İçinden askeri darbe geçen festival günlüğü

İçinden askeri darbe geçen festival günlüğü

Geçen yaz İstanbul Caz Festivali Marcus Miller gecesinin konuğu olan TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası bu yaz festivalin son gecesinin ev sahibi oldu. Dünya cazı ikibinler sonrası big band orkestraları adetâ yeniden keşfediyor, daha doğrusu, büyük orkestralar cazın yeni çağına ayak uyduruyor, yeni formatlara bürünüyor. Benzeri değişimi dünya ile aynı ölçekte olmasa da TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası da bir anlamda yaşıyor. Orkestra, geçen yaz Marcus Miller gecesi yakaladığı haklı başarıyı bu yaz festivalin kapanış şovu için festival yönetiminde özel bir projeye dönüştürdü. Üstelik, son günlerde ülke olarak başımıza gelenleri görüyorsunuz, kimse de moral kalmamışken, festival konserlerinin yarısı iptal edilmişken, her an yeni bir ihanetle sokaklar alabildiğine karışabilecekken tıpka festival direktörü Pelin Opçin`in dediği gibi bir kez daha `müziğin iyileştirici yüzü`yle karşılaştık.

 

TRT Big Band gelecek yıllarda Avrupa caz festivallerini hedeflemeli

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay/Cazkolik)

 

Buradaki konserler orkestrayı kesmez demiyorum, elbette, hem İstanbul`da hem Türkiye çapında bu seviyede Türkiye`nin en büyük caz orkestrasının daha yapacak çok fazla işi var ama bir yandan hem resmi bir hüviyeti olması hem imkanlarının özel orkestralara göre daha fazla olması hem de ülke temsil kabiliyeti bakımından mutlaka Avrupa ve yakın coğrafyalardaki caz festivallerinde konserler vermeyi tıpkı dün akşamki festival konsepti çerçevesinde hedeflemeli. Türkiye`nin sadece sorunlar ve kaosla dolu bir ülke olarak anılmaması için bundan daha iyi fırsat olur mu?

 

TRT Big Band'in bu gece daha da belirginleşen özellikleri

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük-Cazkolik)

 

Öncelikle, TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası sahnedeki orkestra sounduyla, repertuvarıyla, virtüöz seviyesinde sololarıyla tam bir takım olma özelliğine sahip. Bu takım olma özelliği belli ki grup içindeki arkadaşlık ve iletişim düzeyinin de kolej ruhunda olduğu anlamına geliyor. Şef Kamil Özler`in hem TRT orkestrasının geçmişinden gelen tecrübeye sahip bir şef ve aranjör olması, İmer Demirer ve Sacit Çöze (ki Çöze akşam konserde yoktu) gibi eski yılları da iyi bilen diğer deneyimli isimlerle özellikle nefesli omurgasının sağlam oturması trompet, trombon ve saksofon grubunun mükemmel kondüsyona ulaşmasının şifrelerini taşıyor. Yanısıra piyano, gitar, bas, davul ve perküsyondan oluşan rhythm section grubunun da caz tarihinin tüm türlerindeki ritmik derinliği mükemmel dengelemesi mesela "Strike Up The Band" gibi bir klasiğin ardından "Hicaz Fantazi" gibi yerel kokulu notalar ya da Allan Harris ile "I Remember You" gibi bir vokal balad yetmedi "Oye Como Va" gibi latin savrulmalar rahatlıkla neşe ve lezzet içinde bir müziğe dönüyor, ülkece yaşadıklarımızla keman teli gibi gerilen moralimiz iyice gevşiyordu.

 

Hem konuk hem ev sahibi Allan Harris

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay-Cazkolik)

 

Akşam sahnede üç ünlü solist ismi izledik, dinledik. Allan Harris belli ki iyi tanıdığı buraları özlemiş, ayrıca, o da konuk değil ev sahibi gibiydi. Sempatik kişiliği, kadife eldivene sarılmış bariton sesi, orkestrayla ve seyirciyle sıcak ilişkisi, diyalogları diğer iki konuğu da sahiplenen, kucaklayan bir sevecenliğe sahipti. Özellikle yukarda adı geçen "I Remember You" performansı ayrıca dikkate değerdi.

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay-Cazkolik)

 

Son yıllara damgasını vuran Roberta Gambarini özellikle scat vokaliyle iyi tanınır. Hangi parçaydı acaba, galiba "Lover Come Back To Me"de orkestradan soloya çıkan trompet, trombon ve saksofonla karşılıklı bölümleri etkileyiciydi. "Round About Midnight" yorumunu vasat bulduğumu itiraf ediyorum (ya da ben Monk`un bu şaheserini vokalli bir türlü sevemedim :) o da olabilir).

 

Gecenin en `cool` adamı Roy Hargrove

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay/Cazkolik)

 

Roy Hargrove zaten big band dünyasından gelen bir adam, "Emergence" albümü hala playerlarda dönüyor, üstelik, "La Puerta"daki sesiyle Roberta Gambarini`yi akşam festivalde dinlemek ayrıca hoş oldu! Hargrove`da kırmızı gözlükleriyle tastamam yerindeydi :) hatta, kendi albümünde kendi sesiyle söylediği "September in the Rain"i de yine kendi sesinden dinledik, hatta, albümde orkestrasına söylettiği karşılıklı kelimeleri bu kez TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası`ndan dinledik ki bu da konser için hoş bir anı oldu.

 

ve final...

 

 

(Fotoğraf: Leyla Diana Gücük/Cazkolik)

 

Dünkü konserin sorumluluğu fazlaydı. Hem festivalin son konseri hem de konserin finali festivalin de kapanışı anlamına geliyor ki ayrıca önemli. Beklediğimiz gibi Harris, Gambarini ve Hargrove sahnede biraradaydı, üstelik, tatlı bir `scat battle`a girdiler ki festivale yakışan bir final oldu, son anda TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası`nın tamamının sürpriz yapıp Türk bayraklarını açıp gururla sallaması görülmeye değerdi.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 26 Temmuz 2016, Salı

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay/Cazkolik)

 


 

 

23. İstanbul Caz Festivali`nin kapanış gecesinde "Caz Milli Takımımız" dünyaca ünlü müzisyenleri kendi sahasında ağarladı. Tüm gün süren provanın meyvelerini sahnede biz müzikseverlere armağan ettiler. Sahnedeki tüm müzisyen arkadaşları teker teker tebrik ederim. Her biri koskocaman bir caz makinesinin dişlileri olarak çarkı çok güzel döndürdüler.

 

 

Caz milli takımının saha içinde bir de sözcüsü var dikkatinizi çekti mi? Ferit Odman... Resmen olmasa bile gayri resmi takım sözcüsü gibi ve hem moral motivasyonu yüksek hem dışadönük, sosyal sempatisi enerjik ve heyecanlı ayrıca araştırmacı bir müzisyen. Yurt dışı bağlantıları da güçlü. Ne zaman bir yıldız isim gelse mutlaka Ferit`le haberleşir, buluşur. Kendi sahnede olmasa bile "kendi imzasıyla" üretilmiş davulunu ödünç verir. Eğer müzisyeni tanımıyorsa mutlaka bu sefer imzalatmak için elinde sanatçının CDleriyle imza kuyruğunda görürsünüz. Müzisyenliği yanında iyi bir caz dinleyicisi aynı zamanda. Umarım müthiş bir iş yaptığı son albümü "Dameronia with Strings" ile Grammy ödülünü kucaklar.

 

 

Ben konuk müzisyenlerden uzun süredir izlemeyi istediğim afili delikanlı Roy Hargrove`u çok beğendim. Küçük dev adam gecenin akışını değiştirdi. Ayaküstü sohbet ettiğim medar-ı iftiharımız trompetçi İmer Demirer ise Roberta Gambarini`nin sesinden çok etkilendiğinden bahsediyordu.

