Festivalin en coşkulu konseriydi desek karşı çıkan olur mu?

Festivalin en coşkulu konseriydi desek karşı çıkan olur mu?

16. Gün: 21 Temmuz 2017, Cuma

 

Uzun bir festival maratonunun son günü. 20 temmuz akşamı Sabancı Müzesi bahçesinde İsfar ve Basel Rajoub`un yarattığı etkinin devamı için yine aynı bahçedeyiz. Bu kez sahnede daha kalabalık bir grup var. İstanbul boğazının eşsiz manzarası önünde konser öncesi insanlar gezinip dururken bir yandan geçen festivali düşünüyorum. Yeniköy`de başlayan konserler Emirgan`da son buluyor. İçimde tatmin olması zor caz iştahına ilişkin bir sakinlik ve mutluluk var. Beni en çok hangi konserler etkiledi diye kendi kendime bir sıralama yapmak istesem dediğimde cevap vermek kolay olmadı. Bu festival şahsen benim en mutlu olduğum müziğin renkliliği ve çeşitliliği oldu. Biz de Cazkolik olarak hem günlük için hem diğer yazı ve içerikler için çok çalıştık. Özellikle günlük tüm bir festivalin en net fotoğrafını vermesi açısından önemli. Hayatın bize dünü dahi çok geride kalmış gibi yaşatan bir dünyada büyük emekler ve bütçelerle düzenlenen caz festivallerinin sadece hatıralarımızda hapsolmaması lazım. 2013 yılından bu yana festival günlüğünü bu yüzden tutuyoruz. Daha şimdiden ne kadar çok anı, fotoğraf, yazı, cümle ve not birikti. Bu günlük de öyle. Bir yıl sonra girip okuduğunuzda size güzel konserler çağrıştırmayı başarırsak ne mutlu bize.

 

Günlüğün son notlarında teşekkür etmem gereken isimler var. Öncelikle ekip arkadaşlarım; sevgili fotoğrafçı dostlarım Leyla-Diana Gücük, Sedal ve Sedat Antay, İbrahim Göksungur ve Yusuf Biton... onların çabaları olmasaydı bu günlük kuru notlardan ibaret olurdu. Sevgili Burak Sülünbaz, hep yeni caz müzisyeni çıksın diye beklediğimiz genç nesilden bu kez iyi bir kalem çıktığını görmek beni ayrıca mutlu ediyor. Keskin gözlemlerinin yanında caza olan merak ve iştahı sonsuz ve ayrıca her an sahnenin ardındakini merak eden bir yanı var. Hem bir muhabir hem bir caz yazarı. Onun `Backstage Jazz` köşesi olmasa günlük eksik olurdu, ona da çek teşekkür ediyorum. Ve festival yöneticisi dostlarımıza ayrı bir not. Yıl boyu nasıl bir özen ve heyecanla hazırladıkları festivalin bitişi onlar için de bir hüzün. O kadar yorulmanın mutlulukla harmanlanması ayrı bir tatmin olmalı. Ayrıca, Cazkolik ekibine festival boyunca gösterdikleri yakınlık, verdikleri destek için ayrıca teşekkür ediyorum. Yeni festivallerde ve yeni festival günlüklerinde buluşmak üzere, hep caz dinlemeye devam.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 01 Ağustos 2017, Salı

 

 

Biz savaşlardan kaçtıkça peşimizi bırakmıyor. İnsanlık trajedisine dönüşen Suriye iç savaşı ve göçmenlerle ilgili geçen sene yine festivalde herkesi etkileyen bir konser izlemiştik. Bir yıl sonra, dün akşam yeniden 24. İstanbul Caz Festivali`nin kapanış konserini Basel Rajoub`un Soriana ekibinin yanı sıra Sirojiddin Juraev ile İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı`nın (İKGV) Suriyeli Mültecilere Destek Ofisi bünyesinde kurulan Türkiye`ye göç etmiş Suriyeli Kadınlar Korosu gerçekleştirdi. Sabancı Müzesi bahçesinde izlediğimiz konser vatanlarından uzakta kendi müziklerini, kendi dillerinde dinleme şansı bulan çoğunluğu Suriyeli mültecilerden oluşan dinleyiciler çok güzel bir gece geçirdil. Bu moral gecesini tertip eden IKSV ve destekçi kurumları kutlamalı. Kadınların, çocukların ve yaşlıların yüzlerinde tebessümler gördükçe ben de mutlu oldum. Savaşlar, yıkımlar, vatan hasreti birkaç saatliğine unutuldu. Halaylarla, danslarla, kahkahalarla geçirilen dakikalar gönüllere işledi, emeği geçen herkesi tebrik etmeli. Yazılarıma destek olan ve paylaşan okurlarıma da ayrıca teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Seneye görüşmek üzere.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 01 Ağustos 2017, Salı

 

 


 

15. Gün: 20 Temmuz 2017, Perşembe

 

Sabancı Müzesi bahçesinde konser izlemezsek İstanbul Caz Festivali eksik kalır düşüncesindeyim, festival yöneticilerimiz de bu alışkanlığı biiyor olmalı ki her sene bir, bazen daha fazla bu büyülü bahçede konser izleme fırsatı buluyoruz. Aslında birden fazla mekanıyla çok elverişli bir müze. Açıkhavada iki, kapalı alanda bir mekana sahip, özellikle 20 temmuz akşamı yüksek bir balkondan boğaza bakar gibi Azerbaycanlı gencecik piyanist İsfar Sarabski`yi dinlemek hoş bir duygu verdi. Tam bir trio müziğiydi.

 

İki dünya, bir sanatçı

 

İsfar genç bir sanatçı olmanın da verdiği heyecan ve iştahla birden fazla dünyayı kucaklamak isteyen yetenekli bir piyanist. Azeri kökeni kendi müziğine merakını tetiklese de daha anonim ve klasik kökenli bir cazın peşinde. Parmakları hafif ve uçarcasına ilerliyor. Tuşesine hakim. İlk parçalar tipik orta Avrupa caz trioları müziğiyle başladı. Daha önce dinleyip beğendiğim "Deja vu" icrasını yine beğendim, Çaykovski`nin çok tanıdık notaları güzel bir trio baladına dönüştü. Double bas ve davulda nazbı iyi takip eden iki Rus sanatçı vardı. Özellikle basçı Makar Novikov`un kontrbası bana niyeyse elektrik bas tadı verdi, hatta ilk parçada tam bir Anthony Jackson havası aldım. İlk iki-üç parçanın ardından konserin yönüde, ritmi de, şekli de herşey değişti çünkü perküsyon ustası İzzet Kızıl devreye girdi. İki konserli gecenin sarsıcı etkileri perküsyonistlerden geldi. İlki İzzet Kızıl`dı, ikincisi, sonraki konserin perküsyonisti Andrea Piccioni. Hatta Piccioni`nin sarsıcı etkisi daha müthiş oldu diyebilirim.

 

 

İzzet Kızıl kısa bir süre eşlik etti. Sarabski konseri çok yeni, henüz bir aylık ve ilk dinleyicileri bizlerin olduğu bir beste "Planet"le devam ederken kesif bir Esbjörn Svensson Trio lezzetini sadece ben değil sanırım herkes aldı. Genç sanatçı için bence sağlıklı etkiler bunlar. Dikkatimi çeken bir diğer not ise İsfar bir Azeri, yani Türkçe konuşuyor ama konserde İngilizce konuşmayı tercih etti, çekingendi, dinleyiciler Türktü, Türkçe konuşsa daha uzun bir sohbet olabilirdi, kimbilir, demek öyle tercih etti ve konser de bu arada yine daha önce dinlediğim canlısını da beğenerek dinlediğim "Roots"la bitti. Bakalım İsfar`la yolumuz bir daha ne zaman kesişir.

 

 

4 enstrüman, 4 coğrafya

 

Benim açımdan gecenin ve festivalin sürprizlerinden Basel Rajoub`un Tacikistan`lı Sirojiddin Juraev`in de aralarında olduğu Soriana projesiydi bu tarzda son dönem izlediğim en etkileyici müzisyenleri tanıdım diyebilirim. Özellikle Juraev`in çaldığı saz ailesinden Dutar isimli iki telli saz resmen beni benden aldı diyebilirim, sadece beni mi, çevremde gözlediğim herkes büyülenmiş gibi Juraev`i izliyordu. Oysa, ikinci konser sakin başlamıştı. Sarabski konserinden sonra sadece İsfar için gelmiş bir grup ayrılınca sahne hazırlıkları derken ortalık sakinlemişti, topluluk kimse ne olduğunu anlamadan usul usul konsere başladı. İlk iki parça Juraev de dinleyiciydi. Üstünde yerel bir yelekle elinde bağlaması konseri dinleyen Juraev`in böyle bir müziğe imza atacağını kime söyleseniz inanmaz, bildiğiniz saz gibi bir müzik bekler ama sadece o mu, İranlı kanuncu Feras Charestan, Suriyeli Basel Rajoub ve İtalyan perküsyonist Andrea Piccioni aklımızı uçurdu. Bilhassa Piccioni`nin üstelik İtalyan olarak ortadoğu enstrümanlarına bu denli ustaca hakim olması, elindeki bildiğimiz deften ve 6-7 dakikalık solodan sesler inanılır gibi değildi. Suç bizim, kabahat bizim, bu denli önemli insanları maalesef hakettikleri gibi tanımıyoruz, 24. İstanbul Caz Festivali bu yıl bize böylesi çok çeşitli renkleri tanıttı, tanıştırdı, artık unutmayız ve olur da konser verirlerse kaçırmayın diye bas bas bağırırız.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 23 Temmuz 2017, Pazar

 

 


 

14. Gün: 19 Temmuz 2017, Çarşamba

 

Festivalin son günlerinde konserler giderek daha da heyecan verici hale geliyor ama sayılı günlerin sonu var. Bu akşam yine Beykoz`dayız. Bu yaz Beykoz`a iki gecelik rezervasyonumuz oldu, biri açılışta, diğeri kapanışta. Beykoz Kundura bahçesi yine güzel bir akşama hazırlanıyor ama hava biraz karışık, bozuk atmaya müsait, yağmur usul usul yağmıyor ki, resmen sel basıyor, hiç riske girmeden konser kapalı mekâna alındı. Büyük ve geniş bir yer ama isteyen yine dışarda dolanıyor.

 

Kavram aynı dil farklı: Değişim/Bokanté

 

 

Soldan sağa: Jay White (bas gitar), Roosvelt Collier (lap gitar), Randy Runyon (gitar) (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Bu geceki konserler aslında aynı insanların yeni bir çehreye bürünmesi gibi. Hem Bill Laurance hem Bokanté konseri aynı ekibe ait insanların başka başka insanlarla yeni ve taze şeyler deneme çabası ama sağlam ve anlamlı bir içerikleri var. Liderlik rolündekilerin hepsi esasen Snarky Puppy`nin müzisyenleri ama bu yaz askıya yeni bir şapka asmışlar. Bokanté ile ilgili ayrı bir haber yapmıştık, orada bol ayrıntı var, okumanızı tavsiye ederiz. Bokanté daha geniş çaplı bir proje. Epey kapsamlı bir ekip kurmuşlar. Dünyanın dört yanından altı kişi yeni bir müziğin peşinde. Vokalde Malika var. Kreole dilinde `değişim` demek olan Bokanté insanlığın bugün artık değişmesi gerektiği eşiği aştığını söylüyor. Laf olsun, moda yerini bulsun diye değil, içtenler, amaçları var, umarız bu konuda çıktıkları yolun sonunda güzel işler başarırlar, bize burada onları dinlemek ve desteklemek düştü. Cümlenin devamı Burak`ın `Backstage Jazz` köşesinde, hemen aşağıda.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 23 Temmuz 2017, Pazar

 

 

Fotoğraf: Sedat Antay

 

 

Beykoz Kundura İstanbul hayatına yeni başlangıca hazırlanıyor

 

 

Beykoz Kundura müzesinden fotoğraflar

 

İstanbul Caz Festivali bu sene renkli ve yeni projelerle doluydu. Cazseverin ilgisine bakılırsa iyi bir festival olması için sadece büyük isimlerin olmasından ziyade doğru mekan ve doğru projenin bir araya gelmesi daha önemli. Bu projelerin biri de bu yaz Beykoz Kundura`da izlediğimiz ikinci proje olarak Bill Laurance ve Bokanté konserleriydi. Bir grup cazseverle festivalin organize ettiği tekneyle vardık Beykoz Kundura`ya. Vardığımda mekanın bir yetkilisiyle tanıştım ve sağolsun bana platoyu gezdirdi. Cumhuriyetin en eski sanayi kuruluşlarından biri Beykoz Kundura. Doksanlarda özelleştirilen fabrikadan kalan makineler, giysiler, ne varsa içerde oluşturulan bir müzede sergileniyor. Pekçok film ve dizinin çekimleri bu platoda gerçekleşiyor. Bununla birlikte, içeride Avrupa filmlerinin sergileneceği bir sinema ve bir tiyatronun yapılacağı haberini alıyorum. Kafe ve restoranları, kültürel alanlarıyla Beykoz Kundura şehir hayatına yeni bir başlangıç yapacağa benziyor.

