"Django" filmi efsanevi gitaristin bilinmeyen günlerine ve hayatta kalma mücadelesine odaklanıyor

"Django" filmi efsanevi gitaristin bilinmeyen günlerine ve hayatta kalma mücadelesine odaklanıyor

Caz tarihinin ölümsüz ismi Django Reinhardt`ın efsaneleşmiş yaşamı, müziği, gitarı ve hakkında üretilen doğru veya yanlış sayısız hikaye yanında yaşamına dair az bilinen taraflarıyla ölümünün üzerinden 64 yıl geçmesine rağmen şaşırtmaya, ilgi çekmeye devam ediyor.

 

Reinhardt, son olarak, başrolünde Reda Kateb`in oynadığı "Django" isimli filmle yeniden konuşulmaya başlandı. Yönetmen Etienne Comar filmde Django`yu muhtemelen şimdiye kadar canlandırılan, kimi tamamıyla kurgu, kimi gerçeklikten kopuk, bohem ve eğlenceli bir serseri gibi değil, ailesiyle beraber Nazi işgali altında hayatta kalma mücadelesi veren bir insan olarak anlatmış.

 

Comar`ın filmi Paris`in işgal altında olduğu 1943 yılına odaklanıyor. Naziler, diğer Avrupa şehirlerine yaptığı gibi Paris`i yakıp yıkmak yerine tıpkı filmde söylendiği gibi bir çeşit genelev, subayların, askerlerin iyi vakit geçirdiği bir şehir olarak kullanıyor, Parislileri sürekli aşağılıyor ve insanlar Nazilerin izin verdiği kadar yaşıyor. Bu atmosferin tam ortasındaki Django ise başlarda ısrarla bu savaşı kendi savaşı olarak görmeme eğilimindedir. Böyle söylediğini filmin bir yerinde duyarız. Kendi hayatına dair bilinmez ayrıntıları oluşturan kaçıp gitmeler, ortadan kaybolmalar da hikayeye dahildir ve bu kaybolmalar çoğunlukla ait olduğu roman kamplarında geçirdiği zamandır. Romanlar, ezelden beri hayattan dışlanmaları nedeniyle sanki Nazilerin de öyle davranıp kendilerini umursamayacağını düşünmekte ve eğer olan bitene karışmazlarsa hayatlarına devam edeceklerini sanmaktadırlar. Aslında, savaş öncesini düşününce kimler öyle sanmamıştı ki.

 

 

Bir caz şehri olarak Paris

 

Filme dair bir cazseveri heyecanlandıracak ayrıntılar da mevcut. Her ne kadar savaş yılları olsa da Paris yine canlı ve hareketli bir şehirdir. Gerçi, şehre ait kesif caz duygusunu veren Amerikalı siyah müzisyenler çoktan terketmiş, geriye sadece Fransızlar ve bir de Django kalmıştır. Stephane Grapelli ise Londra`ya kaçmıştır. Paris caz hayatının Charles Delaunay (Hot Club de France ve Avrupa`nın ilk caz dergisi "Jazz Hot"ın kurucusu ki savaş yıllarında dahi bir şekilde faaliyetine devam etmiş bir dergidir), Andre Hodeir, Frank Tenot, Boris Vian, Hugue Panassié (*) gibi önde gelen entelektüelleri, Picasso gibi ressamlar şehirdedir. Cazın, yirmili yıllardan beri, savaş yıllarında işgal altında olmasına rağmen Paris`le simgeleşmesine tanık oluruz, gece hayatının ve müziğin canlılığı Nazileri dahi etkilemiştir. Her ne kadar caz resmi olarak Almanlar için `yoz` bir müzik olsa da sabahlara kadar eğlenmekten kendilerini alamazlar, hatta, gitarıyla parlayan Django`ya Dr. Jazz (**) lakaplı hem Nazilerin üst rütbeli subaylarıyla hem Parisli yetkililerle arası iyi olan bir işbirlikçi Berlin`de turne ayarlar. Django`yu bizzat Almanlar davet etmektedir, karşılığında ise hayatında görmediği kadar paranın sahibi olacaktır ama yine de hem çevresinde onu seven dostlarının -özellikle bir kadın- hem aklının ve içgüdülerinin yönlendirmesiyle Berlin`den canlı dönemeyeceğini farkeder ve ailesiyle İsviçre`ye kaçma planları yapar. Paris`i terkeder.

