Brazzaville: İstanbul deyince aklıma kediler, kaos, enerji, hareketlilik ve tabii yemek geliyor

Brazzaville: İstanbul deyince aklıma kediler, kaos, enerji, hareketlilik ve tabii yemek geliyor

İstanbul`da trafiği, koşturması, telaşı yoğun ama finali hoş bir cuma gününün akşamına doğru güzel insanlarla biraraya gelip hoş sohbet ve onları tanımak benim için büyük bir keyif...

 

Sevgili Feridun’dan (ani bir röportaj var( alarmı gelince kendimi Zorlu’da buluverdim. Brazaville gelmişti, kaçırılmamalıydı ve üstelik bir de tanışma ve sohbet şansı. Zorlu Kurumsal İletişim yöneticisi sevgili Burcu Bulut ve Ayşe Devecioğlu beni Brazzaville’in kurucusu ve her şeyi David Arthur Brown’a götürdüler, hatta o gelmeden biraz tüyo bile aldım Burcu Bulut’tan. Olumlu enerjisinden, güler yüzlülüğünden, pozitif, iyi niyetli ve nazik kişiliğinden bahsetti. Tanıdığımda az bile demiş diye düşündüm doğrusu. Hayata iyimser bakan, dünya için iyi şeyler hisseden ve olması gerektiği gibi yaşamanın keyfini çıkartan biri olduğunu öğrendim ve bir de görünüm olarak değilse de ruhen bir hippi olduğunu. Bir de, Türk dinleyicisini nerden yakalayacağını biliyor, zeki ve esprili kişiliğiyle bizi hızla çözmüş ama dile kolay, on yılı aşkın süredir buraya gelip gidiyor. Onun ilk konserine gelen çocuklar şimdi ergen oldu. Seyirci de onu tanıyor. Konserlerinde müzik kadar sohbet de var, daha ilk kelimesiyle herkesi yakalamayı bildi; Canımsın... Türk yemeklerine bayıldığını her fırsatta belirten David`le yemek eşliğinde röportaja başladık.

 

Leyla Diana

 


 

Grubu kurduktan sonra isim bulmak kabustu

 

 

Leyla-Diana: Müziğe nasıl başladınız, sizi etkileyen ve müziğe sürükleyen neydi?

 

David Arthur Brown: Çok gençken gitar ve piyano çalmaya başladım, ama öyle ciddi değil. Daha sonra John Coltrane dinlemeye başladım ve dedim ki ben gerçekten saksofon çalmak istiyorum. Daha o zaman Los Angeles’da değil San Fransisko’dayım ve iki işte birden çalışıyorum. Bir yandan bulaşıkçılık öte yandan prep cooking (hazır yemek) işindeydim. Bulaşıkçılık yaptığımda barda bana bahşiş verirlerdi, biriktirdiğim bahşişlerle kendime eski bir alto saksofon aldım ve uzun yıllar saksofon çalmak tutkum oldu. Ama ilginci çalarken hiç büyük bir saksofon ustası olmayı düşünmedim çaldığım kadarı bana yetiyordu. Saksofon çalma işi şarkı sözü yazmam için ilham verici oldu, çünkü, ilk gençlik yıllarımda şiir yazıyordum. Büyükannemin inanılmaz şiirleri vardı.

 

Leyla-Diana: Bu şarkı sözü yazarlığınız ve şiire olan düşkünüğünüz büyükannenizden geliyor o halde?

 

David Arthur Brown: Evet muhtemelen :) inanılmazdı o şiirler şarkılarımı ondan ilham alarak yazdım.

 

Leyla-Diana: Grup ismi nasıl ortaya çıktı?