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay)

 

Önce Snarky Puppy grubundan tanıdığımız Bill Laurance grubuyla sahne aldı. İlk parçadan itibaren konserin havasına giren dinleyici gecenin güzel geçeceğinin işaretlerini veriyordu. İkinci konser Afrika ritimlerini kanımıza işleyen Bokanté konseriydi. İşin içinde Michael Leauge varsa o işin kötü çıkma ihtimali var mı? Hava şartlarının olumsuzlaşma ihtimali konserin kapalı alana alınmasını zorunlu kılmıştı. Mekan iyiydi hoştu ama biraz sıcaktı ve yoğun ilgiden sahneyi yakından izlemek pek mümkün değildi. Neyseki soğuk, buz gibi bir bira tüm olumsuzlukları sildi. Dokuz kişilik orkestra Afrika etkili ritim bölümleri kuvvetli icralarıyla beğeni topladıl. Sadece cazseverlerin değil geniş müzik yelpazesiyle farklı türleri sevenleri de gölgesinde toplayan İstanbul Caz Festivali her sene ilgi çekici yeni projelerle dinamik bir program sunmayı başarıyor.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 23 Temmuz 2017, Pazar

 

Malika Tirolien (Vokal) (Fotoğraf: Sedat Antay)

 

 


 

13. Gün: 18 Temmuz 2017, Salı

 

Salı ne gündü ama. Önce pazartesiden İstanbulu basan sel yüzünden salı gecesinin Dee Dee Bridgewater konseri açıkhavadan Zorlu PSM büyük salona alındı, iyi de oldu, bu sayede ek bilet kontenjanı açıldı, sonradan bilet bulan bir sürü okurumuz olduğunu biliyorum. Esma Sultan yalısı da güzel ama hem akustik, hem konsantre olmak bakımından kapalı salon daha iyi geldi.

 

Gece sadece tek konserden ibaret değildi, Dee Dee konserini takiben Tepebaşı`nda, Salon İKSV`de son yılların sükse yapan isimlerinden Donny McCaslin konseri de vardı ve çok sayıda müzikseverin soluk soluğa o konsere yetiştiğini biliyorum. Cazkolik ekibi de içlerindeydi. Allahtan Zorlu PSM ile Salon arası metroyla çok kısa, öbür türlü yetişmek mümkün değil.

 

Festivalin en coşkulu konseriydi desek karşı çıkan var mı?

 

Donny McCaslin`le ilgili Burak Sülünbaz`ın köşesini bu yazının devamında okuyun lütfen, ayrıntılar onda ama David Bowie`nin ölmeden önceki son albümünde isminin olması onu belki çok daha ünlü biri yaptı ama o zaten iyi bilinen biriydi, burada daha önce çaldı, her zaman mütevazıydı, adamın huyu suyu değişmedi ya ama yine de merak eden çoktu.

 

 

(Foto: Leyla-Diana Gücük)

 

Cazda kurucu babalar kuşağının yavaş yavaş elini ayağını çekmesiyle starsız döneme doğru mu gidiliyor tartışmaları sürerken her nesil bir yandan kendi starını yaratmaya devam ediyor. Bugün caz halen aktif müzik yapan ama 70`li yaşlarına ulaşmış ikinci nesille daha çok meşgul. Özellikle bu neslin seksenlerde genç olanları günümüzün vokal divaları. Sayın bir elin parmakları kadar kadın solistten sözediyoruz. Bu isimlerin en önde geleni ise kuşkusuz Dee Dee Bridgewater. Her an ne yapacağı belli olmayan deli dolu kişiliği, sürekli imajını ve repertuvarını yenilemesi, bir insan hayatının muhtemel dönemlerini onun da yaşaması ve bunu sahneye taşıması, kendine ve dinleyicisine karşı içtenliği hep sıcak ve yakın geldi. Her festivalin lokomotif isimleri olur, bu yıl da bu rolü Dee Dee Bridgewater üstlendi. Uzun yıllara dayanan İstanbul geçmişiyle artık o da bizi yeterince tanıyor.

 

Sahnede kalabalık ve iyi bir kadro vardı. Özellikle iki geri vokali, Sharisse ve Shantel Norman`la halleri çok ilgi gördü. Blues, caz ve soul deyince akan sular durur, seveni çoktur, coşkusu boldur, konserde oturmak kısmet olmaz, zıplamak şarttır.

 

 

(Foto: Sedat Antay)

 

Şahsen ben programda Dee Dee`nin adını ilk duyduğumda festivalin en coşkulu konseri olur dedim nitekim öyle oldu. Bunun için kâhin olmaya gerek yok ama bir önemli detay daha vardı, son projesi Memphis ve repertuvarındaki şarkılar birkaç kuşağı birbirine bağlayacak coşkuyu ve heyecanı salona fazlasıyla yayabilirdi, zaten öyle oldu.

 

Dee Dee ile festival başlamadan özel bir yazı yayına girdik, halen yayında, okuyabilirsiniz. Orada çocukluğunun şarkılarına dönen Dee Dee`yi dinleyeceğimizi yazmıştık. Konser tam o havada geçti. Parçalar arası uzun diyaloglar, çocukluğuna dair, o dönemin anekdotları, şarkılar vs. festivalin en coşkulu, en heyecanlı konseri oldu. Sadece konserde değil, etkisi konser sonrasında da sürdü, hatta hala sürüyor. Özellikle Facebook ertesi gün konserle ilgili sayısız övgüyle doluydu. Fotoğraflar, videolar geldikçe altları yorumlarla doldu, Cazkolik Facebook sayfası da bu telaşı en yoğun yaşayan yerlerdendi, hala da sürdüğünü söyleyebilirim.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 21 Temmuz 2017, Cuma

 

(Foto: Yusuf Biton)

 

 

 

Cazın gittiği yerdeyim

 

 

Salı akşamı 24. İstanbul Caz Festivali`nde müzikseverler iki farklı konserde iki farklı yolculuğa yöneldi. İlki, Zorlu PSM`nin ev sahipliği yaptığı Dee Dee Bridgewater`ın doğduğu topraklara dönüş yolculuğu "Memphis", diğeriyse cazın, daha geniş ifadeyle müziğin gelecekte nereye gittiğini gösteren Donny McCaslin`in Beyond Now projesiydi. Zorlu PSM Dee Dee Bridgewater`ın sadık takipçileriyle doluydu. Bridgewater parça başlarında yaptığı kimi zaman hayli uzun sunumlarıyla dinleyicisini babasıyla, doğduğu topraklar Memphis`le, siyah Amerikalıların yaşadıkları ve müziğe kattıklarıyla muhasebe yapmaya davet etti. Müzik salonun oldukça ilgisini çekmişti ama benim aklım doğrusu Salon IKSV`de gerçekleşecek Donny McCaslin konserindeydi. Dee Dee konser bitmeden çıkmayı göze aldığımda Salon`un kapıda Aydın Esen`e rastladım. Belki ben denk gelmemiştim ama Aydın Esen gibi bir dehayı bir konser kapısında ilk defa görmüştüm. Kendi kendime "doğru sularda yüzüyorum" dedim. Çoğumuz McCaslin`i David Bowie`nin Black Star albümünden tanıyoruz ama McCaslin gerçekten esaslı bir müzisyen. Son albümünü Bowie`nin hatırasına adanmıştı. Beyaz olmasına rağmen siyahi bir müzisyen kadar muhteşem saksafon üflüyor. Şaşılacak şey doğrusu. Tavizsiz bir icrası var tek nefeste bir parçanın omurgasını çıkarıyor. Yandaş müzisyenlerinden klavyeci Jason Lindner klavye ve elektronik kullanımıyla çok etkileyici bir "ses bükücü"ydü. Davulda albümdeki Mark Guiliana`yı beklerken Nate Wood`u dinledik. Konser boyunca kendisini Rusya Devlet Başkanı Putin`e benzetip durdum. Muhteşem performanstı. Konserin ortalarında David Bowie`nin Lazarus`unu çalmaya başladıklarında bu parçayı bizzat icracılarından canlı dinleme şansı bulabildiğimiz tek fırsatın bu konser olduğunu düşünerek mutlu oldum. David Bowie her zaman olduğu Danny McCaslin`e güvenmekte de çok haklıydı. İmza sırasında Grammy`li Snarky Puppy`nin beyni Michael League ortalarda geziyordu. Bir iki sene önce konserleri sonrası tanışmıştık. Selamlaştık. O zaman CRR`de çalmışlardı. Salonun ismini hatırladı. McCaslin`e övgüler yağdırıyordu. "Yarın akşam Bokanté`yle Beykoz Kundura Fabrikasında görüşürüz adamım!" dedi ve kulise doğru süzüldü. Dünya müziği caz ekseninde bu isimlerle farklı yerlere gidiyor. Yelkenlerinizi bu rüzgara açık tutun sizi güzel denizlere sürüklemesine izin verin.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 21 Temmuz 2017, Cuma

 

 


 

 

Bu yıl 24. İstanbul Caz Festivali`nin sonucu merakla beklenen etkinliklerinden biri "Vitrin: Güncel Müzik Buluşması" kapsamında festivalin sponsorlarından Socar Türkiye`nin 2 müzik grubuna vereceği "İpekyolu Turne Destek Ödülü"nü kimlerin kazanacağı idi. Yerli müziğin önde gelen isimleri Vitrin adı altında festival programına dahil edilmiş, aralarında İngiltere, Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, Litvanya, Bosna Hersek, İsrail ve Azerbaycan gibi ülkelerin de yer aldığı uluslararası müzik ortamının 28 önemli temsilcisi bu konserleri festival izleyicisiyle beraber izlemişti.

 

Festivalin sponsorlarından Socar Vitrin projesini "İpekyolu Turne Destek Ödülü"yle destekliyor

 

Vitrin kapsamında 5-8 temmuz arası ülkemizden 30 kadar topluluk ve sanatçı sahne aldı, konserler verdi. Bu esnada, yurtdışından gelen 28 temsilci de izlediği konserlerin sonunda belirleyeceği 2 grup için harıl harıl çalışıyordu.

 

Ve nihayet sonuç açıklandı

 

İKSV Genel Müdürü Görgün Taner yaptığı açıklamada sanat üretimi ve sanatçıları destekleme amacı doğrultusunda 28 delegenin belirlediği iki grubun 2.500 Euro tutarındaki "Socar Türkiye İpekyolu Turne Destek Ödülü"nü önümüzdeki yıl yurtdışında verecekleri konser turnelerinde kullanabileceklerini ve sağlanan etkileşimin önümüzdeki dönemde de süreceğini söyledi.

 

Gevende ve Korhan Futacı ve Kara Orkestra "İpekyolu turne Destek Ödülü"nün sahipleri oldu

 

Socar Türkiye İpekyolu Turne Destek Ödülü hakkında konuşan Socar Dış İlişkiler Başkanı Murat LeCompte ise caz müziğinin Azerbaycan`da önemli bir yere sahip olduğunu belirterek iki kardeş ülkenin seslerini müzikle dünyaya duyurmak kadar müzik ekonomisine ve kültürüne de destek sağlamak istiyoruz dedi.

 

Cazkolik olarak biz de Gevende ve Korhan Futacı Kara Orkestra`yı tebrik ediyoruz.