 

Caz nasıl çalınır?

 

Django`ya Berlin turnesinde nasıl çalacağı, nasıl davranacağı, Paris`teki gibi konser veremeyeceği, swing çalamayacağı, kontrbasın sadece yayla çalınacağı, ritm ve temponun nasıl olacağı, hayvani (!) sesler çıkarılamayacağı, tepinilemeyeceği vs. hepsi tek tek anlatılır anlatılır, filmin nefret karakteri olan, bulduğu her fırsatta bilhassa Django`yu zevk alarak aşağılayan, fırsatını bulsa çekip vurmak için bahane arayan Alman teğmen talimatlarını anlattıktan sonra yazının başlığındaki repliğe gelir sıra;

 

- Müziğin ne olduğunu bilir misin ki?
- Hayır, bilmem ama müzik beni bilir

 

 

Filmin sonunda savaşta Almanlar tarafından öldürülen binlerce romanın fotoğrafı yeralıyor

 

Django iki kez İsviçre`ye kaçma teşebbüsünde bulunur

 

Filmde yeralan detaylar Django`nun hayatıyla özdeşleşiyor. Django iki kez İsviçre`ye kaçma teşebbüsünde bulunur ama ikisinde de başaramasa da hayatta kalmayı başarır. Film de zaten hayatı boyunca tek nota okumayı öğrenmemiş Django`nun epik bestesi "Requiem for the Gypsy Brothers"ın kilise konseriyle sona erer.

 

Django`nun hayatının az bilinen iki dönemi vardır. Savaş yılları ve savaş sonrası Amerika seyahati. Yönetmen Comar filminde savaş yıllarına açıklık getiriyor ama Amerika seyahati hâlâ fazla bilinmez, tıpkı "Requiem for the Gypsy Brothers" isimli bestesi gibi. Fransızların zencisi olarak Django hep mutlu ve sorunsuz biri gibi resmedilmiştir ama savaş yılları herkes gibi Django`yu da derinden etkiler. Belki savaş öncesi muazzam yeteneğiyle böylesi izlenimler vermesi şaşırtıcı gelmese de caz tarihçileri Django`nun eli yandıktan sonra (ki film bu ayrıntıyı da açıklığa kavuşturuyor, zira, birçok kişi Django`nun bu kazayı küçük bir çocukken geçirdiğini düşünüyor, oysa, gerçek başkadır, Django 18 yaşında ve üstelik hayatı boyunca terketmediği karısı Nadine`le evliyken kaldıkları karavanda karısının sokaklarda satmak için hazırladığı plastik çiçeklerin yanması neticesi eli yanıyor) derin bir bunalıma sürüklendiğini, bu durumun kişilğinde kırılma yarattığını, yeteneğini yeniden kazanmak için çok zorluk çektiğini ama başardığını söyler. Savaş dönemini takiben Django 1946 yılında çok istediği Amerika seyahatini yapar. Seyahat Django için gerçek bir felâkettir. Yanında Selmer gitarı olmadan gitmiştir, istediği gibi bir gitar bulamaz (aslında, sorun gitar değil gitarların volümüdür, bu sorunu da Benny Goodman`ın gitaristi, efsanevi Charlie Christian`ın geliştirdiği elektrikli gitar sayesinde çözer), Amerikalı caz dinleyicileri tarzından hoşlanmaz, eleştirmenler müziğini pek bir şeye benzetmez, üstüne üstlük, Carnegie Hall`de Duke Ellington ile çıkacağı konsere Edith Piaf`ın hayatının aşkı olarak bilinen Fransız orta sıklet boks şampiyonu Marcel Cerdan`la içki içmeye daldığı için utanç verici şekilde geç kalır, Paris`e geri döner, kısmen kendini çeker, kısmen çok iyi çaldığı geceler olur ama ruhen pek bir daha eskisi gibi olmaz ve 1953 yılında geçirdiği felç sonucu hayatını kaybeder.