 

 

Engin Recepoğulları, Cem Tuncer ve Burak Sülünbaz konser sonrasında

Konser sonrası sahne gerisinde herkes birbirini kutluyor. Formalarını değiştiriyorlar adeta. Konser sponsoru firma müzisyenlere çok şık hediyeler veriyor. Tüm orkestra siyahlar giymiş. Orkestra kalabalık, kim trompetçi, kim tromboncu hesap şaşmış artık. Şansıma bende o gün her zaman giyindiğim gibi siyahlar giyinmişim. Sponsor firma beni de müzisyen sanıyor hediye paketlerinden birini de bana uzatıyor ama müzisyen olmadığımı anlamaları uzun sürmüyor işte tam o an çocukken bana alınan gitarı iki tıngırdatıp kenara attığım için kendime kızıyorum. Belki de gelecek hayatımda müzisyen olabilirim. O zamana kadar konserlere, festivallere gitmeye devam edeceğim. Müziğimin sesini kısmayacağım. Müziğe sığınacağım. Çünkü inandığım birşey var. En temiz arınma müziktir. Gelecek sene biraz daha mutlu bir toplumsal atmosferde konserleri izleyebilmek umuduyla.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 26 Temmuz 2016, Salı

 

 


 

24 Temmuz 2016, Pazar günlüğü

 

Ülkece çok zor günlerden geçiyoruz. Benzeri cümleleri son dönem sık kurar olduk, kurdukça işler daha da rayından çıktı, en son, geleceklerine sahip çıkmak isteyen yüzlerce insanımızın canına mâlolan iğrenç bir darbe girişimi yaşayacakmışız, sonunda o da oldu!

 

Böylesi günlerde gidilen bir konseri yazmak, anlatmak daha zor, kelimeleri özenli seçmek, cümleleri dikkatli kurmak gerekiyor ama bir yandan hayatı da aksatmamak lazım, çünkü, kötüler öyle olsun istiyor, oysa, ister havaalanındaki terör saldırısından sonra, ister kitle katliamına dönük aşağılık darbe girişiminden sonra olsun hayatın hızla normale dönmesi, herkesin işine gücüne ve hayatına sahip çıkması, ekonominin bozulmaması, kaosun sokağa hakim olmaması onları delirtiyor. Hayatı hızla normalleştirmek bize direnme, başımıza gelenleri kabullenmeme gücü veriyor.

 

Türk insanının güçlü bir sağduyusu var, her ne kadar, suların sele dönüştüğü günler yaşıyorsak da sağduyulu yanımız yine de kendi bildiği gibi işliyor, örnek, dün geceki Joss Stone konseri. Konser, ister istemez bir anda Joan Baez`in hepimizi haksızlığa uğradığımızı hissettiren kendi konserinin iptal açıklaması üstüne denk geldi ve mukayese mekanizmaları, gönlümüzün tartı sistemleri kendiliğinden çalışmaya başladı. Halbuki, iki konserin birbiriyle ne âlâkası var diyebilirsiniz ama hayat öyle işlemiyor işte! Arkadaşımız Burak Sülünbaz da akşam izlediği Joss Stone konser izlenimlerini aktarırken haklı olarak -muhtemelen dün konseri izleyen herkesin aklının bir yanında olduğunu sandığımız gibi- bu karşılaştırma ve yaşananlar üzerinden kaleme almayı tercih ediyor.

 

Cazkolik.com

 


 

 

`Korkma`yan, Joss`turan, her tırnağı ayrı renge boyalı güzel sesli kadın

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay/Cazkolik)

 

Geçtiğimiz hafta `ünlü aktivist, cesur yürekli sanatçı` Joan Baez yaşadığımız alçak darbe girişimi nedeniyle oluşan belirsizliği sebep göstererek `daha önce bu kadar tehlike altında hissettiği başka bir bölge olmadığından` bahsederek konserini iptal etmişti. Elbette duyduğu güvenlik endişesine söyleyecek sözümüz yok, duyar ya da duymaz, elbette hakkı ama endişelerini haksız bir genellemeye dönüştürmesi hem basında hem müzikseverlerin gönlünde haksızlık duygusuna yol açtı. Istanbul Caz Festivali direktörü Pelin Opçin Hürriyet gazetesine yaptığı açıklamada sanatçıyı zarif bir biçimde eleştirerek dayanışmaya ihtiyacımız olduğu bir anda `bizi yalnız bıraktınız` diyerek hislerimize tercüman oldu. Elbette dışardan farklı görünüyor olabilir ama emin olsun ülkemizde abarttığı kadar bir durum yok, hele hele, geçmişte Vietnam gibi bir savaş bölgesine gitmekten çekinmeyen biri için hiç iyi bir örnek olmadı. Opçin, `Joss Stone ülkemizde konsere verecek kadar cesur ve bende Stone`la dans edeceğim` diyerek duruma açıklık getiriyordu. Sosyal medyadan ve yazarlardan Opçin`e tam destek gelmişti.

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay/Cazkolik)

 

Dün gece Zorlu Performans Sanatları büyük salonda izlediğimiz Joss Stone konseri hem izleyicinin ilgisi, hem salonun morali açısından Baez`in endişelerine cevap niteliğindeydi. Güvenlik sebebiyle konser Küçükçiftlik Parkı`ndan Zorlu`ya yani açık havadan kapalı salona alınmıştı. Bana göre kesinlikle doğru bir tercihti ama oturma düzeni Joss Stone`un reggae soslu dans müziğine hiç uygun değildi. Engelleri, konserin hemen başında seyircinin arasında yürüyen ve seyirciyi sahne önünde ayakta dans etmeye davet eden Stone kaldırmıştı. Hem dans etti hem de salonu dolduran hayranlarını dans ettirdi. Seyirciyle iletişimi, sempatisi, konseri tam tahmin ettiğimiz gibi muhteşemdi. Her yaştan hayranları tek bir ağızdan şarkılara eşlik ederken kaygılar, endişeler tepetaklak oldu, kimse konsere gelmez, dinleyici moralsiz gibi karamsarlıklar haksız çıktı. Çevremde başka şehirlerden konser için gelen müzikseverlerin dahil olduğu gruplarda kendi aralarında Stone`un güçlü sesinden, çıplak ayaklarında her parmağındaki farklı renklerdeki ojelere kadar birçok detayı birbirlerine gösterme, anlatma çabası vardı.

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük / Cazkolik)

 

Elf prenseslerini kıskandıracak ışığıyla Joss Stone bu sene 23. İstanbul Caz Festivali`nin en parlak starı ünvanını haketti ve tam zamanında hepimize moral oldu. Çıkışta, meydanlardaki demokrasi nöbetçilerinin arasından geçerek evime giderken Pazartesi akşamı yine Zorlu PSM`de gerçekleşecek Allan Harris, Roy Hargrove, Roberta Gambarini ve TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası konserini düşünmeye başlamıştım bile. Başınızı dik tutun, moralsiz olmayın, kara bulutlar açılıp güneş yüzünü gösterdiğinde konser maratonumuz hız kesmeden devam edecek her yazısını heyecanla okuduğum meslek büyüğüm, Hürriyet gazetesi yazarı Kanat Atkaya`nın caz efsanesi Albert Ayler`ın ünlü sözünden alıntılayarak söylediği gibi "Bizi müzik iyileştirir" bizim ilgimiz caza ama farklı türlerde birçok konser, festival, sürüsüne bereket albüm ilginizi, sevginizi bekliyor.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 24 Temmuz 2016, Pazar

 

 

(Fotoğraf: Burak Sülünbaz/Cazkolik)

 


 

19 Temmuz 2016, Salı Günlüğü

 

 

"Caz budur hocam" dedirtecek cinsten bir konser, iki beyefendi, bir avuç mutlu kalabalık ve yeniden filizlenen umutlar

 

Festival konserlerinin başına bu yıl gelmedik kalmadı. Önce Nile Rodgers konseri sırası iğrenç bir terör saldırısı yaşadık, sonra, Fransız sanatçıların sahne alacakları konser öncesi Nice’de bir başka terör saldırısı daha ama darbe girişimi hepimizi darmadağın etti, etkisi yıllar sürecek bir ruh hali yarattı. Gencecik hayatlar, hayaller, umutlar, mutluluklar uçup gitti.

 

Yaşananların maalesef her konseri birbirinden güzel festivale de çok ağır etkisi oldu. Bir yıl boyunca binbir emek, hazırlanan konserler bir gecede uçup gitti. Başka şehirlerden konserler için gelecek arkadaşlarımızın da hevesleri kursaklarında kaldı. Yaşananlar karşısında konser iptalleri kaçınılmazdı. Toplumumuz yaşayan, dinamik bir organizma ve bu oldukça kırılgan bir yapıya sahibiz ama bu ülke neler atlattı bunları da evelallah atlatacağız.