 

Cazkolik.com / 21 Temmuz 2017, Cuma

 


 

12. Gün: 17 Temmuz 2017, Pazartesi

 

24. İstanbul Caz Festivalinin son haftasına gelsek de temposu, hızı ve kalitesi hiç eksilmeyen bir festival yaşıyoruz. Dikkatli gözler ve kulaklar bu festivalin (ve dünyadaki paralel festivallerin) kültürlerin nasıl içiçe geçtiği bir festival olduğunu farketmiştir. Caz bugün müzikte dünyanın en büyük şemsiyesi. Belki bunu sayısal olarak ve ticari verilere bakarak abartılı bulabilirsiniz ama caz müziğin Açık Radyo`nun tabiriyle `dünyanın tüm seslerine açık` bir müzik olduğu gerçeğini değiştirmez. Diğer müzik türleri konservatif türler olmaya yönelir, içten gelen değil her adımı hesaplanmış müziklere dönüşürken caz giderek bütün dünyayı kapsayan, her müziğin kendinden bir parçayı içine dahil ettiği bir müziğe dönüşüyor. Biz cazseverler, bir adım geriye çekilip baktığımızda bunu açıkça görebiliyoruz. Başka hangi tür uzakdoğudan Afrikaya, kuzey Amerika`dan Rus steplerine uzanan müziği/müzisyenleri sahnede eşit saygınlıkla ağırlar, en fazla büyük bir pop-rock konserinde araya giren tek parçalık etnik bir çeşni olursunuz.

 

Fatoumata Diawara ve Hindi Zahra`dan bir festival ayini

 

 

Konserin en sakin anlarından biri (Fotoğraf: Sedat Antay)

 

Bunlara yazdıran 17 temmuz pazartesi konseri Fatoumata Diawara Hindi Zahra konseri olsa da aslında bu ta Junun gecesinden, flamenko gecesine, Havana gecesinden, Mehmet Ai Sanıkol`un konserine, Diawara Zahra konserinden Bokante Bill Laurance ve Basel Rajoub, Isfar Sarabski konserlerine kadar festivalin ince, ipekten görünmez ipliğiyle birbirine bağlı bir duygu.

 

 

Konser aslında bu fotoğraftaki gibi bir ayindi (Foto: Leyla-Diana Gücük)

 

Festivale verilen üç günlük aranın ardından İstanbul önüne kattığı herşeyi sürüklediği dehşet bir sele maruz kaldığı pazartesi hepimiz bir yandan aman, bu gece festival var, yağmur moralleri bozmasın, konsere gitmemezlik etmeyelim çağrıları yapıyorduk. Nitekim çağrılar yerini bulmuş olmalı ki akşam Tarabya otelinin balo salonu tıklık tıklımdı. Bu arada, kaçınılmaz bir hamleyle konser açık terastan kapalı alana alındı. Bize yukardaki cüleleri biraz da bu iki kadın yazdırdı. Bu iki harika kadın. Zaten Türkiye`de -özellikle Hindi Zahra- çok yakından tanınıyor. İkisi de güçlü şarkıcılar, iyi müzisyenler. Onlar sahnede saçlarını savura savura sahnede dans ederken izleyiciler de bu harika ayinin bir parçasıydı. Bu festival sevgili caz fotoğrafçısı dostlarımız da iyi iş çıkardı ve çıkarmaya devam ediyor. Günlükteki fotoğraflara son günden ilk güne kadar hızla fotoğraflara gözatarsanız tecrübeli arkadaşlarımızın konserleri ne kadar iyi yansıttığını görebilirsiniz.

 

 

Fatoumata Diawara`nın danslarını tek kareye sığdırmak mümkün değil, ikisini biraraya getirdik (Fotoğraflar: Yusuf Biton)

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

 

(Üstteki fotoğraf Sedat Antay, alttaki fotoğraf Yusuf Biton)

 

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 20 Temmuz 2017, Perşembe

 


 

11. Gün: 14 Temmuz 2017, Cuma

 

Cazda istikrar sembolü

 

14 temmuz cuma gecesi tam bir caz şöleni oldu. Antonio Sanchez konseri sonrası biletleri konser öncesi biten Kerem Görsev Quartet`i izleyecektik. Önümüzde bir kahve içecek zaman vardı, Sanchez konserinden çıkanlar soluğu Zorlu`nun cafelerinde aldı. Kerem`le en son Christian McBride konserinde ayaküstü bu konseri konuşmuştuk, ertesi gün Engin Recepoğulları`yla buluşup prova yapacaklarından sözetmişti. Yeri gelmişken, sevgili Engin`i son sıralarda izlediyseniz nasıl etkileyici çaldığına tanık olmuşsunuzdur. Benim son notum TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası konserinden, bir parçada Engin sıkı bir soloya girdiğinde hemen yanında ayakta onu dinleyen Joshua Redman`ın takdirle dolu yüz ifadesinin keşke resmini çekebilseydim.

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Dünyadaki ana akım cazın Türkiye`deki etkisinin mimarlarından

 

Kerem Görsev`in önemli yanı istikrarı. Bu yıl piyano taburesine oturuşunun 50. yılını kutlayan usta müzisyen dünya ve ülke ne dalgalanmalardan, karmaalardan geçti ama o ilk günden itibaren hedeflerinden ve istikrarından hiç taviz vermedi. Bu kadar uzun bir kariyeri hep dik tutmanın, hele Türkiye gibi caz dünyası sınırlı bir ülkede ne denli zor olduğunu tahmin edebilirsiniz. Bu tavrı sadece kendiyle ilgili bir mesele değil, birlikte çaldığı arkadaşları ve onların ürettiği etki alanlarıyla da ilgili. Bir çeşit kelebek etkisi yaratan bir zincirleme olmalı. Kerem`le ne zaman iki cümle sohbet etseniz size yayınladığı albümden değil yayınlayacağı yeni çalışmadan söz eder. Planlarını hep gelecek üzerine kuran biridir. Uzun zamandır birlikte çaldığı başta Kağan Yıldız ve Ferit Odman, Engin Recepoğulları ve zaman zaman dahil olan diğer müzisyenlerle Türkiye caz ortamının lokomotif grubu olma işlevine sahip. İlk günlerinden beri içinde olduğu İstanbul Caz Festivali onun misafir değil ev sahibi olduğu bir festival aslında. Dünyadaki ana akım cazın Türkiye üzerindeki etkisinin mimarlarından biri. Konserlerinde seslendirdiği caz standartları ve kendi bestelerinden oluşan bu izdüşümün yarattığı etkinin ve öneminin bizim için ne kadar kıymetli olduğunu konserini izlerken yeniden düşündüm. Eline sağlık Kerem.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 19 Temmuz 2017, Çarşamba

 

 

(Fotoğraf: İbrahim Göksungur)

 

Konsantre ve yekpâre bir caz partisi

 

24. İstanbul Caz Festivalinin merakla beklenen bir ismi daha 14 temmuz cuma akşamı Zorlu PSM sahnesinden geçti. Antonio Sanchez ünlü ve ödüllü Birdman öncesi dönemde de Türkiye`de sıkı bir cazsever kesimince tanınıyordu, tabii Birdman`le caz dinleyicisi olmayan geniş bir kitleye de adını duyurdu ama bu ün onun ne müziğinde ne kendisinde en ufak bir değişikliğe neden olmamış, ayrıca, niye olsun ki zaten. Başta Sanchez, işini müthiş ciddiye alan, son derece organize, disiplinli, kalan son ter damlasına kadar çalmaktan geri durmayan, son nota çalındığında her anıyla biletiniz için ödediğiniz bedelin karşılığını fazlasıyla aldığınızı hissettiğiniz bir konser izletti bize. Davulda Antonio Sanchez, nefeslilerde Seamus Blake, piyanoda John Escrit, basta Matt Brewer ve vokalde Thana Alexa sürprizleri fazla olmayan bir müzik icra etti.

 

 

(Fotoğraf: İbrahim Göksungur)

 

Antonio Sanchez şahsen benim "Migration" albümünden beri takip ettiğim bir sanatçı. Müziği hep dikine ve yukarı doğru ilerliyor. Ne yana, ne başka bir yöne. Hep dikine ve yukarı. Son derece kararlı ve organize bir kişiliği var. Yaptığı işin her milimetresini hesaplayan, hani futbolda bir deyim vardır, maçı önceden kafasında oynayan bir sanatçı. Bu anlamda, cuma günü izlediğimiz müzik de bu ölçülere son derece uygun, yaratıcılığı önceden kurgulanmış, tasarlanmış bir albümdü.

 

Cazda uzun formlar

 

Zaman olarak cazda uzun formlar, yani, tek bir beste izlenimi veren, yekpare icda edilen, arası olmayan klasik müzik kökenli `suite` formlarının geçmişi altmışlara kadar uzanıyor ama sık rastlanan bir form değildir. Riskleri olan bir tür. Yetmişlerde senfonik rock müziği sıklıkla kullandığı bir form. Sahnedeki müziğe parça parça değil bir bütün olarak bakan bir form. "Meridian Suite" de tam böyle bir albüm. Sanchez ve arkadaşları sahneye geldiğinde Sanchez`in konser boyunca yaptığı az sayıda açıklamanın ilki zaten bu yönde oldu. Ara vermeden tamamını çalıp çıkacağız!

 

 

Tana Alexa`nın vokali klasik bir şarkı söyleme değil sözsüz, bir enstrüman gibi kullanılan bir vokaldi (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Hâl böyle olunca, müzisyenler son derece disiplinli ve bir anda ful konsantrasyon çalmaya başlayınca dinleyici olarak biz de işin ciddiyetini anlıyoruz. Soloları alkışlamak gibi ara ritüeller bile bazen lüks kaçıyor. Karşımızda son derece steril bir müzik var. Üst düzey icralar, birbirini tamamlayan sololar, her notası düşünülmüş cümleler, laboratuvardan çıkmış gibi görünen bir duygu. Sololar için ayrılan bölümlerin genişliği, uzunluğu ve derinliği karşısında konsantre bir caz partisine tanık olduğumuz aşikar.

 

No swing, no groove

 

Cazın bitmeyen tartışması swing ve groove olmadan caz olur mu? Olur, işte gördük, mükemmel oluyormuş! Herkes aynı şeyi düşünmeyebilir, o ayrı, ama karşımızda ne kadar konsantre bir caz olduğu gerçeğini değiştirmez. Ne yanıyla düşünürseniz düşünün 14 temmuz cuma akşamı saat 19:00 ile 21:00 arası festivalin caz dozu en yüksek anlarına maruz kaldık ve ordaki insanlar olarak hepimiz mutluyduk. Böyle bir müziğin bisi bile olmaz demedik, alkışladık ve kırmayıp geldiler, bisimizi de aldık. Emeği geçen herkesin eline sağlık.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 18 Temmuz 2017, Salı

 

(Fotoğraf: Sedat Antay)

 

 


 

10. Gün: 13 Temmuz 2017, Perşembe

 

Bugün festivalde iki konser birbirini tamamlayan sırayla yer aldı. Gecenin ilk konseri Mehmet Ali Sanlıkol`un uzun süredir gerçeklemesini beklediğimiz What`s Next projesinin son albümü "Resolution"dı. İlk çıktığı günlerde dinlemiş ama yazma/izleme fırsatımız olmamıştı ta ki festival konserine kadar. Bu konserle ilgili normalden daha uzun ve ayrıntılı ayrı bir yazı kaleme aldık, biraz da Türk cazına değindiğimiz bir yazı oldu, bu yüzden günlükde değil `Konserin Ardından` başlığı altında bu linkten (tıkla) okuyabilirsiniz. Gecenin diğer konseriyse Türk cazseverin küçük ama çok sadık bir kesiminin hayranlıkla takip ettiği bir isim olan Nik Bartsch`ın "Ronin" projesiyde ve bu konseri de arkadaşımız Burak Sülünbaz izledi ve günlüğün "Backstage Jazz" köşesinde kaleme aldı. Aşağıda okuyabilirsiniz.

 

 

Bu adamlar bu galaksiden olamaz

 

 

Nik Bartsch "Ronin" projesiyle 24. İstanbul Caz Festivalinin sahnesinde (Fotoğraf: İbrahim Göksungur)

 

Son günlerde eğreti projeler sarmış durumda dört yanımızı. Nik Bartsch`s Ronin kesinlikle böyle bir iş değil. Her şeyden önce çok uzun süredir müzik kütüphanemizde. Kostümünden, ışık tasarımına, müzik yaratımına kadar namütenâhi güzellikte detaylarla kurgulanmış bir çalışma. Tam bir akıl işi. Işık ve ses mühendisi iki ayrı kişi ve müziğin gerekliliğine göre gerçek zamanlı anlık olarak tasarlanıyor. Sayısız mütemadî tekrarlarla oluşturulan müzikte çoğunlukla davul ön plana çıkarak parçanın akış yönünü belirliyor ama ekibin yaratıcısı Nik Bartsch`ın dümendeki yerini asla sarsmıyor. Yüzündeki tebessümün gerisinde sahneyi paylaştığı diğer müzisyenlerle oluşturduğu uçsuz bucaksız iletişim ağının sinyallerinin alışverişi var. Nörolojik açıdan incelenmesini gerektirecek kadar zeki olduğunu düşündüğüm Bartsch`ın kurgusal dünyası bizi alıp götürüyor.

