Baba Zula: "Amerika`dan Afrika`yı çıkardığın zaman caz bir hiçtir".

Baba Zula: "Amerika`dan Afrika`yı çıkardığın zaman caz bir hiçtir".

Türkiye`nin en özgün gruplarından BaBa ZuLa, 22`inci yılında 10`uncu albümleri `Derin Derin`i çıkardı. Cazkolik`e konuşan grubun kurucularından Murat Ertel, “Caz yalnızca Amerika`ya, o coğrafyaya ait bir şey değil. Siz onun içinden Afro – Amerikalıları, Afrika`yı çıkardığınız zaman caz hiçbir şeydir” diyor.


Nev-i şahsına münhasır müzik grubu BaBa ZuLa, Murat Ertel yapımcılığındaki 10`uncu albümleri `Derin Derin` ile dinleyici karşısında. Geleneksel doğu enstrümanlarını elektronik öğelerle buluşturan grup, bu albümle aşık ve ötelenen pek çok kültürün renklerini hatırlatıyor.


Beş yıllık aranın ardından dinleyiciyle buluşan BaBa ZuLa, `Derin Derin`i hayatın döngüsüne uygun şekilde 4`ten 92 yaşına hayatın farklı evrelerinden bireylerle oluşturdu. Ertel, hayatın döngüsüyle sanatı birleştirebilmenin bu dünyada yapılabilecek en güzel şey olduğunu ifade ediyor. Mengü Ertel’in çalışmalarından faydalanarak oluşturulan kapağın sanat yönetmenliğini Esma Ertel ile Murat Ertel yaptı. Logosunu ve albüm adını ise Türkiye’nin yaşayan en önemli kaligrafi üstadı, 92 yaşındaki hattat Ethem Çalışkan yorumladı. Kapakta yer alan fotoğraflar, 150 yıllık bir objektif ve körüklü fotoğraf makinesiyle 200 yıl öncesinin teknikleriyle 1851 Studio tarafından çekildi. Albümde elektronik sesler dışında zillerde, kaşıklarda, bendirde ve vurmalı çalgılarda kurucu üyelerden Levent Akman yer alıyor. Grubun perküsyoncusu Ümit Adakale ise Trakya All Stars’ın orkestra şefliği dışında Okay Temiz, Burhan Öçal gibi müzisyenlerle çalıyor.


Bir kez daha `derin`liğinden ödün vermeyen grubun kurucu üyeleri Murat Ertel ve Levent Akman`la konuştuk. Daha fazla uzatmadan sözü ustalarına bırakalım...


Işıl Çalışkan



"Derin Derin" albümünde pek çok sürpriz var


Işıl Çalışkan: Baba Zula hiçbir zaman `derin`liğinden ödün vermeyen, her bir parçada farklı duygulara sürükleyen bir grup. Sizin için `derin`liğin nasıl bir anlamı var?


Levent Akman: Derin denince benim ilk aklıma gelen deniz ve denizlerin dibi oluyor. Biliyorsunuz denizlerde derinlere indikçe güneş ışığı yavaş yavaş kaybolur ve bir süre sonra tamamen karanlık hakim olur.


Bu içinde yaşadığımız dünyadan çok farklı bir ortam. Bünyesinde kendine has canlıları barındırıyor ve çok özel bir doğa yapısı var. Bence bu derinlere inme, her mecrada kendine has bu tür özel durumları yaratmakta. Ama en güzeli insanın kendi derinlerine girip arayışına devam etmesi ve bulduklarını diğer insanlarla paylaşması.


Işıl Çalışkan: Albümde 7’den 70`e bir bütünlük söz konusu. 4 yaşındaki oğlunuz, eşiniz ve 92 yaşındaki kaligrafi üstâdının da eli değmiş albüme. Bu hayatın döngüsünün müzikle ifadesi olarak yorumlanabilir mi?