 

 

Festivalin en güzel konserleri önerilerimizin başında olan Cyrus Chestnut, Buster Williams, Lenny White kadrosu bir fire verdi ama ne mutlu ki iptal edilmedi. Lenny White maalesef sahnede olamadı ama her işte bir hayır vardır derler çünkü, ilginçtir, icra edilen müzik beni ikilinin Lenny White’la birlikte yeraldıkları son albüm Natural Essence’den daha fazla etkiledi.  Daha duygu yüklü, daha gümbür gümbür swing eden bir duo izledik. Gözlerimi kapalı olsaydım sahnede iki müzisyenden fazlası olduğuna yemin edebilirdim. Aslında bu konserin ne kadar iyi olacağına dair ilk sinyali konser öncesi Zorlu Alışveriş Merkezi’nin iç bahçesinde yürüyüş yaparken bahçedeki kafelerden birinde IKSV ekibinden arkadaşlarla yemek yerken gördüğüm tecrübeli ikilinin neşesinden anlamıştım. Salona geldiğimde denk geldik ayaküstü el sıkıştık, ufak ufak sohbet ederek salona beraber yöneldik. Onlar sahne gerisine geçti, biz salondaki yerlerimizi aldık. Normalde biletleri aylar önceden bitmesi gereken böyle bir konser toplumsal moralsizliğin ve belki de davulcu Lenny White’ın da gelemeyişinin etkisiyle boş kaldı. Ama size şunu söyleyebilirim ki gerçek bir cazseverseniz ve dün akşam konserde olamadıysanız çok şey kaçırdınız. Neden mi? Anlatayım. En son Dave Holland-Kenny Barron’ da konserinde aynı salonda hissettiğim hisleri bu kez belkide daha güçlü şekilde hissetmiştim. Mutluluktan koltukta tereyağı gibi eridim, cazın sözlük anlamına karşılık gelen bir müziği dinleyerek iptal olan Kurt Elling-Branford Marsalis Trio, Antonio Sanchez ve Mehldau-Scofield-Guiliana konserlerinin moralimde açtığı derin yaralara merhem buldum. Chestnut’un tarifsiz akıcılıkta muzip sololarına Williams ahşabın en koyu tonlarında cevaplar verdi. Yaşayan en iyi hard bop, post bop ve mainstream basçılardan bir olduğunu kanıtladı. Poz yapmadı çaldı desem yeridir.

 

 

Miles’ ın parçası Nardis’ le başladı yolculuk ardından Frank Loesser’ dan I’ ve never been in love before geldi. Buster Williams’ ın Toku-Do parçasından sonra hem Chestnut’ u hem Williams’ ı solo performanslarında dinledik. Have you meet miss Jones çalarken salondaki bir avuç mutlu cazsever dostumuz ayakta alkışlamak için dizlerini hazırlamışlardı bile. Bise çağırdığımız müzisyenler farkında olmadan benim için çok güzel bir sürpriz yapmışlar benim için en kıymetli parçalardan biri olan “In A Sentimental Mood” çalmışlardı.

 

 

Her saniyesinin, ödenen her kuruşa değdiği tecrübenin ıslattığı alın terinin döküldüğü sahnede iki muhteşem beyefendi bu seneki caz festivalinin “en caz gibi caz” konserler serisini kapanışını yaptılar. Konser sonrası tebrik etmek ve kısa bir sohbet etmek için sahne gerisini gitme ricasında bulundum. Festival ekibi yine tüm nezaketleriyle beni geri çevirmediler. Cyrus Chestnut kulis kapısına gelmiş genç bir piyaniste kulağına yanaşmış bir öğüt veriyordu. Öğüdü “çok iyi dinlemek”ti. Dinlemenin kazandırdığı şeyi sana hiçbir şey kazandıramaz dedi. Ardından Buster Willams’ la arşivimde yer alan Bobby Hutcherson Live at Village Vanguard plağından konuştuk. “Man! What an album!!!” diyerek eski günlerini yad etti. İmza için elimde bulunan Gary Bartz’ la olan kayıtları Sphere albümünüyse uzun uzun inceledi. Hatıra fotoğrafını da unutmadım tabi.

 

 

Seneler geçtikçe şarap gibi yıllanan bu önemli müzisyenler gençliklerinde yaşadığı dönemdeki insanlarda, müzik anlayışıda farklılaşsa bile değerlerini gitgide arttırıyorlar. Ne mutlu bize canlı canlı izleme şansı bulabiliyoruz ve müzisyenler ülkemizde çalmak istedikçe dinlemeye de devam edeceğiz.

 

Bu noktada size müjdeli bir haber vermek istiyorum. Sosyal medya aracılığıyla ulaştığım Kurt Elling Istanbul’ u çok sevdiğinden ve burada çalmaktan çok mutlu olduğunu seneye burada çalabilmek için ve bizim güvenliğimiz için dua ettiğinden bahsetmiş.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 19 Temmuz 2016, Salı

 

 


 

18 Temmuz 2016, Pazartesi günlüğü

 

Nice`den İstanbul`a acımasız terörün gölgesinde caz

 

Oysa gün ne güzel başlamıştı. Bir önceki gece, yani, 14 Temmuz Perşembe gecesi Beykoz Deri Kundura Fabrikası`nın deniz kıyısında uzun süre unutamayacağımız bir konser gecesi yaşamıştık. Zaten, hafta boyu birbirinden güzel konserlerle yorulmuş ama bir sonraki konseri yine heyecanla beklemiştik. Derken, 15 Temmuz Cuma akşam üstü, taksiyle Uniq kompleksinin girişine geldiğimde hava parlak bir geceye işaret ediyordu. Nasılsa daha zaman var diye geçen sefer gezemediğim kompleksi keşfe çıktım. Mağazalar, restoranlar, kafeler... Her yanıyla modern bir kompleks. Derken konser saati. Kafamdkia asıl soru önceki gün Nice`de terörün akıl almaz metoduyla seksen dört insan can vermişken bu akşam izleyeceğimiz Fransız müzisyenler hangi ruh haliyle çalacaktı?

 

Önce müzisyenlerin profesyonelliğine hayran kaldım, sonra Emile Parisién`in soprano saksofonundaki tutkuya. Bana mı öyle geldi bilmiyorum ama müzikler de sanki Nice acısının, üzüntüsünün izleri vardı. Daha hırslı, daha kızgın çalıyorlardı. Müzisyenlerle izleyici arasında sessiz bir anlaşma olmuş, herkes birbirini gayet iyi anlıyordu adeta, bu yüzden müziğin anlamı daha güçlü hissediliyordu.

 

 

Gecenin başı, güzel bir Cuma akşamı ve sahnede iyi caz çalıyor. (Fotoğraf: Selçuk Polat)

 

15 Temmuz gecesi iki konser izleyecektik, tahmin ettiğim gibi içiçe geçti konserler. French Quarter konserinin sonunda bir sonraki konserin şarkıcısı Hugh Coltman French Quarter müzisyenleriyle iki şarkı söyledi. Daha doğrusu eşlik etti.

 

Buraya kadar güzel bir Cuma gecesi

 

Hava iyice kararmış, bu bölge şehre göre en az üç-dört derece daha serin. İki konser arası karşılaştığımız dostlarla ayaküstü konuşmalar, beğendim-beğenmedimler vs... Biraz sonra ülke olarak başımıza gelecekleri nerden bilelim.

 

Normalde konserlerde telefonumu hep kaparım

 

İşin doğrusu, konser konsantrasyonuna meraklı biri olarak şimdiye kadar telefonumu hep kapamışımdır, niyeyse bu kez öyle yapmamışım, hiçbir nedeni yok, sadece sesini kapamışım ve işte konser başladı...

 

Sahnede yeni müzisyen kadrosu, Hugh Coltman şarkılarına başladı. Sıradışı bir sesi yok ama içten söylüyor. Söylediği sözlere duygusal bağlılığı belli. Gitarist ayrıca dikkate değer biri ama buralarda tanıdığımız isimler değil, en azından benim...

 

Coltman söylediği şarkılarla ilgili kısa notlar aktarıyor, izleyicide belki büyük bir coşku yok ama Coltman`a sempati var. Sevgili Burak hemen yanımdaki koltukta, fotoğraf çekiyor vs. arada konuşuyoruz… Bir ara bana telefonunun ekranından bir takım mesajlar gösteriyor, boğaz köprüsü diyor, kapalı diyor, yollar diyor… Anlamıyorum… Hatta boşver diyorum, sahneye dönüyoruz... Sonra, yine bir-iki mesaj daha... Allah allah, bu nedir böyle??? Yine anlamıyorum... Ama gözüm diğer izleyicilere kayıyor, zaten son yıllarda çok şikayet ettiğim izleyicilerin konserlerde telefonlarıyla oynaması hali bu kez daha panik, daha telaşlı, herkes gelen mesajlardan anlam çıkarmaya çalışıyor. O sırada sahnede her şeyden habersiz müzisyenlerse canla başla performansa devam...

