Çağdaş cazın ağır topları; sıradışı İngiliz topluluk Get the Blessing ile Zekeriya Şen konuştu

Çağdaş cazın ağır topları; sıradışı İngiliz topluluk Get the Blessing ile Zekeriya Şen konuştu

25 yıldır Türkiye’nin en uzun soluklu festivallerinden Akbank Caz Festivali bu sene 21 Ekim - 01 Kasım 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilecek.

 

Doksanların kült grubu Portishead’den tanıdığımız Jim Baar ve Clive Deamer da içinde yer aldığı, sahnede yüzlerini gizleyerek farklı tarzları ile dikkat çeken sıradışı İngiliz topluluk Get The Blessing, 25. Akbank Caz Festivali kapsamında 31 Ekim 2015, Cumartesi günü Babylon Bomonti sahnesinde olacak.

 

Sahnede yüzlerini gizleyerek farklı tarzları ile dikkat çeken sıra dışı İngiliz topluluk beş albüm yayınladı. Rock ve cazın mükemmel bir şekilde harmanlandığı bestelerinde “punk” enerjisinin epeyce hissedildiği GTB için eleştirmenler, "çağdaş cazın ağır topları” demektedirler. Topluluk son albümleri “LoeAntilop”u “4 günlük kayıt, 3 yıllık sahne performansı ve 12 yıllık çay ve cin tüketiminin doruk noktası” diyerek tanıtmakta. Get The Blessing’in kolaylıkla sınıflandıramayacağınız neşeli, alaycı, sarsıcı ve şaşırtıcı müziklerini belki her yerde dinleyebilirsiniz ama gerçek yüzlerini görmek için konserlerine gitmelisiniz.

 


 

 

Get the Blessing: "Bir araya gelince yeni bir şey denemeyi amaçlarız ancak her şeyi ciddiye almamak kesinlikle felsefemizin önemli taşlarından biri"

 

 

Zekeriya Şen: Grubun adının ilhamını nereden aldınız?

 

GTB: Ornette Coleman! Grubun oluşumunda biçimlendirici bir unsurdu. Orijinal adımız “The Blessing”, Coleman’ın lider olarak kaydettiği ilk albümünde yer alan bir parçadan geliyor. Oysaki biz, hak etmediği kadar düşük değer verilen “The Avant Garde” adlı albümde yer alan Coltran ve Don Cherry versiyonunu çok daha seviyoruz. Ornette ve onun yaklaşımı o zamandan beri yüreğimizde temel taş olmuştur ve son albümümüz `Astronautilus` ona adanmıştır.

 

Zekeriya Şen: ‘Astronautilus’ en son albümünüz, gelişimi nasıl oluştu?

 

GTB: Kuzey Cornwall sahilinde bir ev bulduk ve ocakta oraya bir seyyar stüdyo yerleştirdik. Stüdyodayken hem denizi hem de gökyüzünü görürdük ve bu bizi oldukça fazla etkiledi. Stüdyoya önceden kaydettiğimiz bazı taslak kayıtları getirdik ve bu başlamamıza imkan verdi. Ancak bir önceki albümümüz “Lope And Antilop” de olduğu üzere sadece çalmaya başladık ve albümün çoğu doğaçlama olarak ortaya çıktı.

 

Zekeriya Şen: Albümün ana fikri neydi?

 

GTB: Önceden kurgulanmış bir düşüncemiz yoktu bu albüm için. Ancak deniz, gökyüzü ve yıldızlar (birkaç akşam geç saatlerde sahilde yürüyüşe çıktık) bizleri yarattığımız müzikte oldukça etkiledi. Kendimizi deniz canavarları hayal ederken bulduk özellikle kökleri birkaç yüz milyon yıl öncesine dayanan nautilıs, kafadan bacaklı yumuşakçalar cinsinden sedefli deniz helezonu, bizleri çok etkiledi. Özellikle bu yaratıkların denizden kafalarını çıkartıp gökyüzüne geceleyin bakarken neleri hayal ettiklerini düşündük.

