Deniz Koloğlu "Müzikle Yaşayan Kadınlar" kitabını Işıl Çalışkan`a anlattı.

Deniz Koloğlu "Müzikle Yaşayan Kadınlar" kitabını Işıl Çalışkan`a anlattı.

Müzisyen, radyocu Deniz Koloğlu, ‘Müzikle Yaşayan Kadınlar’ isimli yeni kitabını Cazkolik’e anlattı. Kitapta 23 müzisyen kadına söz veren Koloğlu, “Çalışma boyunca gördüm ki kadınların kimisi kadın kimliğini, cinsiyetini konuşmaktan hiç çekinmiyor hatta üstüne basa basa söylüyor; kimisi artık cinsiyetiyle anılmaktan yorulmuş duymak istemiyor çünkü o sadece müziğini yapmak istiyor; kimisi bu tamlamaların üzerindeki etkisini hiç düşünmediğini söylüyor vs. Ortak cevaplar var, fakat tabii ki herkesin fikri ve gerekçesi kendine has. Tek ortak noktaları müzikleriyle kurdukları sıkı bağ diye anlatıyor.


Deniz Koloğlu, müziğin ta içinden gelen biri; müzisyen, radyocu ve elbette iyi bir dinleyici. Şimdilerde Kara Plak Yayınları’ndan çıkardığı ‘Müzikle Yaşayan Kadınlar’ isimli söyleşi kitabını okuyucuyla buluşturdu.


Söz, farklı coğrafyalardan gelen, farklı türlerde müzik yapan, bambaşka hayatlar yaşayan 23 kadın müzisyende. Ortak noktaları ise müziklerine duydukları tutku, aşk… Koloğlu, mikrofonu Ah! Kosmos, Aslı Akıncı, Aslı Kobaner, Ayşe Tütüncü, Başak Yavuz, Ceylan Ertem, Elif Çağlar, Ezgili Kevser, Gaye Su Akyol, Gülay Diri, İlknur Yakupoğlu, Kalben, kim ki o, NADA, Nil Karaibrahimgil, Pİ, Ruşen Alkar, Saadet Türköz, Selen Gülün, Sıla ve Sumru Ağıryürüyen gibi isimlere uzattı. ‘Müzikle Yaşayan Kadınlar’ için müziklerini, nasıl ürettiklerini ve müzik piyasasında kadın olmanın ne demek olduğunu anlattılar. Elbette Koloğlu`nun ufuk açıcı soruları eşliğinde... Koloğlu ile ‘Müzikle Yaşayan Kadınlar’a dair konuştuk.


Işıl Çalışkan


Sektörün dayattığı beğeni algısı var!


Işıl Çalışkan: Kadın müzisyen, kadın yazar, kadın sinemacı tamlamaları bu kitabın oluşmasına nasıl katkı sağladı?


Deniz Koloğlu: Kara Plak’tan Koray Löker, kadın müzisyenlerle ilgili bir çalışma yapmak istediklerini söylediğinde ilk olarak “Neden sadece kadın müzisyenler? Kadın sinemacı, kadın şair vs. dedikçe bu ayrımı beslemiyor muyuz?” demiştim. Hem etrafımdan hem de kendi deneyimimden biliyorum ki ana akımda veya bağımsız müzik sahnesinde müzik yapmanın zorluğu sadece cinsiyetten kaynaklanmıyor. Bir de meslek ve uğraşlarımızın başına “kadın” eklenmesinden ben de çoğu kadın gibi hoşlanmıyorum. Bunun üzerine Koray da kimsenin kadınlara müziklerini nasıl yaptıklarını sormadığını, bunu öğrenmek istediklerini söylemişti. Meğer o müziği konuşma kültüründeki, müzik tarihi yazımındaki başka bir noksanlıktan bahsediyormuş. Bu sefer aynı hızla ona hak verirken buldum kendimi. Hatta bir kadın olmama rağmen ilk olarak neden böyle tepki verdiğimi düşünmeye başladım. Benim için çok aydınlatıcı bir süreçti... Çalışma boyunca gördüm ki kadınların kimisi kadın kimliğini, cinsiyetini konuşmaktan hiç çekinmiyor hatta üstüne basa basa söylüyor; kimisi artık cinsiyetiyle anılmaktan yorulmuş duymak istemiyor çünkü o sadece müziğini yapmak istiyor; kimisi bu tamlamaların üzerindeki etkisini hiç düşünmediğini söylüyor vs. Ortak cevaplar var, fakat tabii ki herkesin fikri ve gerekçesi kendine has. Tek ortak noktaları müzikleriyle kurdukları sıkı bağ. Zira teklifte bulunduğum müzisyen kadınların çoğunluğu -29’a 23- “Amacımız, müziğiniz ve müzik üzerine konuşmak” dediğimde çalışmanın parçası olmayı neredeyse hiç tereddüt etmeden kabul etti.