Murat Ertel: Benim için biraz öyle, aslında herkes için öyle sanırım... Hayatın akışı içinde not tutmak gibi bir şey. Kapakta babam Mengü Ertel`in birkaç eserinden yola çıkarak bir şey oluşturduk. Ana fikri ve çizimleri ondan aldık. Albümün adı koyulduktan sonra eşimin aklına Etem Çalışkan ile çalışmak geldi. Çünkü Mengü Ertel ve Etem Çalışkan daha önce çalışmışlardı. Bu yüzden Etem Çalışkan`a giderek benim tasarladığım BaBa ZuLa logosunu onun yorumlamasını istedik. 5 tane çok güzel çizim yaptı. Hiçbirini seçemedik. “En güzeli hangisi?” diye takipçilerimize, fanlarımıza sorduk ve onlar seçtiler.


Hayatın döngüsüyle sanatı birleştirmek yapacağım en güzel şey


Oğlumla, eşimle parçalar da yaptık. Tüm bunlar hayatın getirdiği birtakım yaşanmışlıklar. Bunların albüme yansıması aslında en sağlıklı şey. Hemen hemen hep böyle oluyor aslında ama belki bu samimiyette olmuyor. Arada filtreler oluyor. Bu filtreleri kaldırmak benim için önemli. Bunu hayatıma da sanatıma da sokmaya çalışıyorum. Kendimi ifade ettikçe, dürüstleştikçe, şeffaflaştıkça daha yükseldiğimi ve daha tamamlanmış iyi bir insan olduğumu düşünmeye başlıyorum. Hayatın döngüsüyle sanatı birleştirebilmek, hayalleri gerçekleştirebilmek bu dünyada yapabileceğim en güzel şey bence.


Işıl Çalışkan: Albüm enstrümantal ve sözlü olarak iki bölümden oluşuyor. Bu ikililik çok tercih edilen bir durum değil. Çoğunlukla sadece biri tercih ediliyor. Albümün tamamı dinlendiğinde bu bütünlük sağlanıyor ama bir albümün muhakkak bir bütünlük ifade etmesi şart mı sizce? Soundu ya da verdiği mesaja göre? Sizin albümünüz bunların dışında hangi özelliklerle bölündü?


Murat Ertel: “Derin Derin” albümünde pek çok sürpriz var. Bunlardan bazıları görünür bazılarıysa görünmez. Bu ikiye bölünme durumu aslında ilginç bir şey. Çünkü genelde müzisyenler ya enstrümantal çalıp kayıt yapıyorlar ya da sözlü bestelere ağırlık veriyorlar. Genelde eğer bir söz durumu varsa bu tercih ediliyor. Yoksa enstrümanlara yöneliyor sanatçılar. İkisinde olan dengeyi ben pek fazla görmüyorum başka gruplarda. En fazla bütün parçalar sözlü, biri enstrümantal gibi bir ağırlık olabiliyor.


Bence albümün bir bütünlüğü, bir dengesi var. Bir de plak olarak tasarlandığı için gündüz ve gece olarak bölmek mümkün albümü. Bu da Derin Derin`in ufak sırlarından biri bence. Bir albümün bütünlük ifade etmesi bence şart. Belirli bir format bu. İçine tıkıştırılmış birtakım parçalardan oluşan bir yeni albüm hoş durmuyor bence. Ama toplama albüm dediğimiz, prodüktörler ya da şirketler tarafından yayınlanan hiçbir hikayesi olmayan albümler var. Bunların pek başarılı olmadığını ve bir radyo listesinden öteye gidemeyeceğini düşünüyorum. Belli bir tını veya kavram bütünlüğüne sahip olmazsa, o zaman albüm yapmamak gerekir. Güncel akıma göre teklilerle yola çıkmak çok daha sağlıklı olur. Bizim albümümüz belli bir derinlikten ve hayatın içinden gelen bir albüm.



Roket, en çok çaldığım enstrümanım


Işıl Çalışkan: Albümde elektro saz, bariton elektro ud siz ve Periklis Tsoukalas tarafından tasarlandı ve başka bir örneği yok. Enstrümanların yaratım süreci nasıl bir müzikal ihtiyaçtan doğdu?