 

 

(Fotoğraf: İbrahim Göksungur)

 

Önceki akşam Zorlu Performans Sanatları Sahnesi`nde yeniden izlediğimiz grup altı bağımsız bölümden oluşan kompozisyonlarını icra etti. İlk beşi kulaklarımıza tamamen yabancı. Sonuncusu ise Holon albümünden bir pasaj ama bahsi geçen pasajı çıkarabilmek için gerçekten dikkatli bir kulağa sahip olmak gerekiyor. Çünkü tamamı yeniden kurgulanmış. Bu bestelerde kayıt aşamasına doğru ilerliyor. Ne mutlu. Benim açımdan festivalin önemli Avrupa müziği konserlerinden biri olarak hatıra defterimde yer alırken. Konser sonrası birçok müzik severin arşivlerindeyse gruba ait imzalı CD`ler ve plaklar yerlerini aldı. Konser sonrası arkadaşlarıma dediğim gibi söyliyim. "Bu adamlar o kadar iyiler ki kesinlikle bu galaksiden olamazlar". Dört ateş parçası savaşçı geride müziklerine aşık olmuş kurbanlar bırakarak konserlerini tamamladılar.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 18 Temmuz 2017, Salı

 

 


 

9. Gün: 12 Temmuz 2017, Çarşamba

 

Sadece festivalin değil Türk müzikseverin de gediklilerinden Roberto Fonseca. İlk günlerden beri tanıdığımız, özellikle kadın hayran sayısı azımsanmayacak bir sanatçı. Tıpkı kendinden önce sahne alan Daymé gibi o da Kübalı. Bu küçücük Küba`nın dünya müziğine katkısı ölçülecek gibi değil. Bundan yıllar önce, Fonseca ilk albümü için CRR`de konser verdiğinde ortalık resmen yıkılmıştı. O günden sonra kaç kez geldi saymadım bile ama her konseri dolu geçti. Organizatörleri hiç üzmedi. Ama o da nasılsa seviyorlar deyip kendini salmadı. İşte, gördük yeni projesine nasıl detaylı çalışmış, müzisyenler nasıl uyumlu. Festivalin müzik çıtası bakımından en iyi konserlerindendi. Fonseca`yı iyi tanıyan dinleyici kitlesi ordaydı. Daha ilk parçada ayağa fırlandı, danslar başladı ama dinlediğimiz müzik ve müzisyenlerin heyecan dikkatten kaçmayacak kadar çarpıcıydı.

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay)

 

Sahnedeki orkestra oldukça başarılı

 

Fonseca`nın yeni albümü "ABUC" tersten okununca CUBA müziğinde Cuban ve caz dozunun cazdan yana daha bol olduğu bir müzik. Soloların çoğu insanı hemen saran iyi bir caz ve tabii orkestra dikkat çekici. Seçtiği isimler hem iyi müzisyenler hem sahne şovuna yatkın adamlar. Özellikle nefesli triosunun kimi zaman Blues Brothers`ı andıran halleri harikaydı. Sahne üstü şovda Fonseca`da hareketli ve dinamikti. Kâh müthiş bir klavye solo dinletiyor kâh müzisyenlerin yanına koşup dansediyor ama tüm bunların eşliğinde sadece göz değil kulak da şenleniyor.

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay)

 

Fonseca, Gonzala Rubalcaba`nın karşı kutbu

 

Hem müzik, hem tavır itibariyle her ikisi de iyi piyanistler olmasına rağmen kendilerini ok farklı konumlamış insanlar. Bu yıl her ikisini de dinleme imkanı bulduğumuz için mukayese yapabiliyoruz. Sezon zamanı İş Sanat`ta konser veren Rubalcaba nasıl Cuban müziğin Charlie Haden tarzı bir müzisyense Fonseca da sanki efsanevi Candido neslinin en modern hali gibi.

 

Konserde dinlediğimiz ikinci parça "Family" idi. Genellikle son albümünden çaldı. Yine albümden "Contradanza", nefis bir bas solo "Besame Mucho" ve devamında nefes kesen bir piyano doğaçlama anlatılır gibi değildi.

 

Gecenin sürprizini Türk gitarist Tümer Uluçınar yaptı

 

Fonseca ve arkadaşları şarkıları bizlerle söylemekte ısrarlı. Dans için hepimiz ayaktayız zaten, ortalık gırla gidiyor. Derken bir anda Fonseca bir ismi anons ediyor, onun için telaffuzu zor bir isim Tumeerrr Uğuyinarrr gibi bir şey çıkıyor, tanıyanlar hemen anlıyor tabii, tanımayan birbirine soruyor kim diye… Tümer Uluçınar iyi bir caz gitaristimiz ama bu gece böyle bir sürpriz beklemiyorduk, belli ki önceden iyi dostlar, Tümer tango adımlı, flüt ve gitar sololu harika bir parçaya eşlik etti. Sonra, Afro Mambo ile, solo piyano Cubano Chant`la gece uzadı gitti ve nefis bir bisle de final tamamlandı. Herkes yorulmuştu ama mutluydu.

 

 

(Fotoğraf: Yusuf Biton)

 

Küba gecesi iki farklı konsere ev sahipliği yaptı

 

Çarşamba gecesi benim için 24. İstanbul Caz Festivalinin en hatıralı günüydü, geçen sene 15 temmuz alçak darbe girişimine yine burada, Uniq Hall bahçesinde yakalanmıştık, birkaç kez yazdım, yeniden anlatmaya gerek yok. İstanbul`dan başka bir yerdeymişsiniz duygusu veren o harika bahçeye girdiğimde anı anına aynı o günü düşündüm, film şeridi akıp geçti ama kısa sürdü, niye mi?

 

 

(Fotoğraf: Yusuf Biton)

 

Sahnede ufak tefek, deli mi deli ama şâhâne bir kadın var

 

Daymé Arocena genç, yeni bir isim, sesine ve şarkılarına dair tecrübemiz yok. Ben merakımdan birkaç kez videolarına bakmıştım ama sesi çok dikkatimi çekmişti, müthiş bir gücü var, hançeresinden adeta yırtılarak çıkan bir ses. Söyleme iştahı karşı konulmaz gibi ama sadece bu laflar anlatmaya yetmez… Kübalı müzisyenler sahnede eğlendirmek istediği kadar eğlenmeyi ister. Üç Kübalı sokakta bir araya gelse şarkı söylemeye başlar misali allah vergisi bir şey bu.

 

 

(Fotoğraf: İbrahim Göksungur)

 

Daymé hepimizi dansettirmeye yeminli

 

Daymé daha ikinci şarkıda ça-ça-ça`yla kimi zaman muzipçe, kimi zaman ısrarlı ama herkesi bir şekilde ayağa kaldırmayı başardı. Aslında zaten dansetmeyi seven milletiz ama biraz ısınmamız, biraz ısrar lazım, o süreyi de bize Daymé sağladı ve gecenin tamamını Daymé ile düşünmeyin, sonra sahneyi alan Roberto Fonseca ile devamında festival en güzel gecelerinden müthiş bir Cuban gecesi yaşandı.

 

Daymé ufak tefek bir kadın ve inanılmaz sevimli. Bitmeyen enerjisi var. Gecenin sonunda eşyalarını yüklenmiş yolda rastladığımızda sempatisinin sahneye ait olmadığını da gördük, herkese gülücükler, öpücükler dağıtan şâhâne bir kadın. Sesiyle erotik taklitler yapması, bunun için en uygun şarkısı aslında en tanınan şarkısı "Don`t Unplug My Boddy"le resmen şov yaptı. Müzisyenler de çok sevimli ve yetenekli çocuklar. Piyanistin sahnede doğum günü kutlandı, hep beraber happy birthday diye bağırdık. Gecenin devamı, Roberto Fonseca için harika bir hazırlık, güzel bir konser ve güzel anlardı.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 15 Temmuz 2017, Cumartesi

 

(Fotoğraf: Sedat Antay)

 

 


 

8. Gün: 11 Temmuz 2017, Salı

 

11 temmuz salı akşamı Zorlu PSM`nin görkemli ana tiyatro salonunda dünyaca ünlü caz yıldızlarıyla resmî geçide dönüşen TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası konseri festivalin heyecanla beklediğimiz özel projesiydi. Bir gün önce basçı McBride`ın New Jawn dörtlüsünü izlemiş, sanatçının istim üstünde, formunda ve hep güleryüzlü olduğunu görmüş, salı gecesi neler olacağına dair heyecan artmıştı.

 

Sahnede kalabalık bir topluluk olunca kutlayacak çok şey oluyor

 

Öncelikle sahne akışının tıpkı Paco De Lucia gecesindeki gibi tıkır tıkır işlediğini söyleyelim. Böyle detayları belki herkes merak etmez ama biz günlük de yer vermeye çalışıyoruz. Sinema, müzik konularında düzenlenen büyük törenlerin nasıl sıkıntılarla dolu geçtiğini görünce başta İKSV caz dünyasının böylesi trafikli geceleri mükemmel halletmesi caz dünyası adına gurur verici. Her parça sonrası giriş-çıkış hareketliliğinin olduğu, sayfa sayfa notaların ve ekipmanların yeniden düzenlendiği ve bir-iki dakika içinde yeni parçanın çalınmaya başlandığı bir organizasyon. Bu hakkı teslim etmemiz şart.

 

 

İbrahim Göksungur`un objektifinden TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası tam kadro sahnede.

 

Bir diğer önemli konu müziğin akışı. Sahnede dünyaca ünlü star isimlerin olması salondaki izleyicilerin merakını onların üzerine çekse de müziğin akışında sağlanan hakkaniyetin altını çizmeli. Ta üç yıl önce, Marcus miller`lı gecede de öyleydi, salı gecesi de. TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası konserin başında tamamı şef Kamil Özler`in bestelerinden oluşan dört parçalık bir repertuvar dinletti. Büyük bir caz orkestrasını dinlemenin tadını doyasıya yaşatan bir bölüm oldu. Her konserde şef Özler`in mütevazı kişiliğinin ardında tüm orkestranın ona duyduğu saygıya hep birlikte tanık oluyoruz. Sempatik kişiliğiyle orkestranın fahri basın sözcüsü konumundaki Ferit Odman`ın dinamik takdimi, Amerikalı müzisyenlerle kurduğu güleryüzlü köprü ve elbette hem İmer Demirer`in hem Odman`ın Kamil Özler`in İKSV Yaşam Boyu Başarı Ödülünü kutlaması ve tüm salonun eşliği mutlaka yazılası, arşivlerde yer edilesi ayrıntılardı. Bu bölümde Özler`in "They Use it", Türk melodileriyle örülü bestesi "Esintiler", Serdar Barçın`ın flüt, Barış Doğukan Yazıcı`nın tromphet ve Ozan Musluoğlu`nun bas sololarıyla dikkat çeken "Samba Longa" ve son olarak "Chicken Changes" cazseverleri unutulmaz gecenin kalanını mükemmel ısındırmıştı.

 

Gecenin Amerikalı starları sempatik ve usta müzisyenler

 

 

Kandace Springs, Christian McBride ve Joshua Redman (Fotoğraf: İbrahim Göksungur)

 

Başta Christian McBride üç müzisyende  gerçekten sempatik, dost canlısı, güleryüzlü insanlar. Üç kişilik timin de şefi adeta McBride. Joshua Redman`la çocukluk arkadaşı kadar eski dostlar. Kandace güzel ve gencecik sevimli bir kadın, sahnenin en sıcak yüzü. Gitarist Cem Tuncer`le aynı saç şekillerinden bir ara orkestranın piyanisti Serkan Özyılmaz`la anyı sandalyeyi paylaşmaları görülmeye değerdi.. Kandace`ın bir piyano, bir şarkıcı sandalyesindeki koşturması da öyle. Uzun bir final yapmalarına rağmen izleyicinin ısrarlı alkışlarını kırmayarak üçlünün biste "In My Solitude"la geceyi kapatmaları festivalin unutulmaz anlarından biriydi.

 

Konuk üçlüden sahneye ilk gelen Christian McBride oldu. Besteci ve orkestra şefi olan McBride`dan önce kendi bestesi "Broadway"i dinledik. Tam bir James Brown hayranı olan McBride`ın bir diğer bestesi Brown`a ithaf etttiği "Brother Mister"dı. Brown herkese Mr. diyerek seslenirmiş, onun hikayesini anlattı bize. bu iki parçanın da sanatçının "The Good Feeling" isimli big band orkestra albümünde olduğunu da hatırlatalım. Ardından sahneye Kandace Springs çıktı. When I Fall in Love tarzı baladları seven genç ve güzel solist sahnenin enerjisi artıp müzik yoğunlaşınca coşkusu da artıyor.