 

Herkes telefonuyla olağandışı meşgulken bu kez benim telefonum çalıyor, kapatmadığımı o an farkediyorum, birkaç saniye bocalıyorum, yeşil tuşuna basıyorum ama konuşmuyorum, arayan karım, sesi çok telaşlı, "biliyorum konserdesin ama darbe oluyor" diyor.

 

 

Cincent Peirani (akordiyon), Emile Parisién (sopsaron saksofon), Airelle Blesson (trompet) (Fotoğraf: Selçuk Polat)

 

Darbe mi?

 

"Darbe" kelimesinin benim neslimde korkunç çağrışımları var, 1980 yılında 18 yaşında bir genç olarak hatırladığım hiç iyi bir gün yok! O korkunç kâbus yoksa yeniden mi başlayacak? Yine de anlamadığım şeyler var ama karımın telaşlı sesi beni kendime getiriyor. "Bir an önce yola çıkman lazım, köprü kapalı!" "Biliyorsun konserdeyim, az var bitiyor, merak etme" deyip kapatıyorum ama aklımda binbir düşünce. Konsere odaklanmaya çalışıyorum, Hugh Coltman ve müzisyenler elinden geleni yapıyor, adamı şimdi daha da seviyorum ama dinleyiciler ben o an birkaç saniye telefondayken bile kimileri ayaklanıp gitmeye başlıyor, işin üzücü yanı Coltman neler olup bittiğinden habersiz sanırım izleyicinin konserden hoşlanmadığını düşünüyor. Yine de bu noktada (büyük panik yaratacak böyle bir habere rağmen) izleyicinin önemli kısmının sakin kaldığını, konseri izlemeye devam ettiğini ve bunun hoşuma gittiğini söylemeliyim.

 

Saat 23:00 sonrası

 

Son parça söylenirken yavaştan arkaya geçip tanıdık birileri varsa neler olup bittiğini sorarız diye düşünürken yine telefon... Bu kez karımın sesi iyice telaşlı, Hugh Coltman`ın sesi uzaklaşırken şarkı da bitiyor.

 

Büyük bir panik yok ama telaş var ve ortalıkta taksi yok! Caddeye doğru yürüyoruz, telaş an be an artıyor, herkes taksilere el ediyor ama yok! Burak`la biraz daha aşağı yürüyoruz, şans işte o sıra biri denk geliyor, köprünün kapalı olduğunu biliyoruz, Beşiktaş iskelesine diyorum, sevgili Burak şanslı evi yol üstünde, birkaç dakika sonra onu bırakıp yola devam...

 

Zincirlikuyu`dan geçerken köprünün girişi tam bir felaket. İnanılmaz bir trafik milim ilerlemiyor. Takside radyo dinlemeye çalışıyoruz, önce terör ihbarı diyoruz, hatta intihar olayı mı diyoruz... Rivayet muhtelif.

 

 

Hugh Coltman ekibiyle sahnede (Fotoğraf: Selçuk Polat)

 

Her an, her saniye panik artıyor

 

Üsküdar`da telaş daha yoğun, taksilerin olması gereken yerde büyük bir kuyruk var ama taksi yok, insanlar artık özel arabalara otostop çekmeye başlıyor ama duran yok! Burada taksi bulmak imkansız ama allahtan ilerde Kadıköy dolmuşları var, haklıyım, hemen ikinci dolmuşda yer var. Artık Kadıköydeyiz, sonrası kolay!

 

Hiç de öyle değilmiş

 

Saat gece yarısı civarı, her daim dolu meydan ne ara bu kadar çabuk boşaldı… Ne taksi, ne otobüs, ne minibüs hiç bir şey yok... Genç arkadaş grupları koşuşturuyor, herkesin telefonu kulağında, anneler genç kızlarını belli ciddi fırçalıyor, ağlayan kızları arkadaşları yatıştırmaya çalışıyor. Panik bulaşıcı... Böyle olmayacak deyip Altıyola doğru yürümeye başlıyorum, yol uzun, olmazsa yürürüm, ne yapıyım... O ara bir özel araç, Kazasker`e nasıl giderim diyor, o taraflarda kargaşa olduğunu duydum, yollar kapalıymış ama sahilden gidebilrsiniz diyorum, tam o an iki genç kız bizi de götürün diye adeta yalvarıyor, şoför arabada çocuk var diyip hızla kaçıyor, o sıra Bağdat Caddesi`nde tanklar dolanıyormuş hiç haberim yok!

 

Her benzin istasyonu, her tekel büfesi, hek bankamatiğin önü ana baba günü… İnsanların çoğu genç ve abartılı panik var, günlerce evde mahsur kalacaklarını sanıyor olmalılar. Feneryolu civarında bir Bostancı dolmuşu yolcu indirince bana da iki durak daha az yürümek düşüyor. Bu taraflar oldukça sakin ama saat de epey geç oldu. Arabalar artık trafik ışıklarına uymadan basıp gidiyor. Eve varınca kimse yüzüme bile bakmıyor, herkes televizyona kilitlenmiş, üstümü bile çıkarmadan ben de kilitleniyorum, 36 yıl sonra yine o iğrenç duygular, acaba sabaha nasıl uyanacağız?

 

Meğer bu sadece bir uvetürmüş, herşey esas şimdi başlıyormuş ve gerisini zaten hep birlikte yaşadık.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 18 Temmuz 2016, Pazartesi

 

(Fotoğraf: Selçuk Polat)

 

 


 

15 Temmuz 2016, Cuma günlüğü

 

Eski defterleri kapatın; Cazın yeni tanrısı Kamasi Washington

 

Caz festivallerinin kaldıraç işlevi gören özel konserleri olur, bu konserlerin özelliği iyi müzisyenler = iyi konserlerden ibaret olmaları değil, başta müzik pek çok faktörü taşıyan konserlerdir bunlar.

 

Bu faktörler neler mi?

 

23. İstanbul Caz Festivali dün akşam sanatçısıyla, müzisyenleriyle, konser mekanıyla festivalin en merak edilen performansına ev sahipliği yaptı.

 

Sanatçısı merak ediliyordu çünkü caz dünyası son bir kaç yıldır Kamasi Washington ve albümü "Epic" ile adeta sarsılıyor.

 

Müzisyenleri merak ediliyordu çünkü müzisyenlikte yeni ve hibrid bir nesil yetişiyor ve bu nesil insanı ürküten yetenekte müzisyenlere sahip.

 

Konser mekanı merak ediliyordu çünkü İstanbul`un gizli saklı bir köşesi, yani Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası tarihi dokusuyla yeni bir konser mekanı olarak sektöre kazandırılıyordu.

 

Yanısıra

 

Dünyanın kalburüstü tüm festivallerinin programında görmeyi istediği Kamasi Washington gibi gündemin en tepesinde yeralan bir ismi festivalde izlemek mesela The Wall albümü sonrası Pink Floyd`u İstanbul`da izlemek gibi bir üstünlük duygusu veriyordu insana.

 

Eğer konser öncesi 172 dakikalık "Epic" albümünde koro, klasik orkestra ve caz band formatlarını içiçe geçirmeye cesaret eden ve caz otoriteleri tarafından "21. yüzyılın yeni caz tanrısı" sloganıyla ödüllendirilen birini izleyeceğinizin az buçuk farkındaysanız tarihi bir olaya tanık olacağınızı tahmin ediyorsunuz demekti.

 

İşte, bu gibi faktörler, konseri, festival kapsamındaki her etkinliğin bir adım önüne çıkarmaya yetti ve daha ilk cümlede gördük ki sahnede olup bitecekler tahminlerimizin de ötesine geçecek büyük bir `olay`dır.

 

 

Kamasi Washington 21. yüzyılın Charlie Parker`ıdır

 

"Epic" albümü bize gösterdi ki gospeli andıran vokal, birbirinin içine geçen kaynaşmalı çift davul, swing, funk, free jazz çığlıklar, azımsanmayacak swing rifler, sızıldayan bir hammond ve tenor saksofonuyla çalmaya başladığı an Cannonball Adderley, Pharoah Sanders ve John Coltrane aynı anda çalıyormuşcasına büyük bir Kamasi Washington soundu ciğerinizi yerinden sökmeye muktedir.

 

İnanılmaz bir güçle çalıyor. Kolay altından kalkılacak bir performans değil. Soloları uzun, yıpratıcı, tahrik edici, kışkırtıcı, sarsıcı ve hırpalayıcı. Müziğindeki kozmik enerji Miles Mosley`nin basını da, Brandon Coleman`ın keybordlarını da, Patrice Quinn`in vokalini de, Ryan Proter`ın trombonunu da, çift davulu da bir anaforun içine hapsediyor.

