Amir El Saffar`ın müziği Dicle ve Fırat gibi, caz ve makam müziği gibi iki farklı akım

Amir El Saffar`ın müziği Dicle ve Fırat gibi, caz ve makam müziği gibi iki farklı akım

26. Akbank Caz Festivali`nin önde gelen ismi Amir ElSaffar ile uzun süredir söyleşi yapmayı istiyorduk. Sanatçının hem bu coğrafyanın hem Amerikan cazının parçası olması ortaya caz için gerçek bir hazine çıkarıyor. Bu müzikal farklılığı bizzat sanatçısından öğrenmek önemli. Bu nedenle, bu akşam (19 Ekim 2016) izleyeceğimiz Amir ElSaffar`a verdiği içten cevaplar için teşekkür ediyoruz. Akbank Sanat ve Pozitif ekibine söyleşiyi yapmamızdaki içten çaba ve yakınlıkları için ayrıca teşekkür ediyoruz. Cazkolik ekibinin değerli üyesi, sevgili dostumuz Turgay Yalçın`a bu harika söyleşi için özel bir teşekkürümüz var. Onun ayrıntılı ve samimi soruları olmasa eminiz Amir AlSaffar da bu kadar detaylı ve doyurucu yanıtlar vermezdi.

 

Cazkolik.com

 


 

Amir ElSaffar: Cazın farklı formlarla etkileşimi Ellington, Brubeck, Coltrane`den beri olan bir tavır

 

Turgay Yalçın: Çocukluğunuzdaki ilk müzikal deneyimlerinizden bahseder misiniz? O dönemde Irak ya da genel olarak Arap müziği ilginizi çekiyor muydu?

 

Amir ElSaffar: Aslını sorarsanız, pek değil. 5 yaşımdayken korolarda şarkı söylüyordum. Ardından Beatles şarkılarını söylemeye ve gitarla kendime eşlik etmeye başladım ki bu 1960’ların rock müziğinin derinliklerine dalmama yolaçtı; o yolda ilerleye ilerleye de caza vardım. Trompete 9 yaşımdayken başladım ama başlangıçta çok ciddiye almıyordum. 13 ya da 14 yaşımdayken Haydn’ın trompet conçertosunu çalmaya uğraşıyordum ki artık enstrümanımı sevdiğimi farkettim. Miles Davis’i de ilk defa o yaşlarda keşfetmiştim. O andan sonra klasik müzik ve caz yaşamımın en önemli uğraşları oldu. Chicago’da yaşıyorduk, her yer müzikle doluydu. Her fırsatta çalmaya başladım; büyük orkestralarla, blues gruplarıyla, RB’cilerle, hatta salsa orkestralarıyla... Bazı günler iki ayrı konserde çalıyordum. Müzikal eğitimimin en önemli zamanlarıydı.

 

Evimizde ve yakın çevremizde Irak ya da Arap müziği her zaman vardı ama hep arka plandaydı. O zamanlarda bu formları öğrenme şansını bulamadım. Herhalde 15 yaşımda falandım; kızkardeşimin Salaam adında bir grubu vardı. Orta Doğu müziğiyle ciddi olarak ilk tanışmam onun sayesindedir.

 

Turgay Yalçın: Köklerinizin, atalarınızın çağrısını da böylelikle duydunuz. Irak’a gitmeye nasıl karar verdiniz?

 

Amir El Saffar: 2000 yılında, 22 yaşımdayken, müzikal kariyerime daha fazla yoğunlaşabilmek için New York’a taşındım. Atalarımın müziğini araştırmam ve öğrenmem gerektiğini artık anlamıştım. 2002’de Bağdat’taydım. Kendimi evimde gibi hissediyordum. Makam müziği ile tanıştım; onun insanı çok güçlü bir şekilde içine çeken, ruh dolu yapısını hissettikçe, tanıdıkça o zamana kadar sevdiğim diğer müzik türlerinde var olan bir çok unsuru içinde barındırdığını farkettim. Kompozisyonel olarak çok sofistikeydi ve doğaçlama müziğin doğal parçasıydı. Mikrotonal seslerle ve vokal çeşitlemeleriyle süslenmiş melodik yapı o derece güçlüydü ki, bazı zamanlar gözlerimden yaşlar gelerek dinliyordum. Bu müziği derinlemesine öğrenmem gerektiğine öylelikle karar vermiştim. Böylece 6 ay boyunca Bağdat’taki üstadlardan ders aldım. Daha uzun kalmaya istekliydim ama savaş kapıdaydı ve o yılın sonunda ayrılmak zorunda kaldım. Akabinde de Makam müziğinin büyük üstadı sayılan Hamid Al-Saadi ile çalışmak için Londra’ya gittim.

