

 

David Murray: Benim müziğim biraz atletiktir. Ben de bir zamanlar atlettim, hem de oldukça iyi bir atlettim. O yüzden müziğim de bundan etkilendi. Çalmayı, terlemeyi seviyorum, hava güneşliyken gömleğimi çıkarmayı seviyorum. Saksafonumu çalmayı seviyorum. Bunları seviyorum, bana hissettirdiklerini seviyorum. Her sabah koşmak gibi, bir süre sonra o hisse bağımlı olursunuz, her gün koşmak istersiniz, öyle hissetmek istersiniz. Benim için müzik de öyle. Mesela nefes döngüsü bir akciğer egzersizidir.

 

Sevin Okyay: Doksanların başlarında daha öfkeliydin.

 

David Murray: Öfkeli mi?

 

Sevin Okyay: Daha deli doluydun.

 

David Murray: Aslında hala öfkeliyim.

 

Sevin Okyay: Ama daha sakin görünüyorsun.

 

David Murray: Evet belki de… Ama hala öfkeli olmama neden olan birçok şey var.

 

Sevin Okyay: Evet.

 

David Murray: Özelikle de politik olarak.

 

Sevin Okyay: Kesinlikle.

 

 

İnsanların birbirine davranışları yüzünden hala öfkeliyim

 

 

David Murray: Çürük bir patates yediğim için falan öfkeli değilim ben. Hayır, insanların birbirlerine davranışları yüzünden öfkeliyim. Sanırım öfkeli olmamın en önemli sebebi bu. Bir de bazı insanların baskı altında olması. O yüzden şarkı isimleri, müziğiniz, müziğinizi düzenleme biçiminiz, müziğinizde konuştuğunuz şeyler oldukça fazla öfke barındırıyor. Birçok şairle uğraşıyorum, onların şiirlerini alıp şarkılara dönüştürüyorum.

 

Sevin Okyay: Hatta Puşkin’le bile.

 

David Murray: Evet, Puşkin’le bile. Kendisi yüz seksen yıl önce öldü ve o da oldukça öfkeli genç bir adamdı. Asla yaşlı bir adam olamadı. Amiri Baraka.

 

Sevin Okyay: Evet.

 

David Murray: Cumartesi gecesi evimde Ishmael Reed ve eşi için bir parti vardı. Ben orada olamadım ama evimi onlara ve yirmi beş başka arkadaşıma açtım. O da öfkeli bir adamdır. Şairler öfkeli insanlardır çünkü insanlar onlara kulak asmaz. Ama onlardan kendi zamanlarının Nostradamus’ları olmaları beklenir, geleceği öngörmeleri beklenir. Zamanda denk geldikleri anların sosyal koşullarını yansıtırlar. Onlara kulak vermek gerektiğini düşünüyorum. Yapılan şey güçlü, mesela Amiri Baraka’yla birlikte yaptığımız Bebop gibi, demek istediğim önceden “kurtar bizi İsa” şarkıları söyleyen yirmi çocuktan oluşan bir kilise korosuna “proleterler kavgaya” dedirtiyorduk. Fark burada. Bana sorarsanız öfke gerekli. Hala öfkeliyim. Ama çok da öfkeli değilim.

 

Sevin Okyay: O zamanlar bana Shepp’i hatırlatıyordun.

 

David Murray: Shepp mi? Hayır, Shepp benden daha öfkelidir. Üstelik o bir sürü dilde küfür de edebilir.

 

Sevin Okyay: Hatta buradaki basın toplantısında bile çok öfkeliydi.

 

David Murray: Biliyorsun o tam bir hatiptir. Böyle kalın bir sesi vardır. Onu dinlemek zorunda kalırsın eğer onu dinlemezsen hatalı olan sen olursun. Sen zaten biliyorsun, kendini dinletmeyi iyi bilir. Hayır, ben Archie gibi değilim. Aslında onun konumunda olmak da hiç istemedim. Bazı insanlar üzerlerine çok fazla ilgi çekerler, ben onlardan olmak istemem.