Murat Ertel: Saz da ud da çok özgün. Belli bir tarihi, coğrafyası, hikayesi var. Bunlar bize çok çekici geliyor. Bir elektro gitardan, bas gitardan, klavyeden çok farklı ve dokunulamamış, son derece özgünler. Bunları elektroya attığınız zaman başka bir seviyeye çıkartıyorsunuz. Daha da özgünleşiyorlar. Tabii ki biz bunları aman daha özgün, daha karekterli olsun diye tasarlamadık. Bu birtakım müzikal ihtiyaçlardan doğuyor. Bu ihtiyaçlar şu anda ortada olan ve elden ele dolaşan enstrümanlarla karşılanmıyor. Mesela Periklis hem melodi çalıyor hem bir bas gitar, hem bir ud gibi hem de synthesizer... Tüm bunları yapabilmesi için belirli frekans aralıklarında dolaşabilmesi gerekiyor. Dolayısıyla enstrümanı tüm bunları karşılayabilmeli. Ben mesela birtakım pratik ihtiyaçlardan da yola çıktım. Örneğin bir önceki `Piyango`, çok büyük bir elektro sazdı. Bu kadar uzun ve büyük olması problemler yaratabiliyordu. Uçağa bindiğimizde kabine sığmıyordu ve ağırdı. Bu ağırlığı sürekli taşımak zordu. Ve sesi de Periklis`in tasarladığı udla ve diğer enstrümanlarla dengede olması gerekiyordu. Böylece daha küçük ve ses frekansı uygun olan bir enstrüman tasarladım. Benimkinin ismi `Roket`, Periklis`in udunun ismi de `Şahmaran`. Benimki ufak bir roket gibi çok hızlı ve çok işlevli. Kendisini çok seviyorum. 2015`te tamamladım, 400`e yakın konserde onunla birlikteydik. XX albümünün kapağında da yer aldı. Derin Derin`deki bütün elektro sazları Roket`le çaldım. Onu çok seviyorum. En çok çaldığım enstrümanım olduğunu söyleyebilirim.


Işıl Çalışkan: Etnik enstrümanlara olan koleksiyonerlik seviyesindeki ilginiz nereden geliyor?


Murat Ertel: Hemen hemen tüm enstrümanlara ilgim var ama artık kendimi tutmaya başladım. 14 tane elektro gitarım var örneğin. Daha fazla almak istemiyorum. Satmak da istemiyorum bana kötü geliyor. Benim için anıları var.


Etnik enstrümanları belirli tınıları belirli ses renklerini albümlerde ya da filmlerde kullanmak için çok gerekli gördüm. Şu sıralarda da enstrümanlar almayı çok azalttım. Ancak çok küçük enstrümanlar topluyorum.


Koleksiyonerlik benim kötü huylarımdan bir tanesi. Oyuncak ve daha başka koleksiyonlarım da var. Bir zamanlar kadın kahraman oyuncakları topluyordum. Şimdi çocuklarıma oyuncak topluyorum ve sanırım onlara da koleksiyonerlik ruhunu geçirdim. Kataloglardan bana ben şunu, bunu istiyorum diye isteklerini belirtiyorlar. Hoşuma gidiyor aslında. Kıymet biliyorlar, heyecanlanıyor ve zevklerini geliştiriyolar. Benimki çocukluktan gelme. O zamanlar oyuncak koleksiyonu yapmaya başlamıştım. Hala duruyorlar, şimdi onlarla çocuklarım oynuyor. Ama koleksiyonerlik tehlikeli bir şey tabii.


Işıl Çalışkan: Neden tehlikeli olduğunu düşünüyorunuz?


Murat Ertel: Git gide daha fazla mala sahip oluyorsunuz. Mal da artık mal. Kapitalist sistemin içine giriyorsunuz aslında. Ama yine de kendimi tutamadığım zamanlar oluyor.