 

ve tabii Joshua Redman

 

Günümüzün önde gelen tenor ustası Redman özel bir sanatçı. Konsantre sololarda üstüne yok. Onu ne zaman görsem "Kansas City" filmindeki ünlü tenor battle sahnesi gelir aklıma. Cazın modern yüzüyle geleneğini çok iyi bilen aileden caz kanına sahip bir sanatçı. Tavırlı saksofonuyla ondan da içinde "I Should Care"in de olduğu parçalar dinledik. Bu parçadaki zor trompet solosunu Utku Akyol harikulade çaldı. Bir ara herkesin sahneden ayrılıp McBride`la bass-sax duosu görülmeye değerdi.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 13 Temmuz 2017, Perşembe

 

 

 

Usta şef Kamil Özler`in fark yaratan aranjmanlarıyla TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası prestijli konserlere imza atmaya devam ediyor. Dün akşamki konserde seyircilerin ilgisi geçen seneki konserde olduğu gibi yine yoğundu. İlk dört parça Kamil Özler`in orkestra için düzenlediği eselerden oluşuyordu. Orkestrayı keyifle izlerken aklıma "neden kadın hiç müzisyen yok?" sorusu takıldı. Çok iyi kadın müzisyenler var, gelecekte orkestrada yer almalarını diliyorum. İlk dört parçanın ardından Christian McBride alkışlar arasında basçı Ozan Musluoğlu`ndan sahneyi devraldı. Good Feeling albümünden Broadway ve Brother Mr. parçalarını çaldılar. Festivalde özel bir isim öne çıkarılmamıştı ama Christian McBride iki gece üst üste "maçın altın oyuncusu" ünvanını gönülleri çalarak haketmişti. Kandace Springs`in şarkılarıyla sakinleyen tempo Joshua Redman yırtıcı tenor tonuyla yeniden şahlandı, alıp götüren soloları geceyi farklı boyuta taşıdı. Redman, az ama öz çaldı. McBride`ın icrası gösterişliydi. İkilinin 27 senelik dostlukları müthiş bir zenginlik. Konser sonrası kuliste ziyaretlerine gittiğimde kulis adeta ana-baba günüydü. Son seneler konserleriyle dünyaca ünlü müzisyenlere parmak ısırtan icralarıyla gurur duyduğumuz TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası`nın başarılarının devamını diliyorum.

 

Burak Sülünbaz

 

 


 

7. Gün: 10 Temmuz 2017, Pazartesi

 

Festivalin ilk haftasını Parklarda Caz`la kapayınca yeni haftanın konserlerine diktik gözümüzü. Beklediğimiz isimler var. Festivallerin benim de içlerinde olduğum damar caz seven kemik bir kitlesi var, değişik yaş gruplarına ait bu kitle festivalin tüm konserlerine ilgi göstermekle beraber olmazsa olmaz dediği isimlere diker gözünü, onları gözler. Onların arasında pazartesi akşamı izlediğimiz Christian McBride New Jawn Quartet önemli. Siyah Amerikan cazın yeni kuşak temsilcileri, güncel ana akım cazın istim üstündeki isimleri, kimler onlar? McBride, Nasheet Waits, Josh Evans ve Marcus Strickland.

 

 

Caz müziğin tarihi çizgisi kolay bozulmaz, çizilmez, boş kalmaz. Kırklı yıllar değişimlerle altmışlara taşınır ve seksenlere ve bugünlere gelir. Kuşaklar değişir ama yüzyıllık çizgi bozulmaz, işte, bu çizginin yeni temsilcileriydi sahnede izlediğimiz isimler. En gençleri, en iyileri ve en yeteneklileri arasındakilerden.

 

Konser mekanından da söz etmeli, festival kapsamında ilk kez bir caz konseri izlediğimiz Swiss Otel Sultan Park`ın bahçesi Beyoğlundaki Fransız Sarayı, Yeniköydeki Avusturya Kültür Ofisi ya da Sarıyerdeki Alman Yazlık Rezidansı bahçesinin havasına sahip, şehrin kalbinde bir yer. Bizim konseri izlediğimiz bahçede yanlış hatırlamıyorsam yıllar önce Taşlık Gazinosu vardı, sonra çay bahçesi oldu, bir kez gittiğimi hatırlıyorum, yıllar sonra şimdi caz konserine gitmek denk gelecekmiş demek ki.

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay)

 

Neyse, konserlere geçelim

 

Merak edilen isimlerden biri Kandace Springs. Genç sanatçıyı iki gece izledik. Pazartesinin ilk konseri genç sanatçının trioyla çıktığı, jazzy soul karışık bir repertuvar seslendirdiği, bir akustik, bir elektrikli piyanoya atladığı, ilk kez çıktığı izleyici grubu önünde heyecanlandığı bir konser oldu. Dürüst olmak gerekirse pekçok izleyici hem ne beklediğini bilmiyordu hem umduğunun/sandığının altında bir sahneyle karşılaştı. İyimser olacaksak, çok genç bir isim, piyano-vokal çetrefil bir iştir ve zaman tanımalı diyebiliriz, üstelik ertesi gece Zorlu sahnesinde durumu biraz toparladı diye de eklemeli, salı gecesi notlarını okumayı unutmayın ama yok, karamsar olacaksak, Blue Note gibi bir firma niye bu kadar tolerans göstermiş albümünü yayınlamış da diyebiliriz, ya da basçıyı ve davulcuyu yoldan mı buldun kardeşim filan gibi de takılabiliriz, müsamere gibi bir konser oldu da diyebiliriz... Kandace Springs Piyano vokal birarada çalmakta ısrar ediyor ama şimdilik ikisinden yüksek bir sonuç çıkmıyor.

 

 

Gecenin ve festivalin süper dörtlüsü

 

Festival günlüğünde gözlem izlenim notları tutuyoruz, konser analizlerini "Konserin Ardından" başlığı altında yayınlıyoruz. Daha uzun ve ayrıntılı notlarla dolu oluyor o yazılar, New Jawn Quartet konserini de bu linkten tıklayarak okuyabilirsiniz ama şu notları mutlaka belirtelim. Swiss Otel bahçesini dolduran kitle ağırlıklı bu konser için gelmişti. Konsere gelirken hem Açıkhava`da Tarkan konseri, hem kongre vadisindeki uluslarası toplantı Nişantaşı-Maçka trafiğini resmen kilitlemişti. Metroyla Osmanbey`e ta nerden kuş uçuşu gelen ben 5 dakikalık yolu 20 dakikada geçemedim, kon kısımda taksiden fırlayıp adeta koşturdum ama konser her saniyesine değdi, bu kadar tafsilatı değdiğini söylemek için anlattım.

 

New York`un üst düzey caz müzisyenleri hem kendi yaratıcılıklarını tetiklemek, hem yeni gelen yetenekli isimlere yer açmak hem dinleyiciye yaratıcı yenilikler sunmak amacıyla uzun yıllara dayanan klasik kadrolu triolar, quartetler yerine değişken kadrolar oluşturuyorlar, bunları çoğunlukla uluslararası alanda, caz festivalleri nezdinde Christian McBride gibi usta isimler yapıyor, New Jawn da böyle bir dörtlü ama maya iyi tutmuş. Klasik altmışlar repertuvarından ikayesi olan besteleri de dahil edince klasik caz sevip de memnun olmayacak kimse olmaz.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 12 Temmuz 2017, Çarşamba

 

 

Konserin albümü gelecek yıl raflarda

 

Festivalin bu güne kadarki en caz gibi caz projesiydi Christian McBride New Jawn konseri. Yeni bir araya gelmiş olan ekip; Marcus Strickland, Josh Evans, Nasheet Waits ve McBride`dan oluşuyor. İsimleri tek tek tanıyoruz ama bir araya geldiklerinde oluşan kimya patlayıcı etkisi yaratıyor. Konserden öyle keyif aldım ki aynı gece daha önce izlediğimiz Kandace Springs`in üzerime saldığı yatıştırıcı etkiden de kurtulmuştum. Monk`tan Wayne Shorter`a, Freddie Hubbard`a kadar cazın altın döneminden parçaları kasırga gibi çaldılar. Başlangıç ve bitişlerdeki quartete ait sesin birlikte ortaya çıkması yerli yerindeydi. Gerçek caz dinlemeye gelmiş kulaklara hitap eden bir performans olduğu için gecenin ilerleyen bölümlerinde konserin sonuna kadar bekleyemeyen "festival kuşları", acelesi olanlar konser henüz bitmeden salkım saçak döküldüler. Ne gâm… kalan sağlar bizimdir. Sonuna kadar dinlenmeyi hakeden saf kan konserdi. Konser sonrası McBride`a bu projenin kayda alınıp almayacağını sordum. Geçen ay kaydetmişler. Gelecek yıl raflarda olacakmış. Alışveriş listemize bir albüm daha eklenmiş oldu. Bu arada, sahne gerisinde kalabalık bir cazsever grubu McBride`la sohbet halindeyken, kontrbas sanatçısı Bade Beyazıtoğlu yanlarına geldi. McBride "Badeee" diye bağırdı ve sarıldılar. Kimse tanıyamamıştı. McBride "Bade gerçekten çok iyi bir sanatçıdır. Kendisini tanımanız lazım" diyerek dünyaca ünlü müzisyenin bizden bir sanatçıyı övgülere boğmasını gurur verici bir anekdot olarak belirteyim.

 

Son not; Konser mekânı gerçekten çok güzeldi. Yalnızca cazseverleri değil, çam ağaçlarının sımsıkı sardığı bahçede, düşen yaprakları, gökyüzünü ören dalları seyre dalanları da mutlu etti. Caza odaklandığım kapalı mekânları tercih etsem de, doğayla kucak kucağa caz da güzelmiş.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 12 Temmuz 2017, Çarşamba

 

(Fotoğraf: Yusuf Biton)

 

 


 

6. Gün: 9 Temmuz 2017, Pazar

 

Festival Günlüğü`nde 6. gün... Son yıllarda festivale damgasını vuran "Parklarda Caz" artık iyice oturdu. Daha önce Beyoğlu Tünel tarafında, Maçka parkında kutlandı ama hiçbiri Fenerbahce Parkı`nın yakaladığı enerji gibi olmadı, oranın ayrı bir büyüsü, ayrı havası var, karşılıklı birbirlerini sevdiler diyelim. Bu konuda bir önerimiz var haftalık "Caz Pulları" köşesinde yazdık, oradaki enerji ve doğru karışım daha kalıcı bir fikirle değerlendirilebilir, bu konuda yağ var, su var, tuz var... Kadıköy Belediyesi`de eminiz elinden gelen desteği verir. Arkadaşımız Burak Sülünbaz günboyu parktaydı, konserleri izledi ve kısa notlarını iletti, sevgili Leyla-Diana Gücük objektifiyle günün enerjisini en iyi yakalayan oldu, zaten fazla lafa gerek yok, o fotoğraflar bin cümleye bedel :)

 

 

Şimdi caz zamanı... (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

 

Fenerbahçe parkı sahilinde adım atacak yer yoktu (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

 

Parklarda Caz günü Genç Caz etkinliğinde belirlenen 5 farklı topluluk sahne aldı (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

 

Pazar günü İstanbullular iki noktaya akın etti. Birisi "Adalet" mitingi, diğeriyse festivalin en geniş katılımlı etkinliği Fenerbahçe Khalkedon`da "Parklarda Caz" etkinliği. Geçen sene parkın içine doğru daha geniş alana yayılan etkinlik bu sene güvenlik nedeniyle Khalkedon`la sınırlı kalmıştı. Haliyle kalabalık oldukça fazlaydı. İçeri girmek isteyenler kapıda uzun kuyruklar oluşturdu, mekan kalabalığa dar geldi. Güzel hava ve hoş müzikler eğlenceye fon oluyordu. Yiyecek-içecek standları güzel bir gün geçirmek isteyen İstanbullulara hizmet için canla başla çalışıyordu. Festivalin kentin moraline olumlu katkılarından biri de bu ücretsiz etkinlik. Geçen seneden değişen bir diğer konuysa; geçtiğimiz sene amatör grupların ardından etkinliğin lokomotifi bir grup sahne aldıktan sonra bu sene buna ek olarak açık hava sinemasının yer almasıydı. Geçtiğimiz sene 8 kişilik New Orleans’lı grup The Soul Rebels Brass Band sahne almıştı. Bu sene İspanyol grup Mastretta`nın ardından açık hava sinemasında Searching for Sugarman`ı izledik. Performans sergileyen gruplar arasında en çok Ankaralı "İstemeden Oldu!" grubu ilgimi çekti "hemşehri torpili olsun" ama tüm grupların performansları güzeldi. Gelecek sene yine "Parklarda Caz" etkinliğinde daha geniş katılımlı, canlı, heyecanlı buluşmak üzere.

