Caz ve Protesto: Bir Yeniden Değerlendirme

Caz ve Protesto: Bir Yeniden Değerlendirme

Cazın, dünyanın politik seyri ile olan ilişkisi her dönem kimi caz müzisyenlerinin ama daha çok da caz üzerine düşünen ve yazan tarihçi ve eleştirmenlerin ilgi alanına girmiştir. Biz de Cazkolik olarak ara ara bu tür değerlendirmelere hem cazın kendi tarihsel gelişimi, hem de içinden çıktığı toplumun bu müziği nasıl şekillendirdiğini görebilmek ve yaşadığı çağ ile ilişkisi bakımından olayları ele alan, sosyal ilişkilerini sorgulayan yazı ve yazarlara yer vermeye çalışıyoruz. Birazdan okuyacağınız yazı işte tam da böyle bir yazı. Ünlü caz eleştirmeni ve tarihçi David Adler "Caz ve Protesto: Bir Yeniden Değerlendirme" isimli makalesinde cazın özellikle 60’lı yıllardan bu yana gelen sivil haklar hareketi içindeki yerini günümüz ile bağlantılarını da sorgulayarak yapmaya çalışıyor. Bunu yaparken de ayrıntılı bir analize girişiyor, referanslarını gösteriyor, işaret ediyor.

Cazın içinden çıktığı Afro Amerikan toplumunca -haklı olarak- Amerikan sivil haklar hareketi içinde, özellikle de 60’lı yılların müzisyenleri tarafından politik bir meşale gibi kullanıldığı bilinmeyen bir şey değil ama bu sürecin nasıl yaşandığını Adler’ın kaleminden okuyor olmak hepimiz için önemli bir bilgi birikimi yaratacaktır kuşkusuz.

Sevgili okurlarımız, hayli uzun olan yazıyı iki bölümde sizlere sunacağız, birazdan aşağıda okuyacağınız yazının ilk bölümüdür. Bu yazı ile ilgili görüşlerinizi alttaki okur düşünceleri kısmında dile getirirseniz bu sayede kendi aramızda da bilgi alışverişi yapmış oluruz.

Cazkolik.com / 30 Nisan 2009


Caz ve Protesto: Bir Yeniden Değerlendirme

David R. Adler

2006 yılının Kasım ayı başlarında Chicago’da işten çıkış saatleri sırasında avangard bir caz meraklısı olan Malachi Ritscher Irak’taki savaşı protesto etmek için kendini yaktı. İntihar mektubunda şunları yazdı: “Sözde liderlerimiz günümüz dünyasında gerçek teröristlerdir ve ölümlerden Usame Bin Ladin’den daha fazla sorumludurlar.” Ritscher ayrıca 2002’de tesadüfen karşılaştığı Donald Rumsfeld’in boğazını kesmediği için pişman olduğunu ifade etti. Onun Bush yönetimine yönelik öfkesi kimi yönlerden doğrudur (ülkemizin sınırları içinde ve dışında işkence ve insan haklarının ihlali), hatta önsezilidir (“ekonomimiz püf deyince yıkılacak kağıtlardan bir evdir”). Başka türlü onun mektubu zihinsel istikrarsızlığın işaretlerini gösteren, şüpheli bir aşırı-sol polemik olurdu. Onun ölümü bir trajediydi.

Chicagolu bir caz gazetecisi olan Peter Margasak kendi bloguna Ritscher’in ölümüyle ilgili bir açıklamayı koyduğunda, okuyucular yorumlar yazmaya başladılar – çoğu şoku ve umutsuzluğu ifade ediyordu, diğerleri ise bir insanın kendini öldürmesini övüyordu. Bir kişi “Adaletsizliğe karşı duyarlı olmak zihinsel bir rahatsızlık değildir” diye yazdı. Bir başkası “Hakiki tinsel inanış enderdir” dedi. Bazıları bu olayın ulusal medyanın gündeminde olmamasını Ritscher’in mesajını yok etme komplosunu gösterdiğini savundu.