 

 

Turgay Yalçın: Şarkı söylemeye de o dönemde mi başladınız? Şiirin makam müziğinde ve tabii ki sizin müziğinizdeki yeri nedir?

 

Amir ElSaffar: Irak Makam Müziği ve tabii ki Arap, Türk ve İran kültüründeki müzikal formlar, temelde vokal üzerine, şiirin sihri üzerine bina edilmekte. Makam müziğini öğrendikçe Arap şiirinin güzelliğini de keşfetmeye başladım. Büyük bir ustalık ve zerâfetle dile getirilen sevgi, güzellik ve kutsallığı... Melodiyle birlikte tınlayan; mikrotonal oyunlarla, nüanslarla dans eden kelimeleri seslendirmeyi istedim çünkü bu geleneğe olabildiğince yakın olmak, nefesimin, hatta bedenimin içinde hissetmek istiyordum.

 

Turgay Yalçın: Makam müziğinin ve cazın bir araya gelebileceğine ne zaman ve nasıl ikna oldunuz?

 

Amir ElSaffar: Aslında başlangıçtaki amacım makam müziğini öğrenmek ve onun bazı unsurlarını caz içinde kullanmayı denemekti. Ancak zamanla, makam müziğinin içine o denli gömüldüm ki trompeti hatta cazı bir kenara bıraktım ve kendimi tümüyle vokal çalışmalarına ve santur öğrenmeye adadım. Bu müzik formunun mükemmeliği ve güzelliği aklımı başımdan almıştı; müzikal anlamda tek uğraşım haline geliverdi. 2006’da karşıma bir fırsat çıktı. Caz ve makam müziğini bir araya getirecek bir parça bestelemek için burs kazandım. Ürkütücü bir teklifti çünkü bu iki müzikal formla yakınlığımın ayrı ayrı yerlerde durduğundan şüphe ediyordum. İki ayrı müzikal dilin bir araya gelmesinde tonalite, dinamik ve estetik unsurlar başta olmak üzere bir çok problem vardı. Bu proje üzerinde yoğunlaştıkça engellerin sessizce yokolduğunu farkettim ve ortaya Two Rivers Suite çıktı.

 

Turgay Yalçın: Bana sorarsanız, bu esere verdiğiniz isim başlıbaşına bir şiir. Metafor nereye kadar uzanıyor?

 

Amir ElSaffar: Teşekkür ederim. En belirgin olan Dicle ve Fırat tabii ki, insanlığın en eski uygarlıklarının doğumuna yol açan iki muazzam nehir. Aynı zamanda iki farklı müzikal akım: caz ve makam müziği. Sonra, modernitenin kadim kültürle birlikteliği. Tabii ki taşıdığım iki ayrı kan, Irak ve Amerikalı ebeveynlerimin kanı. Nehrin kah uysal kah çılgın akışı ve daha başka bir çok şey.

 

Şunu da söylemeliyim, suyun müziğimdeki duygusal öğelere karşılık geldiğini de düşündüğüm olur; yeri geldiğinde ateşi söndüren ya da toprağı deşe deşe menziline doğru giden.

 

 

Turgay Yalçın: Batılı kulakların müziğinize tepkisi nasıl? Caz aleminin müziğinize olan ilgisinde oryantalist bir bakış hissettiğiniz oluyor mu?

 

Amir ElSaffar: Doğunun müzikal formlarıyla âşinâ olmayan bazı dinleyicilerin müziğimi ‘enteresan’ ya da egzotik şeklinde nitelendirdiği oluyor. Onlara çekici ya da merak uyandırıcı geliyor olabilir; çoğunlukla ‘öteki’ne ait bir müzik olarak algılıyorlar.