 

Zekeriya Şen: Bir Astronom ve Uzay Bilimleri sever olarak, sizin de bu tür konulara eğiliminiz var mı?

 

GTB: Evet! En azından benim var. İnek bir delikanlıydım ve özellikle bilime karşı ilgim vardı. Üniversitede Fizik/Teorik Fizik/astrofizik okumak istedim. Sonunda matematik okudum ve yoğun bir şekilde müzik ile ilgilenmeye başladım (açıkça belli oluyor) ve astronomiye olan ilgim uçtu gitti. Ama inek bir orta yaşlı adam olarak merakım tekrar canlandı ve grubun geri kalanını duyarsızca takımyıldızlar, nebula ve ikili sayı sistemleri üzerine ütülüyorum.

 

Zekeriya Şen: Her albümle birlikte müziğinizin daha geniş ve daha iyi bir ses skalasına doğru ilerlediğini hissediyorum. En büyük ilhamlarınız kimler?

 

GTB: O kadar çok ki. Eno, Bowie, Kraftwerk.

 

Zekeriya Şen: GTB’nin özgürlüğü, melodiyi ve müziklerindeki saf mutluluğu sevdiği aşikar. Yakın geçmişte var olan ilhamlarınız var mı

 

GTB: En son geldiğimiz de İstanbul’da özellikle çok güzel bir yemek yemiştik. Yol kenarında ufak bir kafedeydi ama inanılmazdı. Bunu seninle paylaşmak isteriz ama geçen sefer maalesef her şeyi yedik. Ancak bu sefer seninle bu yemeği paylaşmaktan çok mutluluk duyarız.

 

Zekeriya Şen: Müziğinizdeki ham ve ön planda olan armonileri duymak oldukça keyifli. Özellikle ‘Cornish Native’ benim en beğendiğim parçalarınızdan biri. Ritmik ve tekrarlanan ton özellikle saçılan nefesliler ile birlikte büyüleyici. Bu parça nasıl oluştu?

 

GTB: Bunun bir ısınma melodisi olarak çıktığına eminim. Kısaca karşılıklı atıştırma aslında. Neredeyse o parçayı albüme koymuyorduk bile. Albüme konulacak parçaların tekrar üzerinden geçerken bu parçayı fark ettik ve ne kadar güzel olduğunu görüp albümde yer almasına karar verdik. Ne mutlu ki pek çok kişide aynı görüşte.

 

Zekeriya Şen: Türk müziği ile hiç bir etkileşiminiz oldu mu?

 

GTB: Maalesef olmadı. Her zaman duyduklarımızı beğendik ama maalesef Britanya’da çok fazla dinleme imkânımız olamıyor.

 

Zekeriya Şen: Kesinlikle normal olarak sınıflandırılmıyorsunuz ve her şeyi de ciddiye almıyorsunuz. Bu grubun benimsediği bir duruş mu?

 

GTB: Evet. Normal olup olmamamız bizi çok fazla ilgilendirmiyor. Biz her zaman yapmak istediğimiz müziği yapmayı sevdik. Buna rağmen her zaman orijinalliğe, yaratıcı müziğe değer verdik. Her zaman bir araya geldiğimiz de yeni bir şey denemeyi amaçlarız ve arzularız. Ancak her şeyi ciddiye almamak kesinlikle felsefemizin önemli taşlarından biri. Hayat çok kısa.

 

Zekeriya Şen: Peki, torba kafa meselesi nedir?

 

GTB: Renkli selefon ile kafanı sarmaya çalış ve o zaman ancak her şeyin farklı göründüğünü keşfedeceksin. Ama uyarayım, orası oldukça terli bir yer.

 

Zekeriya Şen: Müzik yazarken dinleyiciyi düşünür müsünüz yoksa tamamıyla kişisel müsamaha mı?