 

Sonuç olarak

 

İstanbul Caz Festivali dün akşam festival tarihinin en önemli gecelerinden birini yaşadı. Kamasi Washington izleyiciyi sevdi. Albümün ikinci parçası "Askim" ile Türkçe bağ kurarak izleyiciye hitap etmeyi, "teşekkürler", "sizi seviyorum"larla kalbimizi fethetmeyi başardı. Herkesin terörü, kargaşayı bahane etsem de gelmesem dediği bir ortamda aslanlar gibi kalbini ve müziğini bize açmayı bildi.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 15 Temmuz 2016, Cuma

 

 

 

Kamasi Washington yılın üzerine en çok konuşulan ve gelecekte caz dünyasında sözü geçecekler listesinde birinci sırada yer alan caz müzisyeniydi. Karizmatik, vakur, kelimenin tam anlamıyla "Mr. Cool" bir saksafoncu. Yayınlanan ilk albümünde sanki yıllarca sürecek destansı bir hikayenin önsözünü yazmıştı. Kimileri hayran oldu, kimileriyse Washington` ın "caz ikonu" sıfatına kavuşması için daha erken olduğunu savundu. Canlı canlı izledik ve gördük ki beğeniler, övgüler boşa değilmiş. Söyleyecek sözü olan ve bu sözleri en üst perdeden defalarca vurgulayarak söylemeyi tercih eden bir saksafoncu. Yüzde yüz samimi, rol yapmıyor. Güzel kurgulanmış, tansiyonu sürekli yukarıda tutan bir müzik icra edildi dün akşam. Cazı salondan açıkhava desibeline ulaştırmakla kalmamış hep bahsedip durduğumuz caz şahlanışına, kitleleri sürükleyişine şahit olduk. Bahsetmeden geçemeyeceğim bir detay var. Kamasi Washington öncesi sahne alan kızkardeşler "Ibeyi" dozunda bir ara sıcaktı. Aldante kıvamında fazla dağılmadan servis edildi. Davet etmek kimin fikriyse aklına sağlık diyorum. Konser bitiminde Washington söz verdiği üzere albümlerini imzalamak için hayranlarıyla buluştu ve barışçıl, sakin mizacıyla imzaladığı her albümden sonra "Teşekkür ederim" diyerek akşamı noktaladı. Söylemedi demeyin gelecek günlerde Kamasi Washington ismini daha çok duyacağız ve umarım kendisini ülkemizde yine ağarlayacağız.

 

Bu arada sizinle paylaşmak istediğim küçük bir not var. IKSV yaşam boyu başarı ödüllü duayen isim Hülya Tunçağ`la yol boyu birlikteydik ve cazla geçen ömründen bilgi dolu hikayeleri dinlerken dudaklarından Türk cazı için kıymetli müjdeli haberler döküldü. Şimdilik bu bilgiler bende kalsın zamanı gelince güzel haberleri yine bizden duyacaksınız.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 15 Temmuz 2016, Cuma

 

 

 

 


 

14 Temmuz 2016, Perşembe günlüğü

 

23. İstanbul Caz Festivali`nde bayram tatili öncesi ilk iki konserle birlikte dün akşam beşinci günü kutladık. Suriye Ulusal Orkestrası, Niles Rodgers konseri, araya giren uzun tatilin ardından festivalin ödül gecesi, önceki akşam Özdemir Erdoğan konseri ve dün de Salon`da European Jazz Club`ın ilk konseri olarak Volkan Topakoğlu ve festivalin merak edilen konserlerinden Nicholas Payton Trio with Guest Jane Monheit dünyanın en güzel açık konser alanı Sabancı Müzesi bahçesinde gerçekleşti.

 

Söz edecek çok şey var, sırayla gidelim

 

Son dönem patlayan bombalar müzik sektöründe konser iptallerine neden oluyor. Allahtan caz festivali bu konuda şanslı, festival başlamadan gelen birkaç haber dışında majör isimlerde sorun çıkmadı ama piyango European Jazz Club`ın dün akşam ilk konseri Volkan Topakoğlu`na vurdu. Birlikte konser verecekleri Mathias Konrad`ın son dakikada gelmeyeceği bilgisi kötü sürpriz oldu, biz her ne kadar Payton-Monheit konseri için Sabancı Müzesi`nde idiysek de başarılı basçının "Birdenbire" isimli son yılların en güzel albümlerinden biri olan çalışmasındaki besteleriyle Konrad`ı aratmadığına eminiz.

 

 

Peki, o sırada Sabancı Müzesi bahçesinde neler oluyordu?

 

Yine güzel bir İstanbul boğazı akşamı. Bu kez sahne deniz manzaralı bahçeye kurulmuş. Burada en son davulcu Omar Hakim`i izlemiştik, güzel konserdi. Yine aynı açı, sahne aynı yönde, gökyüzünde büyüleyici bir dolunay, boğaz köprüsü, yani manzara tamam. Sanatçıları bekliyoruz.

 

Konser iki ayrı bölümdü, o halde, biz de öyle yazalım

 

İlk bölüm Nicholas Payton Trio`nundu. Türkiye`de nedense ses getirmedi ama usta sanatçı geçen yıl ve bu yıl arka arkaya iki albüm yayınladı. İlki "Letters". Kapağında küçük sevimli siyah bir kız çocuğu, muhtemelen Payton`ın kızı, hemen yanında Payton`ın trompeti, sağda oyun küpleriyle #BAM yazıyor yani "Black American Music", solda Nola yazıyor ki o da kapaktaki kızımız. Diğer albüm, bu yıl çıkan "Textures". Bu iki albümü önceden dinlediyseniz dün akşam trionun müziğiyle ilgili düşünceleriniz berrak olurdu muhtemelen.

 

 

Payton`ın müziği sürekli evrim halinde. Bir kere, o trompetçi artık daha çok piyano ve fender çalıyor. Dün akşam da trompete elini sadece birkaç kez şöyle bir uzattı, hep piyano ve fenderin başındaydı. Sonradan, son Babylon konserinde de öyle olduğunu hatırladık. "Letters" adı gibi birilerine yazılmış mektuplar. Çift CD`li albümde her parça A`dan Z`ye harflerle isimlendirilmiş, arada bazı harfler bazı isimlere ithaf edilmiş. Mesela "D for Dario Payton" gibi. Biz dün akşam "Letters"dan "H" ve "F for Axel Foley" olanı dinledik. Özellikle "F" çok dikkat çekici. Bir de "Textures" var. O albümden de "Greasy"yi dinledik. Bu albüm de ilginç, parçalara "Pürüzsüz", "Yapışkan", "İpeksi", "Belirsiz", "Islak", "Pürüzlü", "Yağlı" gibi isimler verilmiş, biz akşam "Yağlı" olanı dinledik.

 

"Letters"da Payton`a dün akşam sahnede izlediğimiz basçı Vicente Archer ile Bill Stewart eşlik ediyordu, akşamki davulcu ise Gregory Hutchinson dı ki her ikisi de harika adamlardır ki dün gecenin yıldızı davulcu oldu.

 

Payton özellikle piyano ve fenderle albümün ismi gibi birbirinden çekici caz dokuları yaratmış, soyutlama oyunları gibi... Akşam bu dokuların bir kısmını olsun albümdeki gibi dinlemek ilginç bir tecrübe oldu. Payton`ın dokuları minimal dokular, az malzemeden yüksek artistik sonuçlar. Tabii konserin sadece ilk bölümü bu müziklere ait olduğu için bu dokuların daha fazlasını dinleyemedik.

 

 

Payton`daki evrim maalesef Monheit`da yok!

 

Konserin Monheit bölümü için iyi cümlelerimizin sayısı daha az. Bu satırların yazarı olarak Payton kadar Monheit`ı da takip ediyorum diyebilirim ama işin doğrusu Monheit ikibinlerin ortasındaki parlak çıkışı 2010`dan itibaren tersine çevirdi. Bunun sebebini bilmiyorum, belki o tam tersini düşünüyordur, bilemem ama konser sonrası mukayese yapmak adına üşenmeyip 2005 ile 2010 albümlerini yeniden dinleyince fark ortaya çıktı. Özellikle son albümü "The Songlook Sessions: Ella Fitzgerald" açık bir hayal kırıklığı. Acaba ben mi yanılıyorum diye dün hazır ayağımıza gelmiş fırsatı kaçırmayıp canlı canlı dinledik, yok, yanılmıyorum, yine aynı işte… Tüm o ağdalaştıkça uzayan lazy scat`ler adeta kaçırılmış birer fırsat. Bu duruma Payton trionun da yapacağı bir şey yok.