Mektubunda Ritscher şunu ilan etti: “’Kutsal savaşçı’ olarak düşünülmeyi tercih ederdim.” İroni, 2006 yılının sonunda masum Iraklıların kanlarının, kendilerini bir dava adına yakmanın soyluluğuna inanan İslamcı “kutsal savaşçıların” ellerinde olmasıdır. Onun eylemini, açık kişisel acısını ve ıstırabını romantikleştirmek yalnızca yakışıksız değildi; aynı zamanda bunun erdemine tamamen inanan savaş karşıtı sol içindeki yaygın ahlaki kafa karışıklığını gösteriyordu. O solun bir mikrokozmosu olarak – uzun süredir toplumsal adalet mücadelesiyle ilişkili olan – caz ve doğaçlama müzik dünyası bu kusurları yeniden üretebildi. 2006’daki ara seçimlerden hemen önce yazan Ritscher iki partili sistemi küçümsedi (bu akılsızca değildi) ve liberal reform umutlarıyla alay etti. Yaşasaydı, Barack Obama adlı açıkça bir caz fanatiğine durdurulamaz bir destek dalgasına tanıklık edecekti – on yıllarca daha iyi bir dünya için ajitasyonun ardından şu soruyu yeniden gündeme getiren bir gelişme: Caz ve yaratıcı sanatlar devrimci öğreti için ya da ilkeli demokrasi taraftarlığı ve insan hakları için bir güç olacak mıdır? Bir farklılık vardır ve bizler Bush döneminin birçok felaketinden Obama yönetiminin değerli vaatlerine doğru yöneldikçe, bu soru asla bu kadar olmamıştır.

Caz ve Kültürel Gerilimler

“Özgürlüğün müziği” olarak caz, uzun ve unutulmaz tarihi olan bir düşüncedir. Perküsyoncu ve yazar Jesse Stewart Özgürlük Bildirgesi’ni ve 13. değişiklik paragrafını izleyen yıllarda Afro-Amerikalıların “yeni bir kolektif aklı” geliştirdiklerini ve bunun da “1890’larda caz da dahil olmak üzere yeni kültürel biçimlerin çoğalmasında çok önemli bir rol oynadığı” görüşünü savunur. Ancak siyah özgürlük mücadelesi, tıpkı müziğin kendisi gibi daha yeni başlıyordu.

“Özgürlüğün Müziği” olarak caz uzun ve unutulmaz tarihi olan bir düşüncedir.

Ayrımcılık, linç etme ve eşitliğin sistematik inkarı: Vermont Üniversitesi’nden profesör John Gennari’den alıntı yaparsak, “bu dönem cazı 1930’lara kadar geri giden kavgacı politikaların ve çatışan stilistik ideolojilerin serasına”We Insist! Max Roach’s Freedom Now Suite, Charles Mingus’un “Fables of Faubus”u, Nina Simone’nin “Mississippi Goddam”ı, Archie Shepp’in “Malcolm, Malcolm, Semper Malcolm”u – bu liste uzar gider. Dr. Martin Luther King 1964 yılındaki Berlin Caz Festivali’nin açılış konuşmasında şöyle dedi: “Birleşik Devletler’deki Özgürlük hareketimizin gücünün büyük bölümü bu müzikten gelmiştir.” Bu nokta, Andrew W. Lehren’in JazzTimes’ın Nisan 2009 sayısında belirttiği gibi, Roach ve cazın diğer devleri üzerine raporlar hazırlayan J. Edgar Hoover’ın FBI’ının gözünden kaçmadı.