 

Ama bazı dinleyiciler de, ki azınlıkta değiller, müziğimin derinliklerine dalabiliyorlar. Tüm insanların ortak bir kökten geliyor olduklarını düşünürsek; yeni işittikleri bir müziği bu denli derinden algılamalarının temelinde, müziğimi işitmenin onların kollektif belleğe erişim sağlamalarına neden olması mı var, merak etmiyor değilim.

 

Şunu da unutmayalım, caz farklı müzikal formları içine almak hususunda çok tutucu bir tür değil. Duke Ellington’ın Caravan’ında ya da Dave Brubeck’in Blue Rondo Ala Turk’ünde veya Paul Desmond’ın Take Five’ında ortadoğu etkileri var. John Coltrane hem Hint hem de Arap müziklerini etüd etmiş ve kompozisyonlarda, doğaçlamalarında bu sound ve mode’lardan faydalanmıştı. Miles Davis, Sketches of Spain’i flamenko üzerine kurgulamıştı. Hatta Ahmed Abdul Malik ve Don Cherry bu açıdan çok daha ileriye gittiler. Yani bu etkileşim uzun süredir mevcut.

 

Turgay Yalçın: Caz Irak’ta ya da Arap ülkelerinde yaygın dinlenen bir tür değil. Müziğiniz oralarda nasıl karşılanıyor?

 

Amir ElSaffar: Haklısınız, o coğrafyadaki çoğunluk cazla tanışmamış durumda. Belki bir Louis Armstrong şarkısı dinlemiştirler ya da 70’lerin caz fusion örnekleri az da olsa ulaşmıştır. (Mısırlı bir arkadaşım caz tarihinin Chick Corea ile başladığına dair bir şaka yapmıştı.) Ancak hard bop, serbest caz hatta modal caz bu topraklara hiçbir dönemde erişemedi. Bu belki tanışıklıkları olmadığından ötürüdür; cazın içerdiği bir kısım düzensiz desenler, kompleks ritmler bir çoğunun kulağına hoş gelmeyebiliyor. Arap dinleyicilerin müzikte daha ziyade melodinin yoğun olmasını bekliyor olmaları da var. Ama buna rağmen müziğimi büyük bir ilgiyle dinlediklerini, hızlı kavradıklarını söyleyebilirim. Makam müziğimin yaptığım müziğin içinde kök salmış olması bunun temel nedeni sanırım.

 

 

Turgay Yalçın: Türk Sanat Müziği’ne aşina mısınız? Türk müzisyenlerle ortak çalışma yapma fırsatı bulabildiniz mi?

 

Amir ElSaffar: Dil farklı, jestler farklı, mimikler farklı olabilir ama Türk Sanat Müziği ve Irak Makam Müziği aynı duyarlılıklara sahipler. Evet, başta Tanburi Cemil Bey ve Necdet Yaşar olmak üzere bir çok müzisyenin eserlerini dinledim. Hatta birkaç saz semai ve beste de öğrendim. Okay Temiz başta olmak üzere Türk cazından da çok örnek dinledim. Ergün Şenlendirici ve oğlu Hüsnü Şenlendirici’nin yaptıklarını çok sevdim. Ama Erkan Oğur’un müziği özel olarak çok ilgimi çekti diyebilirim. Perdesiz gitar kullanışı çok kendine özgü ve güzel.

 

Turgay Yalçın: İstanbul’da verdiğiniz önceki konseri nasıl hatırlıyorsunuz?

 

Amir ElSaffar: O konseri çok net hatırlıyorum. Türk seyircisi fantastik güzellikteydi. Hem cazı hem de makam müziğini biliyor olmalarından kaynaklı, çok büyük bir keyif aldıklarını sanıyorum. Tabii ben de çok severek çaldım o konserde. Hatta Facebook sayfamdaki kapak fotoğrafım o konserde çekilmişti.

 

Turgay Yalçın: Bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyoruz.

 

Amir El Saffar: Ben de teşekkür ederim. Müziğimi İstanbul’la bir kez daha paylaşabileceğim için heyecanlıyım.

 

Turgay Yalçın

 

Cazkolik.com / 19 Ekim 2016, Çarşamba

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Turgay Yalçın

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.