 

Sevin Okyay: O da son geldiğinde eskisi gibi değildi, çok daha yorgun görünüyordu.

 

David Murray: Yetmiş beş yaşına geldi ve gençleşmiyor. Artık vücuduna zarar vermeyi bıraktı gerçi ama uzun süre boyunca vücudunu çok yıprattı. Zamanında Archie gerçek bir ikondu.

 

Sevin Okyay: Son gelişinde konferansta ona Avrupa cazı hakkında ne düşündüğünü sordular. O da, o zaman Pera Palas’ta kalıyordu, “Burada harika bir kafe var ve çok güzel croissant yapıyorlar ama Türk croissantı yapıyorlar.” Dedi. (Gülüşmeler)

 

Sevin Okyay: Ardından birisi Jan Garbarek hakkında ne düşünüyorsunuz diye sordu, o da “Norveç croissantı” cevabını verdi. (Gülüşmeler)

 

David Murray: Norveç croissantı! Komikmiş.

 

 

 

Butch Moris`i düşünmediğim tek bir günüm bile geçmedi

 

 

Sevin Okyay: Çok fazla zamanını almak istemiyorum ama sana sormak istediğim bir şey daha var; Butch Morris. Hepimiz onu çok seviyorduk. Bir süre burada da yaşadı. Siz zamanında birlikte de çalıştınız.

 

David Murray: Elbette, ben Butch’la tanıştığımda on yedi yaşındaydım. Onunla tanışır tanışmaz iyi arkadaş olmak istediğime karar vermiştim. New York’ta cenazesinde yaptığım konuşmada da bunu söylemiştim, arkadaş olacağımızı biliyordum. O zamanlar daha kornet çalıyordu, henüz şef olmamıştı daha sonra orkestra şefi oldu. Onunla daha üniversiteye gitmeden önce Kaliforniya’da tanışmıştım. Çok yakındık, onu gördüğün zaman beni de görürdün. Birlikte Berkeley’de transfüzyon meditasyon partilerine gidiyorduk, herkesin gözlerini kapatması gerekiyordu ama bizim gözlerimiz hep açık olurdu. Her neyse, birlikte sürekli müzik yapardık, sürekli birlikte çalışırdık. Ben New York’a geldikten kısa süre sonra o da geldi, uzun süre benim evimde kaldı. Annesini tanırdım ama babasıyla hiç tanışmadım. Kardeşi Wilbur’la birlikte de çok defa müzik yaptım. Uzun yıllar boyunca New York’daki basçım oydu, birlikte Avrupa’yı dolaştık. Wilbur, Butch’tan belki on yaş daha büyüktü. Daha doğrusu sekiz, dokuz yaş daha büyüktü. O yüzden her zaman Butch’un koruyucusuydu, sonra benim de koruyucum oldu. Beni de kanatlarının altına aldı, bana birçok şeyi o öğretti. Şimdi düşününce Butch öleli iki yıl olmuş.

 

Sevin Okyay: Evet.

 

David Murray: Onu düşünmediğim tek bir günüm bile geçmedi. Portekiz’de Sines’te bir evim var, Butch’a teşhis konulduğunda orada kalıyordu. Fazla zamanı kalmadığını öğrendiğinde öylece odada oturduk ve hiç konuşmadığımız gibi konuştuk. Sonu yaklaşıyordu ve kalan zamanını benimle geçirmek istedi. Bunun için çok minnettarım. Birlikte birçok şey yaşadık ve uzun yıllar geçirdik. Ama Butch’la çalışmak, onun orkestra şefi oluşunu izlemek, tekniğini geliştirmesini izlemek… Bir keresinde Boston’da bir konser vermiştik, büyük bir orkestraydı. On sekiz enstrüman ve yirmi yaylıdan oluşuyordu. Benim grubumla Lester Young, Coleman Hawkings ve Paul Gonzalves anısına bir konser veriyorduk ve Butch’da orkestrayı yönetiyordu. Müzikler için çok uzun süre çalışmıştık. Prova aralarında yolun karşısındaki bir Hint lokantasına gidiyorduk. Orkestra şefi Seiji Ozawa’da o sıralarda Boston Senfoni orkestrasını yönetiyordu. Bir gün bizim lokantada olduğumuzu öğrenmiş, yanımıza geldi ve Butch’u geliştirdiği orkestra yönetimi tekniğinden dolayı tebrik etti. “Tüm dünyadaki orkestra şefleri senden bahsediyorlar.” dedi. Nihayet orkestra şefleri arasında kabul gördüğünü hatta takdir edildiğini öğrendiğinde Butch’un yüzündeki ifadeyi görmeliydiniz. Daha önce yüzünün o hale geldiğini hiç görmemiştim. (Gülüşmeler)