Müzikle yaşayan kadınlar


“Müzisyen kadın” demeye gayret ediyorum


Işıl Çalışkan: Nasıl bir çıkarımda bulundunuz bu noktada?


Deniz Koloğlu: Sıkça başvurulan ve aslında bir çarpıklığın, noksanlığın, ayrımcılığın göstergesi olan “kadın müzisyen” tamlaması kitabın gerçekleşmesine vesile olmasının haricinde müzisyenlerle kullanım biçimi ve işlevi açısından masaya yatırdığımız bir tamlamadan ibaretti. Biz müzik konuştuk. Bu arada Ayşe Tütüncü’den esinle artık, illa cinsiyet belirtmem gerekiyorsa ağız alışkanlığımı kırarak “müzisyen kadın” demeye gayret ediyorum; böylece kadın cinsiyetinde bir insanın neyle meşgul olduğunun altını çizmiş oluyoruz.


Işıl Çalışkan: Bu 23 müzisyen kadın olmalarının dışında hangi noktada buluştular? İsimler neye göre belirlendi?


Deniz Koloğlu: Ana kriter bu müzisyenlerin kendi müziklerini yapıyor olmaları. Kimisi şarkı sözünü kendisi yazarak; kimisi hem bestesini hem şarkı sözünü kendi yazarak; kimi kendi prodüktörlüğünü yaparak; kimi bir geleneği sürdürerek...


Işıl Çalışkan: Ama bu isimler daha çok şarkıcı kimlikleriyle tanınan isimler değil mi? Şarkıcı kimlikleri prodüktör veya aranjör kimliklerinin önüne geçiyor hatta küçük bir kesim tarafından biliniyor demek yanlış olmaz sanırım.


Deniz Koloğlu: Açıkçası kitapta yer alan isimler arasında şarkıcı kimliği öne çıkanlar çoğunlukta değil. Saha araştırmasında da buna odaklanmadım zaten. Dediğim gibi ana kriter bu müzisyenlerin kendi müzikal üretimlerine hakim veya müdahil olmalarıydı. Bir de sanırım burada algıda bir seçicilik söz konusu. Sorularımın arasında müzisyenlere yönelttiğim hususlardan biriydi bu, kadının vitrine hapsedilmesi olgusu, kaba tabiriyle “Kadın şarkı söyler” beklentisi... Elif Çağlar’dan bir örnek vereyim: “Mesela şu tür yorumlara dayanamıyorum: ‘Elif Çağlar her zamanki enerjisi ve güler yüzüyle yine kıpır kıpır şarkılarla karşımızda…’ O kadar albüm yaptım ve neredeyse hiç kimse ‘Bu kadın aynı zamanda bu albümlerin aranjmanlarını da yapmış, prodüktörlüğüyle de uğraşmış,’ demedi. En fazla şarkıları yazmamla ilgili yazdılar.” Elif, kendi müziğini şarkı söyleyerek dinleyiciyle buluşturuyor olabilir fakat vurgulamak istediği yönü bu değil. Elif Çağlar’ın müziğinin bir bütün olarak algılanmasını arzuladığından eminim. Çünkü bence kendisi müziğine ve hatta müziğe öyle yaklaşıyor.


Işıl Çalışkan: Türkiye’de kadın mevzusu açıldığında da önce konuşan erkekler oluyor. Meclis bunun somut örneği. ‘Müzikle Yaşayan Kadınlar’ bu duruma da bir tepki olarak değerlendirilebilir mi?


Deniz Koloğlu: Buna bir tepki olarak değil de, örgüsünde kadınların anlattıklarının, deneyimlerinin, gözlemlerinin, fikirlerinin, duygularının da olduğu bir müzik tarihini yazma girişimi olarak bakabiliriz. Tabii cinsiyetlerden bağımsız, müziği ve müzik kültürünü konuşma, tartışma kültürüne bir katkısı da olmasını ümit ederek. Burada ‘kim ki o’ grubundan Berna Göl’ün bir ifadesini alıntılamak isterim: “Aslında bir sürü kadın icracı var. Bir sürü kadın da yıllardır müzik yapıyor. Kadınların konuştuğu bir kitapta erkeklerin sorunlarının dışlanacağının düşünülmesi, bunun başka bir dinamik yaratacağının düşünülmemesi gibi “Kadın sadece şarkı söyler,” mantığı da aslında her şeye ters! Ve bunu yapanın da, elbirliği etmişcesine herkes olduğunu düşünüyorum. İnsanlığın bu inkâr hastalığı bana göre birçok sorunu tanımlıyor ve bu durum görünür değil. Dolayısıyla bunu konuşuyor ve tartışıyor olmamız gerekiyor. Gerçek olan bu. Hepsi birbirine bağlanıyor. Dolayısıyla ben bayağı netim: Evet, sadece kadınların konuştuğu bir kitap çok güzel!”