 

Albümdeki on iki parçanın yedisini dinledik. Johnny Mercer, Harold Arlen, Gershwin besteleri, "All to Soon", "Somebody Loves Me", "I`ve Got You Under My Sking", "This Time The Dream`s on Me" ile tamamlanan konserin bisi albümde olmayan Fats Waller`ın "Honeysuckle Rose"u ile sona erdi. Monheit`ın bir sonraki albümünde 2005-2010 arası dönemine geri döneceği ya da o dönemi de aşacağı ümidiyle bekliyoruz.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 14 Temmuz 2016, Perşembe

 

 


 

 

Jane Monheit`ın Nicholas Payton`a konuk olduğu akşamki konser belki unutulmazlar listesine girmedi ama sesini sevdiğim Monheit` la tanışmak için elimde yakın bir dostumun hediyesi "The Heart of the Matter" albümüyle konser bitimi yanında aldım soluğu. Albümde özellikle ilk parçanın ilhamını çocuğunun beş yaşına kadar geçen sürede yani büyüme evresinde yaşadıklarından aldığını anlattı. Tüm sempatisi ve şûh tebessümüyle duygu yükü olan bir albüm olduğundan bahsetti.

 

Dün akşam benim için sahnedeki en önemli isim davulcu Gregory Hutchinson`dı. Greg önemli bir davulcu. Ray Brown, Joe Henderson ya da Joshua Redman`la aynı sahnede yer almış olması bile başlı başına önemli. Bununla birlikte, tüm yeteneklerine rağmen ulaşılabilirliği ayrı bir erdem. Egolarından arınmış bir babayiğit. Kendisiyle ayaküstü iki kelime konuşma şansım oldu. "Çok rahat bir konserdi" dedi. Ne kastettiğini anlayamadım. Olsun varsın. Fotoğrafta mutluluğumun yüzüne yansıdığını farkedeceksiniz. Bu adamı izlemeyi uzun süredir bekliyordum. Her ne kadar izlediğim yerden davulunu çalarken göremesem de duyduklarım benim için yeterli. Bir müzik emekçisi olarak sahnede güzel iş başardığı konusunda akyam orada olanların hemfikir olduğunu sanıyorum.

 

Yarın akşam ilginç bir konser var. İri kıyım siyahi Kamasi Washington ve çetesi bizi Beykoz Kundura fabrikasının avlusunda bekliyor olacak. Bu deneyimi kesinlikle kaçırmayın derim.

 

Burak Sülünbaz

Cazkolik.com / 14 Temmuz 2016, Perşembe

 

 


 

13 Temmuz 2016, Çarşamba günlüğü

 

Özdemir Erdoğan`la saz, caz ve talk show!

 

Hepimiz Özdemir Erdoğan`ı çok iyi tanırız, severiz değil mi? Şarkılarını iyi biliriz, futbol statlarından aşk maceralarımıza kadar hayatımızın hatıralarına fon müziği şarkılarını söyleriz… Sohbetini, kimi zaman iğneli dilini, lafını esirgemeden konuşmasını, anlatırken kahkahalar patlatmasını, sesinin tonunu, konuşurken dilinden bal damlamasını, kendiyle barışık halini... Eğer bilmeyenimiz var idiyse dün akşam cazcı yanını da öğrenmiştir artık ama fotoğrafın tamamına baktığınızda karşımızda duran 76 yaşındaki hiperaktif adam asla tek renkli biri değil, bu çok renkli adamın belki sadece %10 kadarı cazcı kalan büyük dilimde pop müziğin ölümsüz bestelerine imza atmış bir usta, belki bir o kadar da şarkı söyleyen değil düşündüklerini söylemek için yanıp tutuşan biri.

 

Özdemir Erdoğan, dün akşam, hayatı boyunca aldığım en güzel ödül, ben bu ödülü almak için kırk yıldır bekliyorum dediği İKSV`nin Yaşam Boyu Başarı ödülü kapsamında verdiği konserde onun en mutlu anlarına tanık olmak özel bir duygu idi dün gece biz Uniq Açıkhava`da olanlar için.

 

 

Özdemir Erdoğan`ın caz şifreleri!

 

Tipik bir festival akşamı değildi elbette, öyle olmasını beklemiyorduk zaten, parça aralarında kendisi de anlattı, izlediğimiz bir Özdemir Erdoğan retrospektifiydi. Hayatına dair her anlattığı adeta bir çeşit manifesto.

 

Caz müziğine büyük saygısı ve sevgisi var. Cazda Amerikalı siyahların 1940 ile 1980 yılları arasında ürettiği müziklerin tüm zamanlar içinde yapılabileceklerin en iyisi, en mükemmeli olduğuna inanıyor. O adamlardan daha iyilerinin gelebilme ihtimaline inanmıyor.

 

Anadolu cazı fikri başından beri savunduğu şeyler arasında. Bu konuda hatırı sayılır işler yaptığı bir gerçek. Dün gece dinlediğimiz müziklerin bir kısmı bunu gayet net gösteriyor. Aşık Veysel`in "Uzun İnce bir Yoldayım"ı Özdemir Erdoğan kuşağının adeta takıntısıdır. Dün dinlediğimiz yorumu da aynı şekilde. Konser boyunca ilginç bir eşleşmenin peşinde koşup durdu. Makamlı müzikle caz arasında benzerliğe dikkat çekmeyi çok seviyor. Bu yüzden klarnetçi Ahmet Gümüş ile kanuni Ahmet İlikan`ın taksimleriyle Engin Recepoğulları`nın tenor saksofon caz doğaçlaması aynı potada eriyen iki eşit lezzet ona göre. "Uzun İnce bir Yoldayım"daki kanun ve klarnet taksimleri ne kadar caza dönükse "Bana Ellerini Ver"deki bol acılı soslu klarnet taksimi de o oranda tersine.

 

Frank Sinatra`ya bayılıyor. Ondan daha iyi bir ses gelmiş olma ihtimalini bile sevmiyor ki inanmıyor zaten. Tony Bennett mi yanına bile yaklaşamaz.

 

Caz ağacının ana gövdesi 1940 ile 80 yılları arasında yapılanlarsa eğer, başta Antonio Carlos Jobim gibi kimi büyük müzisyenlerin yaptıkları da bu ağacın sağlam, güçlü yan dalları. Türk müziğinin makamlı yapısının da böyle sağlam bir caz dalı olması fikrini çok seviyor.

 

Türk caz müzisyenlerinin önemli kısmının caz standartları konusunda yeteri kadar repertuvarı olmadığından yakınıyor. Kendine karşı acımasız bir alçakgönüllülük içinde. Kendi müziğini Amerikan caz ustalarının çaldıkları yanında ancak onlara benzemeye çalışmak olarak yorumluyor. Onlar yapıyor, biz "gibi yapıyoruz"...

 

Dinleyiciyle iyi iletişim kurmayı seviyor, onlarla sohbet etmeyi, hatta mümkünse karşılıklı takılmayı, sahnede kalmak Özdemir ağabey için sadece müzik çalıp, söyleyip gitmek değil, şakasıyla, sözüyle, sohbetiyle mümkünse saatler boyu sürecek bir ritüel.

 

 

Özdemir Erdoğan`ın esas gücü Türk pop müziğine armağan ettiği hit şarkılar

 

Özdemir ağabey yetmişli, seksenli yıllardaki kadar gözönünde biri değil belki artık ama dün akşam söylemeye başladığı her şarkıya her yaş grubunun satır sekmeden eşlik etmesine bakarsak duygu haritamızda silinmez şekilde yer ettikleri kesin. "Canım Senle Olmak İstiyor", "Sevdim Seni Bir Kere", "Aç Kapıyı Gir İçeri", "Paranın Ne Önemi Var", "Bana Ellerini Ver" hepsi çok sevilen, satır satır bilinen şarkılar.

 

 

Saz, caz ve talk show!