 

David Murray: Bu hikâyeyi anlatmayı çok seviyorum çünkü kendimi mutlu hissetmeme sebep oluyor.

 

Sevin Okyay: Güzel bir hikâyeymiş.

 

David Murray: Evet öyle.

 

Sevin Okyay: Butch iyi arkadaşımdı. Onu hepimiz çok seviyorduk, bir süre burada yaşamıştı.

 

David Murray: Evet, evet hatırlıyorum. Onu burada bir kere ziyaret etmiştim, beni kaldığı daireye götürmüştü, oldukça güzel bir yerdi. Burada yedi yıl mı altı yıl mı kalmıştı?

 

Sevin Okyay: Hayır o kadar uzun kalmadı. Üniversitede çalıştığı üç yıl burada yaşadı ama sık gider gelirdi.

 

David Murray: Evet, ondan önce Liege’de yaşamıştı.

 

Sevin Okyay: Evet.

 

David Murray: Orada da uzun süre yaşamıştı. Biliyorsunuz Butch tam bir göçebeydi, hiçbir yerde çok uzun süre kalamazdı. Bir de Butch herkesin en iyi arkadaşıydı. O yüzden sadece ben değil bir sürü en iyi arkadaşı vardır. Her zaman, New York’ta cebinde beş kuruş olmadan evden çıkıp, gün boyu harika vakit geçirip, en güzel yemekleri yiyip, en güzel şarapları ve şampanyaları içip tek kuruş bile harcamadan eve dönebileceğini söyler ve bununla gurur duyardı. (Gülüşmeler)

 

 

Son projesi Infinity Quartet ve Macy Gray, Gregory Porter

 

 

Sevin Okyay: İnfinity hakkında da biraz konuşabilir miyiz?

 

David Murray: Elbette.

 

Sevin Okyay: Albüm daha burada yayınlamadı, o yüzden bizim pek bir fikrimiz yok.

 

David Murray: Öyle mi?

 

Sevin Okyay: Evet, belki nisan ayında yayınlanır.

 

David Murray: O proje benim için bitti bile.

 

Sevin Okyay: Bizim için hala yeni.

 

David Murray: Bir pop yıldızıyla çalışmak, bir caz yıldızıyla çalışmaktan çok farklı. Ama Macy bir jazz yıldızına dönüşmek istiyordu. Çünkü pop dünyasında onun gibi kırk dört, kırk beş yaşına geldiğinizde artık kariyerinizin sonuna yaklaşmışsınız demektir. O yüzden benimle çalışarak kariyerini uzatmak istiyordu. Ama bazen dediklerimi dinlemiyordu. Öyle bir pop yıldızıyla çalışınca bu tarz küçük sorunların olması kaçınılmaz elbette. Ortada büyük bir ego ve küçük bir öğrenme isteği var. Çevresine onun daha güzel duyulmasına sebep olacak şeyleri toplamak istiyor. O yüzden sürekli hali hazırda bildiği şeylere dönüyorduk. Bilemiyorum… Karşınızda yaşlanmakta olan bir pop yıldızı olunca.

 

Sevin Okyay: Sanırım bu projede iki vokalistle çalıştın.