İcraatlarına rağmen görünmez kılınıyorlar


Işıl Çalışkan: Sizin sorunuzu ben size yöneltmek isterim. Sizce müzik sektörü erkek egemen mi?


Deniz Koloğlu: Mekân sahiplerine, yöneticilerine, radyo çalışanlarına, müzik direktörlerine, plak şirketi direktörlerine, sahiplerine, kayıt stüdyosunda mikser başında oturan teknisyenlere, ses mühendislerine, kompozitörlere, prodüktörlere, müzik yazarlarına, eleştirmenlerine vs. şöyle bir baktığımızda erkek insanların çoğunlukta olduklarını rahatlıkla görebiliriz. Buna karşılık emeklerine, icraatlarına rağmen görünmez kılınan kadın insanlar var. Bir de kadınlara uygun görülen şarkıcılık, piyanistlik veya çellistlik gibi icra alanları var. Ama bateristlik, orkestra şefliği, bestekarlık için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Bu söylediklerimi tabii ki istatistik verilerle doğrulamak gerekir. Fakat basit bir web araştırmasıyla, müzik kitaplarıyla, müzik tarihi okumasıyla en azından “görünürde” neler olduğunu hızlıca anlayabiliriz. Selen Gülün’ün kitapta bahsettiği “gatekeeping” mevhumu: “Mesela sana şimdi dünyadaki iyi, meşhur saksafoncu kızları sorsam aklına zart diye bir tane gelmez. Ama o kadar çok muhteşem kadın saksafoncu var ki! Bu mevzu çok kademeli. Bir kadına daha en başta zaten yapamayacağını söyleyip bu konudaki direncini kırıyorlar. Bir kadının bir enstrümanı ustaca kullanma potansiyelinin, kendini bir müzik aletiyle ifade etmesinin önü tıkanıyor. `Gatekeepers` da ikinci kademesi. Mesela senin kadın saksafoncu veya trompetçi isimleri bilmeni engelliyor ya da onların albümünü ilk 10’a çıkarmıyor. Olaylar çok karmaşık ama artık değişiyor çünkü insanlar bu gatekeeping’e uyandı.”


Işıl Çalışkan: Bu erkek egemenlik durumunun aşılması için nasıl önerileriniz olur?


Deniz Koloğlu: Bunun cevabını tam olarak ben de bilmiyorum. Sanırım örgütlenmek birincil yöntem olabilir.


Başka dinamiklerin olduğu bir yerde idealist olmak epey zor


Işıl Çalışkan: Kesinlikle çok gerekli. Müzisyenlerin bir sendikası yok değil mi?


Deniz Koloğlu: Mesela Ceylan Ertem bundan yakınıyordu: “Sendikamız yok ve olmadığı sürece bu böyle devam edecek. Ceylan çalmazsa Mabel çalar, Mabel çalmazsa Gaye çalar ve yürür o iş. Tabii ki arkadaş olarak “Şöyle bir durum var çalmayın,” dediğim zaman onlar çalmazlar ama bunu ben yapmamalıyım, bir sendika yapmalı. Oyuncuların, seslendirme sanatçılarının sendikalarına o kadar özeniyorum ki bazen. Biz böyle cahil gibi takılıyoruz. Hani kafamız çalışıyordu, hani hep beraberdik, hani bir olmak çok iyi bir şeydi. Bana yapılanları ‘Eyvallah’ deyip geçtim ama şu an yolun başında olan çok yakın arkadaşlarım var, onlara yapılanları gördükçe...” Birine yapılan haksızlığa sessiz kalmak diğer haksızlığın olmasına zemin yaratıyor. O yaralı alanın şifalanmasına engel oluyor. Birlik duygusu inşa edilmediği müddetçe biz istediğimiz kadar yazalım çizelim, nefes tüketelim bir anlamı olmayacak. Bir sürü başka dinamiğin üzerine kurulu bir sektörde idealist olmak epey zor, cesaret ve dirayet istiyor. Ayrıca bütüncül bakabilmek, bir vizyon geliştirmek, tabir caizse uyanık olmak ve de çok çalışmak lazım.