 

Özdemir ağabey tüm bu şarkıları gece ardı ardına okuyup gitseydi inanın bize anlatacak çok az şey çıkardı, oysa o çaldığı kadar konuşan biri. Öyle küçük çaplı, birkaç cümle filan değil bildiğimiz talk show ustası. Dilinde hiciv de, mizah da, siyaset de, din de, gündelik terslikler de, geçmiş de, yarın da, gençler de, yaşlılar da, futbol da... ne ararsanız hepsinden var ama sihri, son yıllarda bu kadar kamplaşmış bir toplumun her kesiminin sempatisini kazanacak tatlı dili, açıkta kalan uçları birbirine iyi bağlama becerisi. Bu uçları bağlarken anılar, renkli anekdotlar havada uçuyor tabii. Eee kolay değil tabii, 76 yaşındaki artık her hücresi tecrübeli bir duayenden sözediyoruz. Üstelik yaşına göre gayet dinç, sesinin formu yaşıtlarına göre mükkemle denecek durumda. Bunu bizzat kendisi de söylüyor zaten, her konuda tevazulu ama bu konuda değil :) ama bu halin de bir bedeli var, sigarası yok, içkisi yok, aşk-meşk olayları artık geçmiş günlerin hatıraları arasında, çocukları orada oturan bizlerle yaşıt artık, ne yapsın, haklı.

 

Zaten müzik bakımından konserin açık uçlarını da sazlı, makamlı "Take Five"ın ardından Louis Armstrong`un "When the Saints Go Marching in"i aynı onun gibi söyleyerek kapattı.

 

Gecenin sonu: Özdemir Erdoğan nevi şahsına münhasır biri. Hayatında rengarenk birçok pencere var. Caz da bu pencerelerden biri. Türk müziğiyle caz arasındaki ideal köprü hâlâ özlemi. Sakin ve nüktedân kişiliğinin altında aklının dikine biri yatıyor. Kimi zaman alttan alan ama çoğunlukla taviz vermez yanı ağır basıyor ve her halükârda bildiğini çalıyor, bildiğini söylüyor, biz de onu zaten bu yüzden seviyoruz. Allah uzun bir ömür versin sana Özdemir Ağabey.

 

(Fotoğraflar: Sedal Antay ve Leyla-Diana Gücük)

 

Cazkolik.com / 13 Temmuz 2016, Çarşamba

 

 

 


 

12 Temmuz 2016, Salı günlüğü

 

23. İstanbul Caz Festivali ödül töreni ve konserlerle tatil sonrası hızlı başladı

 

Müzikseverler için Temmuz ayı caz ayı… Haziranda bunaltan sıcaklar Temmuzda mola vermiş görünüyor. Ne terleten ne üşüten limonata gibi bir İstanbul havası, daha doğrusu Boğaz havası. Dün akşam 23. İstanbul Caz Festivali`nin ödül gecesi vardı. Bir anlamda, festival akşam başladı. Bayram tatili öncesi Açıkhava`da ve bir sonraki gün Küçükçiftlik Park`ta arka arkaya gerçekleşen konserler hızlı bir festival temposuna işaretti ama araya giren uzun bayram tatili etkisi hâlâ süren rehavete sokmuştu hepimizi ki allahtan şehre dönüş festivalle oldu.

 

Avusturya Kültür Ofisi`nin Yeniköy`deki boğaza nâzır bahçesi son yıllarda festival ödül gecelerinin ev sahibi. Bu durumdan herkes memnun. Daha girişten itibaren festivalin genç ve güleryüzlü çalışanları karşılıyor sizi, girişteki masaya uğrayıp festival dergisinden hemen bir adet alıp merakla karıştırmaya başlamak da -en azından bizim için- bir alışkanlık oldu. Festival ekibinin özenle hazırladığı dergiyi konserlerde, nerde bulursanız mutlaka alın, festivalin cazseverlere hediyesi ve her yıl dolu dolu bir dergi hazırlıyorlar. Konserler ve sanatçılar hakkında öğrenecek ne çok şey varmış şaşıyorsunuz.

 

 

Özdemir Erdoğan İKSV Genel Müdürü Görgün Taner ve İstanbul Caz Festivali Direktörü Pelin Opçin`den ödülünü alırken. (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Hava henüz kararmamış, arkası alabildiğine ormanlık görünen bahçede caz çevresinden sayısız dostla karşılaşmak çok güzel, böylesi gecelerin bir faydalı yanı da bu değil mi zaten… Ayaküstü sohbetlerine gidilecek konserlerin dedikoduları eklenince ortaya karışık ve her an herkesin küçük gruplar arasında gezindiği bir bahçe partisi oluşuyor. Niles Rogers konseri esnasında cep telefonlarına panikle düşen Yeşilköy havalanı saldırısı şoku o an moralleri bozsa da hem sahnedeki sanatçıların hem festival yetkililerinin ortak çabalarıyla konsere ara verilmemiş. Festival direktörü Pelin Opçin dün akşam konuşmasında bu duruma değinme ihtiyacını hissetmişti. Tatil bu anlamda belki de tam zamanında yetişti de denebilir.

 

 

Ergüven Başaran İKSV Genel Müdürü Görgün Taner ve İstanbul Caz Festivali Direktörü Pelin Opçin`den ödülünü alırken. (Fotoğraf: Zeynep Doğan)

 

Tören gecelerinin katkıda bulunanlar ve sponsor teşekkürleri ile plaket takdim kısmı adetten görünse de bu önemli firmaların katkısının altını her sefer kalınca çizmeli, üstelik, böylesi zor zamanlarda bu desteklerin önemi ve anlamı daha da artıyor. Birçok önemli ismi izlememiz için imkanlarını seferber eden bu firmalara biz de cazseverler olarak teşekkür edelim.

 

Yaşam Boyu Başarı Ödülleri bu yıl iki usta isme verildi

 

Bu yıl ödül sahipleri Türk Hafif Batı müziği ve caza büyük emekleri geçmiş iki isme teslim edildi. Deneyimli caz yazarı Hülya Tunçağ`ın okumanızı tavsiye ettiğimiz festival dergisindeki yazısında dediği gibi "bir müzisyen müziğin hemen her türüne egemen olabilir mi?" sorusunun cevabı olan Özdemir Erdoğan ile içten bir caz sevdalısı ve gerçek bir caz emekçisi olan alto saksofoncu Ergüven Başaran bu saygın ödülü fazlasıyla hakediyordu. Erdoğan ve Ergüven`in aldıkları ödül sonrası yaptıkları kısa konuşmalarda ne kadar gururlu oldukları belli oluyordu.

 

 

Swing UNLTD (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Gecenin müzikli bölümü Swing UNLTD ile başladı

 

Swing UNLTD Ergüven Başaran`ın grubu. Arzu ettiği kadar sık olmasa da bu grupla güzel konserler veriyor. Dün gece yine böyle bir konser izledik. Bildiğim kadarıyla on iki parçadan oluşan bir repertuvar vardı. Parçaların hepsi çok sevdiğimiz caz standartları ama Emin Fındıkoğlu farkıyla çünkü parçaların düzenlemeleri ona ait. Trombonda Nejat Dayıoğlu, alto saksofonda Ergüven Başaran, trompette Şenova Ülker, basta Nezih Yeşilnil, piyanoda Elvan Aracı ve davulda Veysel Çadır gibi hepsi çok terübeli Swing UNLTD temposu, swingi ve neşesi giderek artan müziklere imza attılar. Gecenin bir güzel sürprizi de Lindy Hop dansçılarının önce bahçenin arka tarafında gecenin ikinci grubu Uninvited Jazz Band konseri sırasında da sahnenin tam önünde harika şovlar sergiledi. Genç dansçıların enerjisi ve tabii swingin ritmi bahçeye dalga dalga yayıldı, bahçede adeta dans etmeyen kimse yoktu.

 

 

Uninvited Jazz Band (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Ödül geceleri aynı zamanda moral ve coşku geceleri

 

Dün geceki coşkuyu yaşadıktan sonra buna iyice inanmak lazım. Dün gece orada olan çok sayıda insanın belki büyük kısmı bayram tatilinde bu kadar eğlenmemiştir. İki saatten fazla süren canlı caz swingi ve neşeyle dans eden insanlar olmak fazla kısmet olmuyor.

 

 

Soldan sağa: Leyla-Diana Gücük, Sedal Altay, Feridun Ertaşkan, Ergüven Başaran, Nejat Dayıoğlu ve Sedat Antay.

 

Son bir not daha

 

Dün gece sahne alanlar arasında Özdemir Erdoğan yoktu zira o bu akşam Uniq Açıkhava`da özel bir konser verecek, hepimiz orda olacağız, siz de kaçırmayın müziğe elli yıldan fazla bir ömür vermiş ustamızı. Özellikle caz formlu nihavend longa`yı da çalarsa değmeyin keyfimize. Akşam konserlerde görüşmek üzere Cazkolik festival günlüğü ekibi olarak herkese güzel konserler dileriz.

 

 

Festival günlükleri sevgili Burak Sülünbaz`ın fotoğrafları olmadan olmaz. Caz konserlerinde sık gördüğümüz duayen gazeteci Güneri Cıvaoğlu ile Burak Sülünbaz festivali neşeyle başlatıyor.