 

 

Cazseverler uzun kuyruklar oluşturdu... (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

 


 

5. Gün: 8 Temmuz 2017, Cumartesi

 

Bu yıl projeleriyle öne çıkan 24. İstanbul Caz Festivalinin merakla beklenen Paco De Lucia "Beyond the Memory" gecesi iyi düşünülmüş, iyi organize edilmiş bir konser olarak Zorlu PSM Ana Tiyatro salonunu dolduran müzikseverlere büyük sanatçıyı yeniden hatırlatıp anmakla kalmadı, onu biraz daha tanımamızı sağladı.

 

Bir müziğin kaderi değişirken

 

Yirminci yüzyılda yerel sınırları aşarak büyük bir müzik tavrına dönüşen tango ve flamenko gibi caz harici müzikler yüzyılın ikinci yarısında küreselleşme duvarına çarptı. Bu müziklerin içinde geleceğe kafa yoran, yerel ölçeğin hayatta kalmaya yetmeyeceğini anlayan mesela tangoda Astor Piazzolla, flamenkoda Paco De Lucia gibi büyük sanatçılar yerel sınırlara hapsolma tehlikesi taşıyan müziklerini evrensel sınırlara taşımanın zorunluluğunu farketti. Astor Piazzolla`nın yaptıkları bizzat tango dünyasınca yeterince anlaşılmadığı için güdük eleştirilerle âkıbeti sınırlı kaldı ama Paco De Lucia`nın flamenkoyu modern bir müziğe evriltme hatta cazla buluşturma hamleleri karşılığını buldu ve biz dün büyük salonda buluştuğumuzda aslında büyük sanatçının gidişatı değiştirme başarısını alkışlıyorduk.

 

 

Gitarist Carles Benavent (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Seksenli yıllarda Türkiye`de flamenko deyince akla gelen ilk isim Carlos Saura olurdu. Özellikle onun otuz yıl önce fırtına koparan Antonio Gades`li "Carmen" filmi flamenko sevgisinin Türkiyede patlama yaşadığı dönemdir. Paco De Lucia`nın ünü yönetmen Saura ve gitarist Paco Pena gibi ustaların ardından gelir. Zaten yaşça da onlardan küçüktür. Paco`nun burada en çok duyulmaya başladığı dönem doksanlarda bütün dünyada tanınmasına yol açan Al Di Meola ve John McLaughlin`li efsanevi gitar triosu ve özellikle "Friday Night in San Fransisco" konser albümüdür. Paco`nun o noktaya nasıl geldiğini dün belgeselde öğrenmiş olduk. Flamenkoyu modernize etmenin gerekliliğini anlayan ilk nesilden olması, nasıl yapabileceğini araştırması, başka müziklerin sırrını çözmedeki merakı, özellikle belgeselde değinildiği gibi cazdaki doğaçlama unsurunun flamenkoda nasıl uygulanacağına kafa yorması, caz gitaristi Larry Coryell`e sorması, öğrenmek, anlamak istemesi bu değişimin itici gücü olmuş belli ki.

 

 

Paco De Lucia "Beyond the Memory" gecesinde Taksim Trio performansı (Fotoğraf: Yusuf Biton)

 

İstanbul Caz Festivali dün akşam böyle bir ustaya layık bir anma konseri düzenledi. Tümü Paco De Lucia ile çalmış 7 İspanyol sanatçı flütçü Jorge Pardo, bas gitarist Carles Benavent, gitaristler Jose Maria Bandera, Nino Josele (ben açıkçası İspanyollar arasında en çok bu gitaristi beğendim, gecenin başında tek başına yaptığı şov mükemmeldi, bir gitaristin on parmağını bu şekilde kullanabildiğini görmek ürkütücü), perküsyoncu Pirana, boğuk ve kısık vokaliyle David De Jacoba ve flamenko dansçısıyla Türkiye`den sahneye dahil olan perdesiz gitar ustamız Cenk Erdoğan ve Taksim Trio ile doksanlarda Sezen Aksu bestesi "Tuana" ile flamenkoya Türk pop müziğinden güçlü bir katkı veren Levent Yüksel saygının her iki ülkeden de eşit bir duygu olmasını sağladılar.

 

 

Dans olmadan flamenkonun tadı çıkmaz (Fotoğraf: Sedat Antay)

 

İstanbul Caz Festivali programında sadece düz konser değil, sahne üstü organizasyonunda zorluk derecesi yüksek özel projelere yer veriyor. Türkiyedeki müzisyen potansiyeli yurtdışından gelen sanatçılarla ortak iş yapma, müzikal çıtayı birlikte belirleme konusunda rüştünü ispat eden epey proje ürettiği için gelecekte eminim böylesi işlerin sayısı artacaktır. Bu sayede Avrupa caz festivallerinde, mesela Marciac ya da Montreux gibi önde gelen festivallerde görüp de bizde de olsa dediğimiz `special project`ler döneminin önü açılmış oluyor. Bu bir eşikti ve bu eşik yıllardır aşılıyor. Bir anlamda, festivallerimiz proje çeşitliliği konusunda renkli bir döneme giriyor.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 09 Temmuz 2017, Pazar

 

Yusuf Biton`un objektifinden Paco De Lucia`nın imzası altında flamenko

 

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay)

 


 

Cumartesi açılış gecesi dahil festivalin beşinci günü. Arka arkaya iki konser izleyeceğimiz Zorlu PSM`deyiz. İlk konser Taksim Trio. Kurulduğu günden itibaren adım adım müziklerini ördüler ve şimdi belki Türkiye`den fazla yurtdışında alkış alıyorlar. Bence, Taksim Trio yolun başında işin sırrını biliyordu.

 

Taksim Trio`yu bu yıl canlı olarak üçüncü dinleyişim. Her konser eksiklerimi tamamladım. Dün akşam da yeni ayrıntıların farkına vardım diyebilirim.

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Taksim Trio müziğin doğru karışımını biliyor

 

İlk sır doğru üçlü. Birbirini tamamlayan ve başka şeylere değil, sadece müziğe odaklanan bir trio olması. İkinci sır elbette çok iyi birer virtüöz olmaları. Bu o kadar önemli bir konu ki! Enstrümanıyla şov yapan değil ve bu çok değerli emin olun. Üçüncü sır, orijinal duygusu korunmuş ama tüm dünyanın dinleyeceği ortak bir müziğe dönüşmüş olması. Bence en önemli konu bu. Hani meşhur laftır, Kapıkule`nin dışından da alkış almak istiyorsanız burada yaptığınızdan daha fazlasını yapmalısınız. Bu toprakların müzikte müthiş bir duygusu var. Türkünden Kürdüne, Romanından, Boşnağına kim varsa hepimizin ortak duygusu. Kırılgan, duygusal ve eşsiz bir duygu, bunu en iyi biz anlarız, iyi de, bu duygunun yurtdışında da bizim burda anladığımız gibi anlaşılması için elimizdeki müziğe yeni bir düzenleme yapmamız lazım. Taksim Trio işte bunu iyi yapıyor. Müziğin bize ait saflığını muhafaza ediyor, armoninin kalbine yerleştiriyor ve çevresini zengin bir dille örüyor.

 

Bu müziğin ek yeri yok!

 

Her parçanın nabzının arttığı ve azaldığı bölümler var, o bölümler orijinaldir, ağlarsın, gülersin, heyecanlanırsın, o kısımlar saftır, saflığını korumalıdır ama korurken Kuzey Avrupalı da, Japon da, Arjantinli de Cahit Berkay`ın ölümsüz "Devlerin Aşkı"nda, Neşet Ertaş`ın "Yalan Dünya"sında biz ne hissediyorsak o da hissetsin. Bir nevi müziğin orijinalini bozmadan tercüme etmelisin. Damar ağrılarını iyi hissetmelisin. Asıl formu bildiğin kadar modern formları da bilmelisin. Armonisini zenginleştirmeli, daha sofistike düzenlemelere dönüştürmeli, virtüöz icralarla kulakları şımartmalısın.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 09 Temmuz 2017, Pazar

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 


 

 

24. İstanbul Caz Festivali`nin yoğun ilgi gören Taksim Trio konseri öyle doluydu ki kendime zar zor yer bulabildim. Taksim Trio enstrümanlarını iyi tanıyan üç virtüöz müzisyenden oluşan bir üçlü. Aytaç Doğan, İsmail Tunçbilek ve Hüsnü Şenlendirici. Müzikleri bize ait olmakla birlikte yurtdışında daha çok ilgi görüyor. Teknik açıdan kimsenin dil uzatmaya cesaret edemeyeceği mahir bir icra izledik. Bununla beraber gönül telimizi titreten, su gibi akan bir konserdi. Parça aralarında İsmail Tunçbilek`in seyirciyle şakalaşmaları ortamı gevşetti. Hayranlıkla izlenen müzisyenlerin ulaşılabilir olması Türk dinleyicisinin hoşuna gidiyor. İsmail Tunçbilek müzisyenliğine ek olarak Türk insanın sıcaklığa olan ilgisini de iyi keşfetmiş. Bir ara Hüsnü Şenlendirici "müzikten başka hiçbir ideolojimiz yok" dedi. Buradan anladığım; müzik kendi sözünü söyler, kimsenin değirmenine su taşımaz. Sözün özü gümbür gümbür bir konserden çıktık. Bir sonraki konser için beklentilerim daha da arttı.

 

 

Burak Sülünbaz`ın 24. İstanbul Caz Festivali playlistini buradan dinleyebilirsiniz

 

Gecenin bir diğer konseri de Paco de Lucia anma gecesiydi. İstanbul`lu müzikseverler üstad De Lucia`nın şanına yaraşır bir konser izleyebilmek için Zorlu PSM Ana Sahnesi`nin balkon bölümünü bile doldurmuşlardı. Ateşli flamenko gecesine sahne gerisindeki dev ekranda gösterilen belgeselden görüntüler eşlik etti. Paco`nun yol arkadaşları `Paco bu akşam müziğiyle ve ruhuyla bizimle` dediler, bunu hissettiler ve hissettirdiler. Muhtemelen en büyük flamenko şarkıcılarından Camarón`dan öğrendiği Taranta`yı flüt ustası Jorge Pardo salona büyüleyici bir deneyim yaşattı. Sahnenin ortasına kurulmuş platformda dansçının topuklarını vura vura dans edişi kulaklarımızın yaşadığı bayramdan gözlerimizin de nasiplenmesini sağladı. David de Jacoba`nın derinlere işleyen sesine "perdesiz gitarist" sevgili dostum Cenk Erdoğan`ın muhteşem gitarı eşlik etti. Cenk müziğe başlama noktasının yirmi sene önce Paco de Lucia konseri yerine bir arkadaşının düğününe giden baba yarısı Yalçın Engin beyin biletleri kendisine vermesi olarak kabul ediyor. Buradan bu mübarek şahsa müziksever olarak teşekkürlerimi iletiyorum. İyi ki Cenk O konserdeymiş. Şahane bir müzisyen kazandırmış bize. Konserin sonunda Taksim Trio ve Levent Yüksel`in de katılımıyla önce Tuana`yı dinledik. Bis parçası tahmin edilebileceği üzere Paco de Lucia`nın Al di Meola ve John McLaughlin`le çaldıkları Mediterranean Sundance`dı. Çingene yüreği kadar yanık ve flamenkonun ateşi kadar coşkulu bir gecenin sabahına uyandık. Selam sana Paco. Işığın bol olsun.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 09 Temmuz 2017, Pazar

 


 

4. Gün: 7 Temmuz 2017, Cuma

 

Festivaller değişiyor... Artık gece başına tek konser yetmiyor, klasik konser salonları yaz ayları yerini gece boyu hareketli ve organize edilmiş mekanlara bırakıyor...

 

Dün gece Beykoz Deri Kundura Fabrikasında iki ayrı sahnede dört konser izlerken resmen başımız döndü. Bir an soluk alma fırsatı bulmadan biten konserin yerini diğeri aldı. Festival organizasyonu 20:00`de başlayan geceyi 4 konser dinletmek üzere kurgulamıştı. Boğaz yolculuğuyla gelen teknelerden inenler, arabalarıyla, toplu ulaşımla gelenler içimizi ısıtan boğaza nazır bahçe dün akşam geçen yılın tecrübesiyle daha hareketli, daha renkliydi.