Işıl Çalışkan: Albüm kapağınızı Türkiye`nin yaşayan en önemli kaligrafi üstadı 92 yaşındaki Ethem Çalışkan yorumlamış. Kapak fotoğrafı ise 150 yıllık bir objektif ve körüklü bir fotoğraf makinesiyle 200 yıl öncesinin tekniğiyle çekilmiş. Dijitalleşmeye karşı plak geleneğini de ısrarla sürdürüyorsunuz. Bu maneviyat değeri belki size ve müziğinize renk katan... Ne dersiniz?


Murat Ertel: Eski teknolojiler beni çok çekiyor. Sanki eskiler yenilere göre daha iyi gibi geliyor. Tamam daha fazla elektrik harcıyor biliyorum da mesela eski bir buzdolabı ömür boyu çalışacak gibi yapılmış. Artık böyle değil. O eski hoparlörler, enstrümanlar yok. Bana sanki eski teknoloji daha ileriymiş gibi geliyor. Eski müzikler de yenilerden daha iyi gibi. Çılgınca bir durum. Hatta eski dünya da daha iyi gibi geliyor bana. Teknoloji ve birtakım sihirli buluşlar belki de çok çok iyi değil. İlkel dediğimiz Aborjinlerin, Kızılderililerin bizden daha ilkel ve geride olmadığını düşünüyorum. İnsan yapısı içinde teknolojinin, malların, mülklerin belki de çok gereksiz olabileceğini düşünmekteyim.



Plak kokusu dijitalle kıyaslanamaz


Yine o 150 yıllık objektif bugünün inanılmaz kesimleriyle yapılmış dijital teknolojiden daha iyi olduğu hissine kapılıyorum. Burada hayatla, yaşanmışlıkla ilgili bir şey var. Belki bu manevi bir durum. Yeni teknolojiden kesinlikle daha iyi. Plak da böyle bir şey. Belki benim dönemimde çıktığı için daha çok seviyorum. Ben 45`lik ve 33`lük plaklara bayılıyorum. Onları tutmak, görmek, pik-up`ıma koymak, kapağıma dokunmak, bakmak bana bambaşka bir lezzet veriyor. Bir CD`de ve kasette bunu yaşayamadım. Hele dijitalde hiç yaşayamıyorum. O dijital stream denilen sistemde o minnacık kapak bana yetmiyor. Ben orada kimlerin çaldığını, şarkıları kimlerin bestelediğini, sözleri kimin yazdığını görmek istiyorum. Açıp koklamak istiyorum ben plağı. Dijital çok pratik gerçekten. Yolculuklarda, turnede... Bir müzik kütüphanesini yanımda taşımayı çok seviyorum ama evimde oturup plak dinlerkenki hisle asla kıyaslayamam. Onunla karşılaştırılamaz. O kadar memnunum ki albümlerimizin plak şeklinde çıkmasından... Bir de sınırlı sayıda çıkması da beni çok heyecanlandırıyor. Bunlar bir sanat objesi ve koleksiyonerlik damarıma basıyor ve eski teknolojiyle olan ilişkimi güçlendiriyor.


Işıl Çalışkan: Bir röportajınızda “Her ne kadar kolejlere gitseniz de sosyetik yaşam sürdüren bir insan olsanız da bu coğrafyanın kolektif kültürel bir bilinçaltının olduğu söylenebilir” diyorsunuz. Bu bilinçaltı nasıl dışavuruyor sizce?


Levent Akman: Bu kollektif bilinçaltı devamlı sabit kalan bir olgu değil bence. Zamanla değişen diğer toplumlarla ve fiziki gelişmelerle yenilenen bir olgu. Şu anda dışavuranlar daha çok egosantrik bence.


Eski birlikte olma duygusu şimdilerde daha çok bireysel gösteriş ve kendini, başkalarını yok sayarak ilerleme çabasına bırakmış durumda.


Konsere gelenlerin sizden pek farklı olmadığını görmek mümkün


Işıl Çalışkan: Bu ötekileştirmeye karşı çıkan müziğinizle, yurt dışında neredeyse Türkiye`den daha çok ilgi görüyor olmanız durumun ne kadar vahim olduğunu anlatıyor belki ne dersiniz?