Işıl Çalışkan: Söyleşileri yaparken hassasiyetleriniz neler oldu?


Deniz Koloğlu: Ben sırasıyla, sıkı bir müzik dinleyicisi, tecrübeli bir müzik dinleticisiyim ve de amatör olarak müzik yapmış biriyim. Bu birbiriyle temas içindeki üç alanda vakit geçirmiş olmamın soruları hazırlarken çok büyük faydasını gördüm. Konuya hem içerden hem de dinleyici koltuğundan bakabildim. Söyleşilerin bir kitapta derlenecek olmasından dolayı soruların özellikle zamansız olmasına gayret ettim. Zira merak ettiğim müzisyenlerin tane tane ne yaptıkları değil müziklerini yapış biçimleriydi ya da üretim sürecinde neler yaşadıklarıydı veya yaşadıklarının üretim biçimlerine ve ürettiklerine nasıl yansıdığı idi vb. Bu söyleşiler müzisyen kadınlarla yapılmış olabilir fakat aslında bu çalışmayla bir yandan da Türkiye’nin yakın müzik tarihine, müzik kültürüne va hatta sektörde müzisyenlerin kendini nasıl konumlandırdığına dair bir fikrimiz de olsun istedim, ki bence öyle de oldu. En basitinden ben bir sürü bilgi edindim ve başkalarının da bu bilgilerden faydalanacağına inanıyorum.


Işıl Çalışkan: Bu kitap müzik gazetecileri için de çok güzel bir kaynak. Hem keyifli hem ufuk açıcı...


Deniz Koloğlu: Çok sevindim bunu duyduğuma.


Işıl Çalışkan: Söyleşilerde sizi şaşırtan bir şey oldu mu?


Deniz Koloğlu: En şaşırtan, en sevdiğim, en üzüldüğüm, en güldüğüm... Bu ifadeleri kullanmaktan imtina ediyorum. Her söyleşinin yeri bende ayrı ve bulunduğum konum -kendimce “hisli kaydedici” diyorum buna- hem herkesi aynı yoğunlukta hissetmemi hem de herkese aynı sıcaklıkla sarılmamı gerektirdi hatta bunu tarafsız bir şekilde yapmam icab etti. İşin tuhafı bunu yaparken hiç zorlanmadım. Her biri biricik olan söyleşilerden oluşan bir “bütün” bu kitap.


Işıl Çalışkan: Müzik eleştirmenliği konusunu da birçok müzisyene sormuşsunuz. Ben bunun sizdeki cevabını merak ediyorum. Sizce Türkiye’deki müzik eleştirmenliği yeterli seviyede mi? Müziğe fayda sağlayacak seviyede mi?


Deniz Koloğlu: Bu kitaptaki müzisyenleri belirlerken bir diğer kriter de kendilerine yeterince mikrofon uzatılmamış veya uzatıldığında müziklerini yapış biçimleri gerçek manada merak edilmemiş müzisyenlere ulaşmaktı. Bu kriter bir yana dursun sorunuza cevaben; müzisyenlerin müziklerine dair bilgi edinmek istediğimde müziklerine dair eleştirel bir yazıya ulaşamamış olmam -23 müzisyenden bahsediyoruz- bence anlamlı bir gösterge.


Kitaptaki çoğu müzisyen de birkaç kişi haricinde müzik eleştirmeni ve yazarı olmadığı ortak fikrinde: Beğendim, beğenmedim bildiriminin ötesine geçmeyen; beğendiyse niye beğendiğini, beğenmediyse niye beğenmediğini anlatmaya zahmet etmeyen; aslında belki de müziğe teknik olarak hakim olmayan kalemler çoğunlukta. Müzik yazılarının çoğunlukla sadece tanıtım içerikli, o tanıtımların çoğunun da “copy paste” olarak çoğaltılmış içeriğin ötesine geçmediğinden şikayetçiler.


‘Sektör tarafından dayatılan bir beğeni algısı var


Işıl Çalışkan: Müziği anlama kültüründeki eksikliğin altında yatan sebepler neler sizce?