 

GTB: Her zaman dinleyiciyi düşünürüz; insanları bir seyahate çıkartmak istiyoruz, müziğimizle onları bir yere götürmek amacımız. Bestelerimizin gelişimini izah etme ve desteklemek için genellikle görsel kaynaklar kullanıyoruz. Müziğimizle dinleyicinin neler hissettiği oldukça önemli. Ancak aynı zamanda, sadece kendi tecrübelerimize ve tercihlerimize göre müzik besteleyebiliyoruz. Bu bağlamda biraz gerekli kişisel müsamaha diyebiliriz. Ama eğer biz seversek diğerlerinin de seveceğini umuyoruz.

 

Zekeriya Şen: Şu an neredesiniz? Avrupa’da çok konser verdiğinizi biliyorum, şu an neredesiniz?

 

GTB: Her yerde. Yarın Londra, Cumartesi Almanya, Pazar Fransa sonra Almanya, İrlanda, Belçika, Hollanda ve sonra Türkiye! Ve sonra Sırbistan ve Avusturya.

 

Zekeriya Şen: Konserleriniz nasıl gidiyor ve özellikle çalmaktan çok hoşlandığınız şehir veya mekan var mı?

 

GTB: Amerika ve Kanada’ya tekrar gitmeyi çok isteriz. İş sadece detaylara bakıyor. Ayrıca Avustralya ve Yeni Zelanda’da da çalmak isteriz her ne kadar çok çok uzakta olsalar bile.

 

Zekeriya Şen: Müzik haricinde neye tutkuyla bağlısınız?

 

GTB: Yemek. Astronomi. Politik. Daha fazla yemek.

 

Zekeriya Şen: Masum yaramazlığınız nedir?

 

GTB: Cin ve tonik. Aslında bunun hakkında bir yaramazlığımız yok. Ama aynı şeyi şambaba tatlısı için diyemem. Özellikle Paris’teki Gard du Nord’un hemen çıkışında nefis bir Brasserie var ve oradaki midyeler o kadar iyi ki mutluluktan yüksek sesle kahkaha atmanıza neden oluyor.

 

Zekeriya Şen: GTB nasıl hatırlanmak ister?

 

GTB: Akılda kalan bir grup olarak hatırlanmak isteriz. Gerçekten, müzik çalmayı ve insanları evlerine mutlu dönmelerine vesile olmak bizleri çok mutlu ediyor. Hatırlanmak bile çok güzel bir şey olur.

 

Zekeriya Şen: Son olarak buradaki dinleyicilerinize bir notunuz var mı?

 

GTB: Geri döndüğümüze ve sizleri tekrar göreceğimiz için çok mutluyuz. Konser sonrası takılan bir grup bizi terasta nefis bir bara götürmüştü, umuyoruz sizleri konser sonrası tekrar görürüz!

 

Zekeriya S. Şen

 

Cazkolik.com / 20 Ekim 2015, Salı

 

 


 

Zack: What inspired you to the name of the group?

 

Jake: Ornette Coleman! He was a formative influence on the band and our original name was `The Blessing`, named after a tune of his from his first album as leader. Though it was the Coltrane and Don Cherry version from the (much under-rated) record `The Avant Garde` that we loved best. Ornette and his approach has been a touchstone ever since those early days, and our latest album `Astronautilus` is dedicated to him.

 

Zack: Astronautilus is your latest record - how did the creation process evolve?

 

Jake: We found a house on the North Cornwall coast and installed a mobile recording studio there for a few days in January. We could see the sea and the sky from our live room and it inspired us greatly. We`d brought sketches of tunes to help us get started but, just as with our last album `Lope And Antilope`, we just started playing and much of the album is entirely improvised.

 

Zack: What was your main idea for this album?

 

Jake: We had no preconceived ideas for this album, but the sea and the sky and the stars (we went for a couple of late night walks on the beach) became very influential on the sound we created. We found ourselves imagining the sea creatures, particularly creatures like the nautilus with a genetic heritage stretching back for hundreds of millions of years, and wondering what they must think when they look
up and out of the sea at the stars at night...

 

Zack: As an Astronomer myself and a space sciences freak do you guys have any tendency towards such topics?