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Sarıyerden ikinci köprüye kadar hakim muhteşem boğaz panoraması eşliğinde acaba insana hangi müziği dinlese güzel mi geliyor? Evet, öyle hissedebilirsiniz ama müziklere haksızlık olur.

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Gecenin ilk konseri Bilal Karaman Trio sahnede yerini aldığında hava henüz aydınlıktı, insanlar bir yandan gelmeye devam ediyordu. Karaman`ın müziği bahçeye dağılırken oturma pozisyonları alınıyor, sohbet grupları çoğalıyordu. Kadıköy`de sert esen sersemletici rüzgar Beykoz`da yerini limonata gibi bir havaya bırakmıştı. Karaman Trio`nun basçısından çıkan notalar asırlık ağaçlara çarpıp denize ulaşıyordu.

 

 

(Fotoğraf: Sedal Antay)

 

Katil bir caz timi

 

Şahsen benim merakla beklediğim isimlerin başında gelen Miles Mosley ve kadrosu sahnede yerini aldığında bir an geçen yaz yine bugünlerde izlediğimiz Kamasi Washington`ı hatırladım yeniden. Aynı sahnenin basçısıydı. Daha o akşam, doğrusu henüz tanımazken not almıştım. Aradan geçen bir yıl içinde hakkında epey şey öğrendim. Kısa, sağlam, kütük gibi bir adam Mosley. Öyle bir vuruşla yıkılmam ben diyenlerden. Kadro da aynı sağlımlıkta. Kamasi Washington`ın da içinde olduğu West Coast Get Down`ın kurucusu, Parçalar arasında bu hikayeye dair epey notlar aktardı.

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Sahnede izlediğimiz adamlar nerdeyse çocukluktan beri arkadaşlar. Hepsi aynı çevrede yetişen insanlar. Mosley ile ilgili öne çıkan iki önemli not var; ilki bası ve bas tekniği, diğeri topluluğu ve müziği. Caz onlar için bir tür şemsiye olsa da yaptıkları müzik için tipik caz dememiz mümkün değil, bunu onlar da söylüyor zaten. Bildiğim kadarıyla küçük caz klüplerinde hiç çalmadılar, rock arenalarında caz çalan adamlar desek ne kadar uygun olur? Öyle bir şey işte ama çok sağlamlar, teknikleri mükemmele yakın, çok güçlüler. İlk dikkatimi çeken tenor saksofonda Howard Wiley oldu. Tipik bir Kamasi tarzı ama kendi çalışı var adamın. Pek şova kaçan biri değil, başında kasketiyle sakin ama çalmaya başladığında mekanın büyüklüğü-küçüklüğü farketmiyor her yeri titretiyor. Sahnede yaşını anlaması zor, sonradan resimlerine bakınca çok da genç olmadığını farkettim. Doğaçlamaya, çalarken kaptırmaya ve temposunu artırmaya çok müsait. Adamın kılı bile kıpırdamıyor. Miles Mosley`nin kadrosu için kaleme aldığım yazıda `katil bir caz timiyle çalan adam` demiştim, aynen ispatlanmıştır. Adam bir `cool killer` çıktı.

 

Hemen yanındaki trompetçi Chris Gray de aynı ama ben Wiley`i tek geçerim. İkisi birbirini tamamlıyor. Geçen sene Kamasi`nin konserinde Mosley şimdi de Wiley.

 

 

Mosley`nin sahne aksesuvarı var, başında Che şapkası, dinamik, hatta hafif askeri bir kıyafet, sağ kolunda sarı metal bir aksesuvar adeta logosu ve güneş gözlüğü. Kontrbası çoğu zaman elektrikli bas gibi kullanıyor. Pedal sistemi artık yeni nesil basçıların eklektik soundlar için olmazsa olmazı. Mosley de pedallara sık başvuran, pedalların atmosferik etkisini kullanan biri.

 

Konser "Open Sesame" ile başladı. Sanırı bestesi Mosley`e ait bir parça. Doksanların genç aslanları nasıl Joshua Redman`lar, Terence Blanchard`lar idiyse 2010`ların genç aslanları da bu ekipler. Bu müzisyenlerin en sevdiği isimler arasında Prince, Jimi Hendrix gibi devler var. Konserde ikinci olarak Howard Wiley`nin "Reap A Soul"unu dinledik.

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Music is the team sport

 

Konser ilerledikçe sahnedeki adamların tek tek solo güçlerini de keşfediyoruz. Chris Gray/Miles Mosley bestesi "More Than This"le konserin ilk bölümü geçildi. Mosley`nin takım ruhuna vurgusu önemli. Bu sayede sahnedekilerin profesyonel olarak birarada bulunan adamlar olmadığını anlıyoruz. Onlar mahalleden arkadaşlar, gerçekten öyleler. Birlikte çaldıkları zaman dinleyen herhangi birinin etkilenmemesi mümkün değil, bu müziği sevmeseniz de sahnede konsantre oluyorsunuz.

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Bir ara sürpriz olarak bir Jimi Hendrix parçası olan "If 6 was 9"u çaldılar. Sene 1969, sanırım "Easy Rider" albümünden. Müzik ne kadar değişse de Jimi Hendrix soundu olduğu besbelli.

 

Bir ara keskin bir soloyla davulcu Tony Austin`in yapabileceklerini keşfediyoruz. "Planetary Prince", "Sleep", "Tuning Out" gibi parçalar arka arkaya akıyor. Ardından konserde tek bir soloyla piyanist Cameron Graves yeteneklerini sergiliyor, tek kelimeyle etkileyici. En bilinen parçası "Abraham"ı en sona saklamış. Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası bahçesi West Coast Get Down ile adeta özdeşleşti, onların da aklına gelmezdi herhalde İstanbul`da böyle bir yer ve iki sene üstüste, bakalım, gelecek seneye bu kadroyla bağlantılı birilerini izleme imkanı olacak mı.

 

Tijuana`dan, Clandestino`dan ta Pakistan`a çizgi çek

 

 

(Fotoğraf: Sedat Antay)

 

Miles Mosley yormadı ama acıktırdı. Herhalde herkese öyle olmalı ki yiyecek herşey bitmişti, kalan son birkaç kaşarlı tosttan biri bana kısmetmiş, bir su bir de dondurma. Sevgili Sevin ablayla (Okyay) bir yer bulup sohbete daldık ki Sarp Maden, Alp Ersönmez ve Volkan Öktem`in müziği diğer sahneden gelmeye başladı. Sevin abla onları ne kadar sevdiğini kısa muhabbette kimbilir kaç kez söyledi. Hem albümü birden çok dinledim hem en az iki konserde izlediğim için müzikleri artık tanıyorum ama Mosley`den sonra onlar da o soundu sevdi mi bilmem ama daha iştahlı çalıyorlar gibi geldi, daha konsantre, daha uzun sololar.

 

Dondurmayı birkaç kez gömleğime bulaştırdıktan sonra yeniden kalabalığa karışmamla gecenin son konserinin başlaması aynı zamanda oldu.

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Meksika`dan, Tijuana`dan, Cladestino`dan Libya çöllerine, Mısır`dan Pakistan`a bir çizgi çekin, işte o çizgi size Shye bun Tzur`un Rajasthan Express`li, elektronik destekli Qawwali müziğine getirir. Gecenin en kalabalık topluluğu herkesi yerinde zıplatan bir müziğin mimarları. Konseri izlerken şöyle düşündüm, bu müziği sevsen de, sevmesen de yerinde duramazsın. Kadınlar ellerini Hintliler gibi kıvırıyor, erkekler bir figür bulmaya çalışıyor ama herkes bir şeyler deniyor ve herkes mutlu. Kıpır kıpır bir müzik, nasıl olmasın ki.

 

 

(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Sahnede 9 kişiler. Geleneksel Qawwali enstrümanları yanında allah vergisi oktavları aşan sesleri eminim Beykoz çayırına kadar uzanmıştır.

 

Proje İsrailli sanatçı Shye Ben Tzur`un. Junun projesi ve albümü epey ses getirdi. Yanına aldığı geleneksel müzisyenlerle karması hiç fena değil ama sonlara doğru işi baya bir diskoya bağladılar. Albemde dilediğimde de bunu farketmiştim, demek bunu bozmuyorlar.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 08 Temmuz 2017, Cumartesi

 

 

(Fotoğraf: Sedal Antay)

 


 

3. Gün: 6 Temmuz 2017, Perşembe

 

Festival içinde festivale dönüşen Gece Gezmesi her yıl daha renkli, daha canlı, daha neşeli ve daha sürprizli bir eğlence olmaya başladı. Sadece gençler değil, her yaştan insanlar bütün bir gece boyunca iyi müzikle güzel vakit geçirmenin sırrını keşfetti. Bu sır meğer Kadıköy sokaklarında saklıymış... Moda ve çevresi adeta bu günleri bekliyormuş.

 

Sevgili Leyla-Diana fotoğraf makinesini kaptığı gibi zaten evi olan Moda sokaklarını arşınlamaya, konserleri izlemeye, insanları gözlemey, otoğraflarını çekmeye ve notlar tutmaya başladı, bize de onun bu zevkli temposunu yayınlamak düştü.

 

Festival içinde festival

 

Yine bir Gece Gezmesi ve yine çok sayıda mekanda çok sayıda konser... Herkes keyfine ve zevkine göre bir şeyler bulmakta hiç zorluk çekmediği bir geceydi. 8 mekanda toplam 20’ye yakın konser ve gecenin içine dağılan sayısız müziksever, binlerce nota.

 

 

Bütün gece sürecek maratondaki ilk durağım Club Quartier’de Cenk Erdoğan ve Mehmet İkiz’in “Lahza“ adıyla yayınlanan albümlerindeki müzikleri dinlemek oldu. Stockholm`de yaşayan Mehmet İkiz sırf bu konser için gelmiş ve yarın yine yola çıkacakmış.

 

 

Cenk’in şirin mi şirin kızı Zeynep konser sonrası babasının yanına koşarak ‚harikaydınız‘ diyerek boynuna sarıldı. Zeynep’e poz vermesini isteyince de işte böyle samimi bir foto çıktı.

 

 

Gece Gezmesi`nden sokak halleri... (Tüm fotoğraflar Leyla-Diana Gücük)

 

 

Konserin bitmesiyle Moda’da Barış Manço’nun evinin karşısındaki All Saints Kilise’sinde “Yakaza Ensemble“ı doğru yola çıktım ve onları biraz dinleme fırsatı buldum. Uzakdoğu ezgileri taşıyan bir parçaya denk geldim. Doğu ve batının müzikleriyle dolu geçen konser alanının da küçüklüğü nedeniyle adeta izdiham yaşandı. Konseri dinleyebilmek için dışarda kuyruk vardı desem inanır mısınız, tam da öyleydi.

 

 

Sonra tekrar Club Quartier’daki konserlere baktım. Toplam üç konser vardı. İkinci konser „Kolektif İstanbul“ Balkan ritimleriyle hayli ilgi gördü ve gençler bol bol dans etti. Coştukça coştular, gelenlerin hepsi memnundu ve izleyici son konser için hayli heyecanlıydı ve herkes Ceylan Ertem’i yakından izlemek için sahneye daha yakın olmak için hareketlendiler. Sahnede Cenk Erdoğan ve Nedim Ruacan da vardı. Ceylan`ın şarkıları hep birlikte avaz avaz söyleniyordu. Kalabalık daha da artmış, yediden yetmişe herkes ordayadı. Müzik insanları birleştirmişti.

 

 

Ve artık saatler ilerlemiş son bir yere daha uğrayıp (ev yolumun üzeri olsun istedim) Moda sahnesine uğrayıp, Gevende ile Gece Gezmesi`ni bitirmiş oldum. 20 konsere yetişmek mümkün değildi elbette. Belki aklımda kalan bir iki yere daha uğramayı isteyebilirdim. Mesela Çağıl Kaya – Livingroom ve Kargart’ta kendilerini daha önce hiç dinlemediğim gruplar ya da Dorock’ta sahne alacak olan Son Feci Bisiklet. Ama artık pil bitti! Eve gidip fotoğraf ve yazı toparlayıp yarınki konsere dinç olmam gerekiyordu.

 

 

Geceyi toparlayacak olursam; Kadıköy çok hareketliydi. İnsanların ordan oraya gitmeleri ve ellerinde Gece Gezmesi programı ile mekân seçmeleri ve böylesi bir hareket yaşandığı için ben bir Kadıköy’lü olarak çok mutluydum. Ancak işte nereye yetişelim durumu tatlı bir telaş oldu. Festival boyunca tüm okurlarımıza keyifli vakit geçirmelerini dileriz.