 

Cazkolik.com / 12 Temmuz 2016, Salı

 


 

01 Temmuz 2016, Cuma Günlüğü

 

 

Sahip olduğumuz tek kale müzik, terk edemeyiz!

 

23. İstanbul Caz Festivali vaad ettiği en keyifli konserlerden birini hakkını vererek müzikseverlerle buluşturdu. Ayaklı pop tarihi Nile Rodgers grubu The Chic’le Türkiye’de ilk defa sahne aldı. Konser öncesi en iyi ısınma müzikleri DJ Barthez’in plaklarından yükseliyordu. Nile Rodgers yaşına rağmen zımba gibi çevikliğiyle göz dolduruyordu. Tek kelimeyle muhteşem bir müzisyenlik, her notası profesyonellik kokan bir performans tek bir solukta geçti. "Notorious", "Like a Virgin", "Let’s Dance", "Le Freak" gibi efsanevi parçalar sular seller gibi aktı geçti.

 

 

Konserin duygu yüklü anları Nile Rodgers’ın kanseri yenmesinde müzikten aldığı gücün Daft Punk’ın muhteşem albümü Random Access Memory’e nasıl dönüştüğünü anlattığı anlardı. Ta ki, tam o sıralarda cep telefonlarına gelen o Atatürk Havalanı`nda saldırı haberi tüm yüzleri düşürene kadar. Festival yönetimi müzik susmasın, hayalller yok olmasın diye çabalarken son yıllarda organizasyonlar sırasında ülkenin gündemine bir anda giren bu tip beklenmedik tatsızlıklarla karşı karşıya kalmak, moralsizlikleri göğüslemek ve yansıtmamak zorunda kalıyorlar.

 

 

Korkularıyla farklı sebeplerle yüzleşmiş Nile Rodgers ve grubun diğer üyeleri izleyiciden aldıkları destekle en iyi yaptıkları işi hakkıyla yapıyorlardı.

 

Tek bir inancım var, korkunun kalplerimizi teslim almasına izin vermeyelim. Biz ayakta oldukça festival devam edecek, müzik susmayacak. Aynı bizim gibi, konserleri okurlara aktarmaktan başka yapabileceği bir şey olmayan bir yazar arkadaşımın dediği gibi; "Sahip olduğumuz tek kale müzik, terk edemeyiz".

 

Festivale bayram molası verdik. Bu molanın kalplere huzur getirmesini umuyoruz. Bayramdan sonra yine işimizin başındayız.

 

(Fotoğraflar: Sedal ve Sedat Antay)

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 01 Temmuz 2016, Cuma

 

 






 

28 Haziran 2016, Salı Günlüğü

 

Festival, Ortadoğunun yalnız ve güzel insanlarının konseriyle başladı

 

Yazar Simon Kuper`in futbol kültürüne damgasını vuran kitabını duymuşsunuzdur; "Futbol Asla Sadece Futbol Değildir". Günlerdir dünkü konseri izlemeye hazırlanırken aklımda bu cümle dolanıp duruyordu. 23. İstanbul Caz Festivali dün akşam (27 Haziran 2016) tam adı Africa Express Presents: The Orchestra of Syrian Musicians + Damon Albarn and Guests olan konserle başladı. Aylar önce konseri ilk duyduğumdan beri en ateşli destekçilerinden biri oldum sanırım. Daha ilk anda bu konserin `sadece bir konser` olmadığı belliydi ve öyle de çıktı. Belki, konserin konseptinin Suriye merkezli olmakla birlikte tüm Kuzey Afrika`yı kapsadığını bilmiyordum onu da sahnede gördük.

 

Ortadoğunun yalnız ve güzel insanları

 

Konserden çıkar çıkmaz Twitter`dan yazdığım mesaj aynen şu cümleydi; "Vicdanı kapalı `büyük` ülkeler bu gece Açıkhava`da olup Suriye Ulusal Orkestrası ve konuklarını izlemeliydi. Tek kelimeyle olağanüstüydüler." Suriye orkestrası savaş öncesi yaklaşık yüz kişilik büyük bir orkestraymış. Projenin fikir babası ve yürütücüsü Damon Albarn sahnede çok kısa orkestrayla birlikteliklerinin nasıl başladığını anlattı. Bir yolculuk olarak tanımladığı ve bugünlere sürüklenen ilk ilişkileri iç savaş öncesi günlere ait (dilerseniz bu konuda daha önce yayınladığımız ayrıntılı haberi tıklayarak okuyabilirsiniz). Albarn`ın yıllar sonra orkestrayla sonradan kurduğu ilişki bir umut meşalesinin de yanmasına neden olmuş.

 

 

Akşam izlediğimiz altı konserlik turnesinin ikincisiydi. Hem Açıkhava izleyicisi, hem orkestra birbirini sıcak ve içten karşıladı. Bir anlamda, benzer kültürel kodlara sahip olmamızın yakınlığı vardı. Festival yönetimi son dakikada Unicef ile işbirliği yaparak konsere bir grup Suriyeli mülteci çocuk da getirdi, konserin sonunda çocukların eğlenmeleri görülmeye değerdi.

 

Orkestra korosuyla, müzisyenleriyle muhteşem bir orkestra. Mülteci durumuna düştükten sonra yaşadıkları sıkıntıları tahmin bile edemiyorum ama candan gülmeyi unutmamışlar. Bütün solistleri sıradışı yeteneklere sahip, hepsi üstün birer virtüöz. Konser tasarımında kullanılan görsellere mutlaka ayrı değinmeli. Açıkhava sahnesinin arka duvarını kaplayan digital boarddan yansıyan görüntüler bence en az konser kadar etkileliyiciydi. Hepsi ayrı ayrı çizilmiş vicdanımıza saplanan birer ok gibiy ne yazık ki o okların saplanması gereken esas vicdanlar akşam orada değildi. Daha ilk resimden itibaren çarpıcı ve etkileyiciydi. Kanunun kalp kıran nağmesi yankılanırken boardda eski bir bavulun içinde, eşyaların olması gereken yerde bir tutam kömür yanıyordu. Güçlü metaforlar başarılı çizimlerle her şarkıda değişiyordu. Modern zamanların yeni ozanlarından Julia Holter şarkısını söylerken bombalarla yıkılmış evlerin denizde sürüklenen salların üstünde durduğunu görüyorduk. Mounir Troudi inanılması güç sesiyle şarkı söyler, Muhammed Ali tişörtlü rapçi Bu Kolthoum ona eşlik ederken bu kez doğanın içinde uzanan upuzun bir mülteci yolunun kör bir duvara çarptığına tanık oluyorduk.

 

 

Dünya sanatının en etkili görsellerinden Michelangelo`nun Sistine şapelindeki ünlü "Adem`in Yaratılışı" freskindeki ellerin birinden kan damladığını ya da uzayda, mavi dünyanın çok uzağında, dünyadan kopup gitmiş yıkılmış bir evin sürüklendiğini görüyorduk. Bu esnada Baaba Maal, Mali`li Bassekou Kouyate, Lübnanlı Hip Hop`çu Eslam Jawaad, yine Lübnanlı Hip Hop kraliçesi Malikah ve bizim rapçimiz Ceza, dokuz yaylı arp ustası Noura Mint Seymali`nin inanılmaz solosu ülkelerini terketmek zorunda kalıp yurtdışında biraraya gelen tüm bu insanları ortak bir mutluluğun çevresinde buluşturmayı başarmıştı. En son sahneye Rachid Taha çıktığında kopacak gümbürtüyü kimse tahmin etmemiştir. Bir dönem tüm Ortadoğu`nun sembol şarkısı "Ya Rayah"ı söylemeye başladığında koskoca Açıkhava inanılmaz bir coşkuya büründü. 57 yaşındaki sanatçı belki artık eski performansında değildi ama insanları coşturmasını biliyordu.

 

 

Gelecek yılları bilmiyorum, zaman ne gösterir bilinmez ama bu yaz sadece altı konserlik bir turne için biraraya gelen bu insanlar hep birlikte Suriye diye bağırarak veda ettiler geceye, işte, o an orkestra üyelerinin ilk buluşma anlarını gösteren videoda ağlayan orkestra üyesi kadın geldi aklıma, sonra Nuri Bilge Ceylan`ın sözü düştü dilime, çevirdim yeni haline; "Ortadoğunun yalnız ve güzel insanları".

 

(Fotoğraflar: Leyla-Diana Gücük)

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 28 Haziran 2016, Salı

 

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.