 

Jake: Yes! Well, I do. I was a geeky teenager who was good at sciences and wanted to study physics/theoretical physics/astrophysics at university. In the end I studied mathematics and became heavily involved in music (obviously) so my interest in astronomy evaporated. But as a geeky middle-aged adult I have rekindled my interest and make it my mission to bore the rest of the band senseless with descriptions of asterisms, nebulae and binary systems.

 

Zack: With each of your album I experience an evolution towards a greater and a better sound. Who are your biggest influences/inspirations?

 

Jake: So many. Eno, Bowie, Kraftwerk...

 

Zack: It’s obvious that GTB loves the freedom, melody and sheer joy in their music. Any influences of the near past that you might like to share with us.

 

Jake: We had a particularly good meal in Istanbul when we last visited. It was just a small cafe by the side of the road but it was sensational. We`d like to share it with you, but I`m afraid we ate it all. We are, however, very happy to share another with you this time...

 

Zack: I love the way you hear the harmonies raw and up front in your music. Especially “Cornish Native” is a favourite track or mine. The lovely rhythmic and the continuous tone is particularly special with the scattering of the horns. How that came about?

 

Jake: I`m pretty sure it was just us warming up! Jamming, basically. We nearly didn`t include that track: it was only when we were reviewing the recordings towards the end of the process that we found it again and loved it. And fortunately lots of other people do too.

 

Zack: Have you any encounter with Turkish music in anyway?

 

Jake: Sadly not. We`ve always like what we hear, but we don`t get to hear much in the UK.

 

Zack: You are definitely not classified as normal and don’t seem to take everything seriously. Is this a philosophy the band likes to pursue?

 

Jake: Yes. We aren`t really concerned about whether we`re considered `normal` or not. We`ve always just made the music we like to make, though we all value original, innovative music and so aspire to try something new whenever we get together. But not taking everything too seriously is definitely an important part of our philosophy. Life is too short...

 

Zack: What’s the deal with the bag heads?

 

Jake: Try wrapping your head in coloured cellophane and you will discover that everything looks different. It gets a bit sweaty in there, mind you...

 

Zack: When you`re writing your music do you think of the listener in mind or is it purely self-indulgent?

 

Jake: We are always thinking of the listener; we want to take people on a journey, to transport them somewhere with our music. We often use visual references to describe the process of composition for us, it`s really important how music makes the listener feel. But at the same time, we can only make music according to our own experiences and preferences, so it`s necessarily self-indulgent in that respect. But
we hope that if we like it others will too.

 

Zack: Where are you at the moment? I know that you are doing a lot of gigs in Europe.

 

Jake: Everywhere! London tomorrow, Germany on Saturday, France on Sunday, then Germany again, Ireland, Belgium, Holland and then Turkey! And then Serbia, then Austria, ...

 

Zack: How’s that going and have you any particular cities or venues. Countries that you’d really love to play?

 

Jake: We`d love to return to the US and Canada, it`s just sorting out the practicalities. And we`d love to play in Australia and New Zealand too, though they`re a long way away...

 

Zack: Apart from music what else is the band passionate about?

 

Jake: Food. Astronomy. Politics. More food.

 

Zack: What is the bands guiltiest pleasure?

 

Jake: Gin and tonic. Actually, we don`t feel all that guilty about it... Rum Baba is one though, and there`s a fantastic Brasserie just outside Gard du Nord in Paris where the oysters are so good they make you laugh out loud.

 

Zack: How would GTB like to be remembered?

 

Jake: We would like to be remembered as a band that was memorable. Seriously, we just love playing and sending people home happy, so to be remembered at all would be a lovely thing.

 

Zack: Finally any comment for your fans here?

 

Jake: We`re really looking forward to returning and to seeing you all again. There was a particularly lovely group who hung around after the gig and who took us to a great bar on a rooftop overlooking the city, so we hope to see you all there again after the gig!

 

Zekeriya S. Şen

 

Cazkolik.com / October 20, 2015, Tuesday

 

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.