 

Requiem for the Gypsy Brothers

 

Django`nun çok bilinen besteleri yanında "Requiem for the Gypsy Brothers" adeta saklanıp gözden kaçırılmışcasına en az bilinen bestesidir. Comar`ın filminde -özellikle finalinde- önemli bir yer tutan beste Django`nun -filmde anlatılan gibiyse- İsviçre`ye kaçmak için Belçika sınırında beklediği sıra tanıştığı bir rahip sayesinde yaptığı bir bestedir ve film 2. Dünya Savaşı`nda hayatını kaybetmiş romanlara ithaf edilmiştir ama nedense bu önemli besteyi Django`ya ilgili hiçbir derlemede, albümde bulamazsınız, hatta, üşenmeyin arayın Youtube, Spotfy gibi büyük yerlerde de kaydına rastlayamazsınız. Bu durum eğer bir telif sorunu veya yasal sınırlama değilse eğer nedir? Neden Django`nun bu bestesi ön planda değildir?

 

Django Reinhardt`ın hayatı

 

Comar`ın filmiyle ilgili yazıyı yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda varolan boşlukları doldurmak için daha önce neler yazıldığını araştırınca New Yorker dergisinde 6 aralık 2004 tarihinde Adam Gopnik tarafından kaleme alınmış bir yazıya denk geldim. Doğrusu, tıpkı Django`nun hayatı gibi ona dair yazılan yazılar da belirsizlikler içeriyordu. Gopnik`in yazısı ise basit ve referanslı anlatımıyla okuduğum en bilgilendirici yazılardan biri oldu ve okuduğunuz bu yazıda da doğrusu ondan faydalandım, sizin de bir ara okumanızı öneririm (tıklayın). Gopnik`in, bir başka yazar Michael Dregni`nin "Django: The Life and Music of a Gypsy Legend" isimli biyografi kitabını sık sık anması gerek Django`nun müzikal mirasıyla ilgili Charlie Christian, Herb Ellis ve Wes Montgomery gibi isimleri anarak onlarla mukayese etmesi, gerek sonunda onu en çok muhtemelen Jimi Hendrix severdi gibi sonuçlar çıkarması ve yazıda Django`yla ilgi yaptığı tespitler yanında müziğini de analiz etmesi okur için oldukça faydalı bilgileri oluşuturuyor.

 

 

(*) Hugue Panassié Jazz Hot`ın ilk editörü ve savaş sonrası dergi yeniden faaliyete geçince nasıl bir caz yayıncılığı yapacaklarına dair derin fikir ayrılığına düşmüş varlıklı ve monarşist eğilimli bir eleştirmendir. Derginin Dixieland ve Şikago tarzı yayın yapması gerektiğini şiddetle savunmaktadır. Gerçek cazın Afrikalı Amerikalılarca yapılacağını, beyazların sadece taklitçi ve istismarcı olabileceklerini düşünür, söyler. Hatta, Dizzy Gillespie ve arkadaşlarının bebop müziğini de caz olarak kabul etmez. Devamında `Cool Jazz` gibi kavramlara da keskin itirazını sürdürür. Panassié`ye göre caz artık kirletilmiştir. Panassié, savaş yılları Alman işgali altında zamanını Gironde`deki aile şatosunda geçirdi.

 

(**) Dr. Jazz kurgu bir karakter gibi görünse de gerçekte varolması muhtemel biri. 1999 yılında 87 yaşında ölen Alman yazar Dietrich-Schulz Koehn 2. Dünya savaşı döneminde tam bir swing caz aşığı Alman Luftwaffe pilotu Dr. Jazz isimli birini anlatan bir kitap yazar. Emin değilim ama kitapta anlattığı kişi kendi de olabilir zira Koehn de tipik bir caz fanatiği olarak biliniyor. Kitap büyük yönetmen Stanley Kubrick`in müthiş ilgisini çeker. "Full Metal Jacket" filmini yapatıktan sonra bu konuyu çekmek için büyük istek duyar ama gerçekleştiremez.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 04 Ocak 2018, Perşembe

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.