Deniz Koloğlu: Müziği anlama değil de dinleme kültüründen bahsedebiliriz belki. Çünkü bence anlamaktan önce dinlemek, hissetmek ve sevmek geliyor. Dinleme kültürünü okuyabilmek için de müziğin evlerdeki konumundan tutun da, müzisyenin toplum içindeki algılanışına kadar bir sürü farklı alana bakılması gerekir. Mesela sektör tarafından dayatılan bir beğeni algısı var. Bir de Berna Göl’ün şöyle bir tespiti vardı: “Bence Türkiye’de hepimize sinmiş olan genel bir güvensizlik hissi var. Kendimi de eleştirebilirim bu konuda; başka birinin referansı olmadan bir şeyi sevmeye dair korku duymak. Özellikle organizatör seviyesine çıkınca doğal olarak bu korku artıyor. Çünkü insanlara hitap edecek bir şey seçmesi lazım. Bizim gibi bir örnekte de, yani başka bir yerden onay almış bir müziğin kabul görme ihtimali de yüksek olduğu için bir anda insanların tavırları ve davranışları çok değişiyor.” Bu özgüven noksanlığı tespitine ben de katılıyorum.


Müziğin dijital ortamlarda üretilmesi ve dinlenmesi, teknolojik imkânların çeşitlenmesi müzik dinleme kültürünü de, üretim biçimlerini, alışkanlıklarını değiştiriyor ve dönüştürüyor, orası kesin. Bu gidişatı olumlu bir dönüşüme çevirmenin bence en iyi yöntemi yorulmadan, bıkmadan, yüksünmeden üretmek. Selen Gülün’ün tabiriyle “Sen üretip bırakacaksın”. Üretim dinleyiciyi de evirecektir. Şöyle hayal edelim; bir mahallede içinden müzik yükselen hane sayısı arttıkça o mahallenin rengi de değişir, çoğalır öyle değil mi?



Yükselen müziklerin çeşitliliğine dair fikir vermek istedim


Işıl Çalışkan: Caz dünyasından da birçok isme mikrofon uzatmışsınız kitabınızda. Elif Çağlar, Ayşe Tütüncü, Başak Yavuz, Selen Gülün gibi. Bu isimleri neye göre seçtiniz? Nasıl bir kurgu tasarladınız?


Deniz Koloğlu: Öncelikle bu seçkiyi kişisel bir izlek üzerinden kurgulandığımı söylemeliyim. Matbu bir iş olduğu için seçme eyleminden bulunmam gerekiyordu. Müzik alanlarındaki tecrübe ve birikimlerime güvenerek, bolca araştırarak, dinleyerek müzikleriyle sıkı bağlarını açıkça gözlemleyebildiğim müzisyenlere gittim. Hep söylüyorum, bu seçme eyleminde mahcubiyet bana eşlik eden duygulardan biriydi çünkü biliyorsunuz, kitabın dışında kalan bir sürü müzisyen var... Türkiye’den yükselen müziklerin çeşitliliğine dair fikir veren bir tablo oluşturmak istedim. Sözü veya müziğiyle kendi müziğini üreten insanların faaliyet çokluğuna göre bir gruplama yaptım. Caz alanında ise bu sayı epey kabarık. Bu yoğunlaşma da onun göstergesi.


Işıl Çalışkan: Üretim sıklığı olmasına rağmen ana akım medyanın çok yer vermemesi konusunda neler söylersiniz?


Deniz Koloğlu: Ana akımı belirleyen dinamikler, dinleme kültürünü güdükleştiren piyasa... Başak Yavuz’un tüm bunları iyi özetleyen bir anekdotuyla bitireyim: “[...] piyasa genel olarak halkı küçümsüyor, halk bu müzikten anlamaz, bu müzik fazla sofistike gibi önyargılar söz konusu. Bu durum yapımcılardan müzisyenlere, konser mekânlarından organizatörlere ve sonucunda dinleyicilere ulaşan müziği/sanatı etkiliyor. Bir gün ana akım bir radyoda, ana akım bir saatte çıktım. Ulusal yayındı ve Türkiye’nin dört bir yanından mesajlar, tweet’ler geldi. O zaman ben de fark ettim ki aslında insanlar bu müziği beğeniyor ama biz onlara ulaşamıyoruz. Aslında kulaklarımız iyi müziğe çok âşinâ. ‘Benim müziğimi anlamıyorlar,’ diyen kibirli müzisyenlere kızıyorum. Senin müziğini duymuyorlar hocam, çünkü ulaştıramıyoruz! Arada büyük engeller var. Yurt dışında da müzik manipüle ediliyor. Bu insanlara ne oldu da 1960’ta Paul Simon’un çok modülasyonlu müziğini dinlerken şimdi dinlemiyorlar? 1920’de caz müziği popülerdi de biz 2000’lerde gerizekâlılaştık mı? Cole Porter’ın şu an sadece caz sahnesinde çaldığımız parçasını o zaman dinleyip dans ediyordun, şimdi ne oldu?”


Işıl Çalışkan


Cazkolik.com / 02 Aralık 2019, Pazartesi


Deniz Koloğlu


BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Işıl Çalışkan

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.