Levent Akman: Müziğin ne kadar evrensel bir dil olduğunu anlatıyor bu durum bana. Dilini bilmeseniz de, kültürlerini tam tanımamış olsanız da konsere gelen insanların bir süre sonra aslında sizden pek de farklı olmadığını görmek çok güzel bir duygu.


Dansçıları aşağılayanlara tepkiydik


Işıl Çalışkan: Müziğinizin yanı sıra sahne performansıyla da öne çıkan bir grup Baba Zula. Bir süredir sahnenizde dans performanslarına yer vermiyorsunuz. Neden?


Levent Akman: Uzun bir süre dansçılarla çalıştık. Ülkemizde göbek dansı ve dans edenler aşağılandığı için bir tepki olarak inadına bu sanatçılarla çalıştık ama bir grup kararı olarak artık çalışmayı bıraktık. Misyonumuzu tamamladığımızı, bu sanat ve sanatçıları yeteri kadar tanıttığımızı düşünüyoruz.


Işıl Çalışkan: `Derin Derin`deki şarkıların sizdeki karşılığı nedir?


Murat Ertel: Her şeyi söylemek bazen olayların büyüsünü kaçırır o yüzden çok fazla şey söylemeyeyim ama özetlemek gerekirse...


Haller Yollar: Benim için bir güzellik, doğru yol olması, insanların aramaları, peşinde olmalarını istediğim, benim olmak istediğim yol gibi. Bu halde ve bu yolda olmak istiyorum. Bu şarkıyı eşimle yazmış olmanın enim için ayrı bir boyutu var.


Şahin Iksiri: Küçücük bir şahin gibi ama aynı zamanda çok güçlü. Çok yükseklerden alçaklara yolculuk edebilen bir şahnin büyüsünü ve gücünü taşıyor.


Kızıl Gözlüm: Eşim Esma Ertel için yazdığım bir aşk şarkısı.


Rüzgarın Akışı: Benim yılların birikimiyle Levent Akman`ın şahane davul amakinesiyle yaptığım bir düetken çok sevdiğim zılgıtın eşim tarafından üzerine dub tekniğiyle yerleştirmesinden oluşan şahane bir parça.


Salıncaksın: Benim için sihirli bir an. 4 yaşındaki Arel`in bana onu salıncakta sallarken söylediği bir parçayı tekrar yorumlamam.


Kervan Yolda: Yolda, turnede olmakla ilgili birtakım sayıklamalar...


Kosmogoni: Bir evrenin oluşum hikayesinin taksim olarak özeti gibi.


Kurt Kapma: Son derece atmosferik ve sert bir parça. Gerçekten bir kartalın bir kurta saldırışını anlatan bir parça.


Transendendance: Öteye geçiş olarak adlandırdığımız, boyut değiştirme ile ilgili bir durum söz konusu.


Kendi kültürlerini de desteklesinler


Işıl Çalışkan: Son olarak Cazkolik okuyucuları için bir mesajınız var mı?


Murat Ertel: Kendi kültürlerine karşı hoşgörülü olsunlar. Caz yalnızca Amerika`ya, o coğrafyaya ait bir şey değil. Siz onun içinden Afro – Amerikalıları, Afrika`yı çıkardığınız zaman caz hiçbir şeydir. O yüzden değişik coğrafyaların kültürlerine ilgi ve açıklıkla yaklaşmaya devam etsinler. Sevmedikleri şeyi dinlemesinler ama yine de hoşgörülü ve açık olsunlar. Kendi coğrafyalarından ve kültürlerinden sevebilecekleri insanları da desteklesinler. Yalnızca kültür emperyalizminin gücüne kapılıp gözleri, kulakları, gönülleri kapalı olmasın, açık olsun.


Işıl Çalışkan


Cazkolik.com / 24 Ekim 2019, Perşembe


BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Işıl Çalışkan

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.