 

Leyla-Diana Gücük

 

Cazkolik.com / 07 Temmuz 2017, Cuma

 

 

 


 

2 Gün: 5 Temmuz 2017, Çarşamba

 

Festivalin konserli ilk akşamını geride bıraktık. Günboyu konuşulanlar arasında öne çıkan ayrıntı konserler kadar Fransız Sarayı bahçesinin güzelliğiydi. Yani, rahatlıkla diyebiliriz ki, cazseverler bu bahçeyi sevdi. Gelecek senelerde eminiz sık sık konser trafiğinin parçası olacaktır. Fotoğraflar da bunu söylüyor zaten. Dün geceyle ilgili üstünde durulması gereken bir diğer detay da festivalin iki duo projeyi aynı gecede buluşturmasıydı. Biri bizden diğeri Fransız... Biri piyano bas, diğeri piyano trompet ama her ikisinde de piyano ortak. Festival karmaşasında bu detaylar gözden kaçabilir, altını çizmekte fayda var. Ayrıca, her iki konserde tema uyumluluğundan sözetmek mümkün. Gerisini arkadaşımız Burak Sülünbaz`ın `Backstage Jazz` notları ve fotoğrafçı dostlarımızın objektiflerinden yansıyan kareler tamamlıyor.

 

 

Tarihi binanın önü yemyeşil bahçe ve süs havuzuyla keyifli bir alan. (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

 

Festivalde duoların gecesi

 

24. İstanbul Caz Festivali’nin ikinci akşamında müzikseverler olarak çok güzel bir mekâna konuk olduk. İstiklal Caddesi`nin biraz altında saklı vâhâ gibi bir yer Fransız Sarayı Bahçesi. Yüz elli yıllık geçmişe sahip binanın arazisi yaklaşık 4 yüzyıl önce Fransızlarca satın alınmış. Kozmopolit semtin sakin köşesi bu yere ulaştığımızda ilk gördüğümüz yoğun güvenlik önlemlerir. Türkiye ve Avrupa`da geçen sene boyunca yaşanan terör olaylarının gündelik hayata yansıması bütün bu önlemler. İçeri doğru süzülüyorum, her yer yemyeşil. Bahçede rahat oturma düzeni oluşturulmuş. Sahnede iki genç müzisyen, piyanoda Can Çankaya, basta Kağan Yıldız.

 

 

Can Çankaya Kağan Yıldız Duo (Fotoğraf: Sedal Antay)

 

İKSV’nin bu yılki projesi "Vitrin Türkiye Güncel Müzik Buluşması" kapsamında bir konser izleyeceğiz birazdan. Sahneye bakınca “bu vitrin ışıl ışıl” dedim içimden. Son derece dengeli, ölçülü, ağırbaşlı ve derinlikli besteler, temkinli ve zarif bir icrayla notalar bahçeye dağılıyordu. Konser esnasında çevreme kulak kabartmayı severim. Dinleyici yorumları önemli. Dinleyicilerden “ilk defa dinledim, sevdim, çok sempatik çocuklar” yorumlarını işittikçe sahnedeki müzisyen dostlarım adına seviniyorum. Piyano bas projelerini severim. Bu tarz ikili kombinasyonun en güzel örneklerinden NHOP ve Kenny Drew eğer bu müziğin üst seviye icracıları olarak kabul edersek Çankaya ve Yıldız’ın yıllarca birlikte çalabileceklerini tahmin ediyorum. Uzun soluklu olmayı hakeden bir duo bence. Dün akşam dinlediğimiz müzikler nisan ayında kaydedilmiş ve ekimde piyasada olacağını öğreniyoruz. Bu heyecan verici albüm haberinin takipçisiyim. Umarım bu duo projeye albüm şans getirir ve yıllarca yeni müzikler kaydederler.

 

 

Çankaya ve Yıldız (Fotoğraf: Tunçel Gülsoy)

 

Konserin ikinci bölümü Fransız müzisyenler Jacky Terrasson ve Stephane Belmondo sahnede. Çevreme göz attığımda kimi siyasi isimler, kanaat önderleri, sanat dünyasının tanınmış isimlerini görüyorum. Biletleri hızla tükenen konser iki müzisyenin soru cevap şeklinde diyalogla ve yüksek yoğunluklu bir parçayla başladı. İkisi de kartlarını açık oynuyan cesur müzisyenler. Bir ara Terrasson’un yüzünde sanki bir süper kahramanın kendinden emin gülümsemesini gördüm. Bu oyun alanı onlarındı ve el yordamıyla değil elllerini kollarını sallaya sallaya eğlenerek müziklerini yapıyorlardı. Rüzgar, yapraklar, çimen ve martılar müziğe eşlik ediyordu. Kaliteli doğaçlamacı olduğu su götürmez Belmondo bir ara trompetiyle kuşları taklit etmekten kendini alamadı. Zaman zaman çaktırmadan, zaman zaman ise alenen kuşlara doğru trompetini üfleyerek izleyenleri güldürdü. Yaratılan müziğin kendine özgü bir havası olduğu gibi dinleyenlerin hepsinin hem fikir olacağına inandığım müziğin bariz Fransız kokusuyduı. Mütemadi tekrarların zihnimize işlediği melodiler bir ara bizi "Caravan" parçasına götürdü. Terrasson’un klavyeye dokunmaksızın piyanoya vurarak tuttuğu ritm ve Belmondo’nun deniz kabuğu üfleyerek çaldığı parça konserde yaratıcılıkta üst çizgiye değildiği anlardı. Sahneye yakışan bir ikili Terramondo. Özellikle Belmondo sahne duruşu ve imajıyla adeta Bruce Willis kalıbından yaratılmış gibiydi. Bis parçası Smile hepimize Nat King Cole gibi mırıldatmayı başarmıştı. Parçanın sonlarında ezanın verdiği meditatif his Terrasson’un yüzünde huzura dönüştü. Parmaklarından akan notlarda zihni ve bedeni bir kuşun iki kanadı arasında huzur ve özgürlük hissiyle yükseldi. Konserin başında yükselerek uçuşa geçtikleri anların aksine son derece yumuşak bir inişle piste indiler.

 

 

Konser sonrası tebrik için kulise gittiğimde Terrasson ve Belmondo teşekkür ederek seneye yine güzel bir projeyle birlikte olmak dilek ve sevgilerini gönderdi Cazkolik okurlarına. Kulis notlarımı genellikle müjdeli bir haberle bitirmek adetimdir. Bu seferki müjdeli haber kuliste ayaküstü sohbet ettiğim İstanbul Müzik Festivali Direktörü Yeşim Gürer Oymak’tan. Oymak, festivalin gelecek sene etkileyici bir konseptle, mutluluk verici konser deneyimlerine hazırlandığını müjdeliyor. Nice güzel konserlere.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 06 Temmuz 2017, Perşembe

 

 

 

Terrasson ve Belmondo (Fotoğraf: Sedat Antay)

 

 

Yıldız ve Çankaya ikilisinin farklı bir görünümü (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

 


 

1. Gün: 4 Temmuz 2017, Salı

 

Temmuzun en güzel yanı İstanbul Caz Festivali`nin başlaması. Özellikle ilk günler, ilk konserlerin heyecanı ayrı oluyor. İşte, yine bir festival açılış gecesindeyiz. Yüzler gülüyor, herkes mutlu görünüyor. Üstümüze çöken ağır sıcak dalgasının ardından bir günlük serinlik herkese iyi gelmiş. Bana mı öyle geliyor yoksa bu yıl önceki senelere göre daha mı kalabalık... Son yıllarda festival açılışlarına ev sahipliği yapan Avusturya Kültür Ofisi`nin Yeniköy`deki tarihi binasının arka bahçesi artık gizli-saklı bir vâhâ değil. Ve her sene daha da kalabalık. yağmur yağma ihtimali kimseyi korkutmamış. Sadece konserlerden konserlere görüştüğümüz dostlardan hergün görüştüklerimize kadar kim varsa hepsi dün akşam oradaydı. Bayram tatili bitmiş ya da ara verilmiş olmalı.

 

 

Fatih Erkoç konserde formundaydı (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Yeniköy yine güzeldi, İstanbul kocaman, devasa bir şantiye olsa da burası sahil kasabası havasını hiç kaybetmiyor, aman öyle kalsın zaten. İstanbul`da güneşin batışının bile bir rengi var, sanki o renk Yeniköy`de ayrı bir tona bürünüyor. Bu sene güvenlik önlemleri biraz daha artırılmış, yaşadıklarımıza bakarsak oldukça makul. Festival görevlileri hep güleryüzlü, kapıda ayrı bir kontrol noktası oluşmuş ama hiç bekleme yok, gelen hemen giriyor. Festival dergisi de zamana uydu, artık e-dergi olarak yayınlanacak. Bu yıl interaktif, müzikli, videolu bol ve güzel yazılar var biliyorum. Bence her sayfasını iyice inceleyin.

 

 

Azıcık yağmur neşeyi daha da artırdı. (Fotoğraf: Leyla- Diana Gücük)

 

Ayaküstü sohbetler, hâl hatır sormalar, programa dair konuşmalar derken sahnede hareketlilik artınca gözler o yöne döndü. Öncelikle festival sponsorlarına teşekkür, plaket ve konuşmalar bölümü var, ana sponsor yıllardır Garanti Caz Yeşili, bu biz cazseverlere ayrı bir güven veriyor, sanki programın teminatı gibi. Türkiye`de caz müziğine büyük katkıları ve desteği var Garanti Bankası`nın. Geçen senelerden bildiğimiz diğer sponsorlar yine mevcut bu sene galiba ek olarak Socar logosunu gördüm. Gece Gezmesi`ni de kapsayan "Vitrin: Türkiye Güncel Müzik Buluşması"nın sponsoru. Türkiye`de caz müziğin her alanında böylesi büyük markaların desteğine büyük ihtiyaç var. Umarım iyi bir işbirliği olur.

 

 

Kamil Özler ödül konuşmasını yaparken (Fotoğraf: Sedat Antay)

 

Sahnede iki büyük usta

 

Gecenin beklenen anı sahnede iki büyük ustayı görmekti, yani, Fatih Erkoç ve Kamil Özler. Her sene bu müziğe yıllarını vermiş hakeden saygın insanlar alıyor bu ödülü. Dün akşam da öyle oldu. Türkiye`de caz deyince belki aklan gelen ilk birkaç isimden biridir sevgili Fatih Erkoç. Üstelik, ilk caz solo albümünü de yayınladı. Zaten dün akşam sahne onundu. Albümde birlikte çaldığı piyanist Ercüment Orkut, basçı Kağan Yıldız ve davulcu Ferit Odman sahnede yerini almış Erkoç`un albümdeki şarkılarını seslendiriyorlardı. Geçirdiği rahatsızlığın ardından Fatih Erkoç`u gayet iyi gördüm. Sahnesi, sesi, performansı yerindeydi. Önce albümden şarkıları seslendirdiler hatta birkaç caz standardına da girdiler.

 

 

Fath Erkoç ödülünü alırken (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)

 

Gecenin diğer özel ismi, İmer Demirer`in deyişiyle heyecanlı ve endişeli görünmesine rağmen herşeyden emin olduğunu bildiğiniz bir müzisyen olan sevgili Kamil Özler de ödülünü festival direktörü Pelin Opçin ve İKSV genel müdürü Görgün Taner`in elinden aldıktan sonra mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Sonra ayaküstü karşılaşıp sarıldık. Emeklerinin karşılığını almanın huzuru vardı. Ayrıca, sevgili Leyla Diana ondan bir de röportaj sözü aldı. Yani, bize iş çok.

 

 

Gecenin ikinci konserinde Deladap`ın şarkılarını dinledik. (Fotoğraf: Sedat Antay)

 

Festival günlüğü ilk notlarla başladı. Bugünden itibaren konserler de başlıyor. Konuşacak, anlatacak çok şey çıkacaktır. Siz de festivali buradan takip edin. Müzikleri dinlemek gibi olmaz ama gerek benim konser izlenimlerim, Burak Sülünbaz`ın konser izlenimleri ve sahne arkası notları, gerek Sedal ve Sedat Antay ile Leyla Diana Gücük, Yusuf Biton ve İbrahim Göksungur`un objektiflerinden fotoğraflar canlı kadar olmasa da havayı aktaracaktır umuyoruz.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 05 Temmuz 2017, Çarşamba

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.