 

David Murray: Evet, Gregory Porter. Onu daha Amerika’da bir plak şirketi olan Motéma’dan yeni ayrıldığında bulmuştum. Şimdi Blue Note ile çalışıyor ama o zamanlar daha onlarla anlaşmamıştı. Bu sayede onu kapabildim. Ben, Lois Armstrong Satchmo Kampında eğitmenlik yaptığım için biz Washington DC’de kayıt alıyorduk o da ----‘de üstüne kayıt alıyordu. Ailemi, çocuklarımı Avrupa’dan, Paris’ten yanıma getirmiştim. Onun kısımlarını çalışmak için akşam dokuzda stüdyoya girip sabah beşte çıkıyorduk. Aslında sadece onun sesini şarkıya yerleştiriyorduk çünkü şarkılar zaten kayıt edilmişti. Oldukça iyi bir iş çıkardı. Macy ise kendi şarkısını Paris’te kaydetti. Solistlerle uğraşırken daha çok bir takım oyuncusuna dönüşüyorsunuz çünkü asla liderliği alamıyorsunuz, insanlar her zaman vokalisti dinliyor çünkü onlar kelimeleri kullanıyorlar. O yüzden ben de söyledikleri kelimeleri kontrol etmeye çalıştım. Bunu yapabilmek için de çok iyi bir şaire ihtiyacım vardı, kendim bunu yapamazdım. Sözleri Ishmael Reed’e yazdırdım. “pencereyi açık bıraktım, sen de içeri tırman, seni sabaha kadar emeceğim, yataktan çıkamayana kadar emeceğim hatta doktorlar öldüğünü söyledikten sonra da emeceğim.” Bunlar harika şarkı sözleri (Gülüşmeler) “Be my monster love” “Ben senin Batman’in olacağım, sen de benim kedi kadınımı ye, pençelerin umurumda değil.” Harika sözler. (Gülüşmeler)

 

Sevin Okyay: Evet harika. Eklemek istediğin bir şey var mı? Yeni bir proje mesela?

 

David Murray: Benim için her şey bugünle içinde bulunduğumuz anla ilgilidir. Buraya geleceğimi öğrendiğimde adamım Mehmet için bir tribute yapmak istediğimin bilinmesini istedim. Eskiden Ben, Butch, Jim, Mehmet ve Buda sürekli birlikte takılırdık. Sıklıkla yaptığım gibi piyanomun üzerine resmini koydum. Birkaç gün boyunca her geçişimde ona baktım. Sonra müzik defterimi de oraya koydum ve bir şeyler çalmaya başladım. Bir hafta sonra bir şarkı ortaya çıkmıştı. Ondan sonrası çorap söküğü gibi geldi, neler yaptığımızı, nerelerde takıldığımızı, birlikte yaşadıklarımızı hatırladıkça yağmur gibi yağdılar. İki şarkı çok kolay oldu. Sonra şaşırtıcı bir biçimde dördüncü şarkı benim şarkılarımdan biri değil, Sun Ra’nın bir şarkısı oldu “Enlightment” (şarkıyı mırıldanıyor) “Mutluluğun şarkısı aydınlanmaktır… Şimdi, sizi uzay dünyama davet ediyorum.” İşte bunu yapacağım ve tam ortasında da bir sürprizim olacak, herkes katılabilecek. Böylece aslında tatlı vaktinin geçtiğini söylemeye çalışıyorum.

 

Sevin Okyay: Feridun sesin güzelmiş diyor.

 

David Murray: Hayır, hayır ben vokalist değilim ama çok iyi birkaç tanesini tanıyorum. (Gülüşmeler) Teşekkür ederim.

 

Sevin Okyay: Artık biraz dinlenmelisin.

 

David Murray: Evet, saat altıya kadar yapacağım bir şey yok. Bu harika, benim için harika bir gün. Klarnetimi temizleyeceğim sonra da televizyonu açıp şu uçakta kaç kişinin öldüğünü öğreneceğim. Korkunç bir ölüm. Anladığım kadarıyla uçağın elektrikleri gitmiş, sekiz dakika kadar düşmüşler. Korkunç bir his olmalı. Öleceğini biliyor olmak, Tanrım.

 

Sevin Okyay

 

Cazkolik.com / 26 Mart 2015, Perşembe

 

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Sevin Okyay

  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.