 

David Arthur Brown: Biliyor musun, grubu kurduktan sonra ona bir isim bulmak neredeyse kabustu benim için. Bir türlü bir şey bulamıyordum. Yığınla isim geçiyordu aklımdan ama hepsi birbirinden kötüydü. Birgün gazete okurken Kongo ile ilgili bir yazı gördüm. Yazıda şehrin hikayesinden bahsediyordu ve Brazaville (Brazaville Kongo’nun başkenti) kelimesini okudum. Okuduğum an kelimeden etkilendim. Sevdim. Çok güzel görünüyordu. Pekala, dedim, arkadaşım Joe Frank’i telefonla aradım (Los Angeles’ta radyo ortamlarında tanınmış biridir) ve dedim ki, “dinle beni Joe, sana bir şey soracağım. Bana evet ya da hayır de. Bu ismi yeni grubum için düşünüyorum ne dersin?“‚ "OK David“ „Brazaville! Yeni isim bu“.

 

Aslında Brazaville gerçekte o zamanlar korkunç, her şeyin tepetaklak olduğu bir yer ama bunu düşününce, dünyada var olan bir çok yerde bu kötü gözüken durumları nasıl tersine çevirebiliriz, nasıl daha iyi yapabiliriz diye düşündüğümde de bana ve müziklerime ilham kaynağı oldu. Durumlar, düşünceler, hissiyatlar... yalnız ve farklı mı ya da bilmiyorum. Ben 80’li, 90’lı yıllarda Los Angeles’te büyüdüğüm sıralarda müziğimi yaparken hep daha farklı konuları düşünmüşümdür.

 

Leyla-Diana: Etnik yönüyle bu ülkenin müziklerinden etkilendiğiniz ve parçalarınıza yansımaları oldu mu?

 

David Arthur Brown: Yo hayır, onların müzikleriye kendimi bir arada görmedim. Birçok müziği dinlerim ama onlardan etkilendiğimi söyleyemem. Sadece kelimeden etkilendim. İsmi bulduktan sonra biraz araştırma yaptım ve Pierre Savognan de Brazza’ya rastladım. Kongo’nun valisi yöneticisi. Fransız ve İtalyan vatandaşı, o zamanlar için düşünecek olursak çok değişik bir kişilik. İşadamı, Afrikalılar gibi giyinen ve ordusuyla seyhat etmeyen bir lider. Barışsever biriydi ve oranın halkı için önemliydi.

 

Leyla-Diana: Peki biraz da albümlerden bahsedelim mi? İstanbul’u konu aldığınız bir albümünüz var. Kaç defa geldiniz İstanbul’a nesini seviyorsunuz bu şehrin?

 

David Arthur Brown: Çok defalar geldim İstanbul’a. İlk geldiğimde 2005 yılıydı. Evet, gerçekten çok seviyorum İstanbul’u. Dünyadaki en harika şehirlerden biri bana göre.

 

Leyla-Diana: İstanbul deyince aklına ilk ne gelirdi?

 

David Arthur Brown: Kediler gelir. Kaosunu seviyorum bu şehrin, enerjisini, hareketliliğini, seslerini… Bir çok ses duyuyorum İstanbul’da, belirli yerlerde martıları… ve Taksim’deki sesleri mesela. Harika yemekler, gerçekten çok seviyorum Türk yemeklerini ve tabii her şeyden öte çok güzel insanlar var. Çok güçlü bir kültür var.

 

 

Leyla-Diana: Sorumuza geri dönecek olursak, İstanbul albümü?

 

David Arthur Brown: Bir arkadaşım var, Deniz, Los Angeles’te yaşıyor. Müzisyen ve prodüktör. Birlikte bir şeyler yapma şansı doğmuştu ve çok eğlenmiştik. Benim için hayatta en önemli şeylerin başında, yaptığım işten keyif almak ve eğlenmek geliyor. Neden biliyor musun? Çünkü biz çocukları eğitiyoruz, şöyle düşünelim, paraya ihtiyacımız var değil mi? Kazandığımızda da mutlu oluyoruz. Para yanlış bir şey değil aslında. Harika! İhtiyacımız var. Ama, seni ne mutlu eder? Para değil. Kim için, ne için ve nasıl kazandığın önemli. Benim sevdiğim bir işim var. Eğer seni seven insanların varsa sen de onları seviyorsun ve bu sevgi en harika şey. Bütün bunlarla mutluluklar çoğalıyor. Yani, sevdiğin işin varsa ve sevdiğin insanlar için para kazanıyorsan bu dünyanın en güzel şeyi. Bir de düşünün ki hiç sevmediğiniz, neftret ettiğiniz bir işten para kazandığınızı. Demek istediğim o ki, sevdiğim bir arkadaşımla bir araya gelerek bu albümü yaptık. Çok sevdiğim bu şehir için de böyle bir fırsatımız oldu.

 

Leyla-Diana: Türk müziklerini seviyor musunuz? Tabii yelpaze çok geniş ama...

 

David Arthur Brown: Evet seviyorum ve bir isim var, Zeki Müren. Evet dediğin gibi yelpaze o kadar geniş ki.

 

Leyla-Diana: Şarkılarınızda vermek istediğiniz mesaj var mı?

 

David Arthur Brown: Bana göre, şarkılarda ya da edebiyatta olsun en güzeli, o an etkilendiğin şeylerdir. Bunlar değişkendir, müziğe armoniye, ritme her şeye yansır ve bu doğrudan kalbe ulaşır. Bunu böyle yaşıyorum, şarkılarımda dünyanın durumunu değiştiremem ama sonuca bakarım.

 

Leyla-Diana: Yeni projelerinizi öğrenebilir miyiz, ne var sırada?

 

David Arthur Brown: Müzik tabii ki, şimdi yeni bir albüme konsantre olacağım. Brazaville’i on kişilik küçük bir orkestrayla düşünüyorum. Grubumla birlikte bunu yapmayı istiyorum...

 

Bu arada, grubu bir çok ülkenin sanatçılarından oluşuyor. Grubun elemanlarından bahsederken, konu birden yeniden yiyeceklere geldi. Ne tür yemekler sevdiğini sorunca balık, salata ve Türk kahvaltısı çok hoşuna gidiyormuş, tabii mezeler de. Türkiye’nin birçok şehrinde konser verdiği için mesela Bursa’da İskender’in, Adana’da da kebabın tadını unutamadığını söyledi. Türkiye’de olmak hoşuna gidiyor ve her fırsatta da gelmeyi istiyor... Son olarak, eğer elinde bir sihirli değnek olsaydı, kendin ve dünya için neler yapmak isterdin diye o meşhur klasik soruyu sormadan edemedim.

 

David Arthur Brown: Samimi olmam gerekirse buna inanmıyorum. Herşey olması gerektiği gibi olur, zorlamaya, değiştirmeye çalışmak stres yaratır. Değiştirebildiğim tek şey “şeyleri” görme biçimimdir. Kabul edebilmemdir gördüklerimi. 17 yaşındaki oğlumun “şeylerin” olduğu ve olmasını istediği şekil arasındaki stresi yaşaması da normal, yaşından beklenen bu. Değiştiremezsiniz hiç birşeyi doğasından. Uzun bir yolculuk bu. Şu an birbirimize acı sunuyoruz çünkü olduklarından farklı görmek istiyoruz onları. Bazı insanlar çikolata, sever bazıları sevmez. En önemli şey kimseyi kırmamak. O anın içinde 100% kendi doğasına uygun davranmalı insan. Yani oldurmaya çalışmak doğru olmayacaktır.

 

Röportaj yapma isteğiniz için çok teşekkür ederim ve burada sizlerle olduğum için çok şanslıyım, büyük keyif aldım. Keyif almayı seviyorum, dedim ya, işimi de seviyorum. Bir yerde olursunuz, sevdiğiniz insanlarla, bazen bir arabada. Bir çok yerde arkadaşlarım var, bir araya geliyoruz, konuşup eğleniyoruz, o an, bazen sadece o anın tadını çıkarmak gerekiyor.

 

Leyla-Diana: Biz de Cazkolik adına içtenliği için çok teşekkür ediyoruz, ayrıca, bizi buluşturan sevgili Burcu Bulut ve Ayşe Devecioğlu’na da sevgiler.

 

Leyla-Diana Gücük

 

Cazkolik.com / 22 Ekim 2017, Pazar

 

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.