Gerçekten caz sanatçıları, rockçılar, folkçular, soul ve R&B gruplarıyla birlikte sivil haklar ve savaş karşıtı aktivizm kültürünü tanımlamak ve Gennari’nin deyişiyle “siyah komünal ifadede bir zirveyi” ortaya çıkarmak için çok şey yaptılar. Genel olarak politik olmayan tenor saksafon ustası Joe Henderson bile Power to the People (1969) ve In Pursuit of Blackness (1970) gibi albüm adlarıyla siyah milliyetçiliğine yönelişi yansıttı. Vietnam sonrasından, 9/11 sonrasına çok şey değişmiştir ve bazıları ister duyarsızlıktan isterse korkudan olsun cazdaki politik bağlanmışlık mirasını yaşatamadıkları için şimdiki kuşağı eleştiriyor. Ancak bu suçlama politik temalı albümlerin ve şarkı adlarının bolluğuyla uyuşmuyor; Bush yıllarında caz topluluğu içinde sıradan hale gelen web sitelerinde ve buralara gelen mesajlarda tavsiye edilen okuma listelerindeki ve canlı performanslardaki hakaretleri anmıyorum bile. Tam tersine, caz protestosunda belki de sivil haklar döneminden bu yana niceliksel olarak çok önemli bir hale gelmiş olan yükselişe tanıklık etmiş bir on yıla – 9/11, Irak’taki savaş, Katrina Kasırgası, ekonominin çöküşü – yeniden bakabiliriz.

Blog ortamının ortaya çıkmasıyla birlikte müzisyenler politik görüşlerini insanlarla paylaşmakta her zamankinden daha özgür oldular. İfadeler özgül konular olmadığında bile, onlar konfora, sessiz olmaya, uyum göstermeye, idare etmeye yönelik görünüşte direnilemez baskılara karşı genel protestonun ve direnişin parçası, karşı kültür olarak caz düşüncesini savunabildiler. Bu açıdan cazın underground müzikle birçok ortak yanı vardır. Yenilikçi grup Fugazi’den Ian Mackaye bir zamanlar şöyle demişti: “Ana akımdan bağımsız olmak bence politik bir başarıdır.” dönüştüren ortamdı. 20. yüzyıl ilerledikçe protesto mesajları daha açık hale geldi:

Caz sanatçıları, rockçılar, folkçular, soul ve R&B gruplarıyla birlikte sivil haklar ve savaş-karşıtı aktivizm kültürünü tanımlamak için çok şey yaptılar.

Bizi caz tarihinin önemli bir paradoksuna getiren budur. Bazıları bu müziğe  resmi olarak düzen karşıtı, Amerikan toplumuyla ve hatta bir bütün olarak Batılı normlarla gerilim içinde olarak görürken, diğerli bu müziğin Gennari’nin sözleriyle “Batı uygarlığının hayati bir akımı olarak Afro-Amerikan kültürünü”Amiri Baraka (eski ismi LeRoi Jones) gibi kişiler için caz onun yıllardır desteklediği devrimci solcuların, Üçüncü Dünyacı programların ayrılmaz parçasıdır. Ralph Ellison, Albert Murray ve Stanley Crouch (Baraka’nın düşmanı) gibi diğer yazarlar için caz Amerika’nın en kutsanan değerlerini – özgürlük, demokrasi, bireycilik – ülkenin eşit derecede yerleşik bağnazlığa, zevksizliğe ve ticari değerlere karşı savunur. Bu nedenle caz ABD Dışişleri Bakanlığı için, caz dünyasındaki bazıları uluslararası komünizme sempatiyi dile getirirken bile, diplomatik bir “yumuşak güç” silahı, kültürel bir hizmet aracı haline gelebildi. Bu müzik her zaman resmi politik kültür, liberal demokratik sol, radikal sol ve aradaki gri tonlar arasındaki gerilimleri yansıttı. somutlaştırdığına inanır. Bu yazıyı yazarken, New York’da ki Lincoln Center`da aralarında Stanley Crouch’un da olduğu “Yahudiler, Siyahlar ve Caz” adlı bir panele ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Yahudiler gerçekten müzikte gerek icracılar olarak gerekse daha da önemlisi gazeteci ve eleştirmenler olarak önemli bir rol oynadılar. Ve söylemesi bile gereksiz, caz dünyası sivil haklar koalisyonundaki artan çatlaklardan asla muaf değildi. Yahudi eleştirmenler artan siyah milliyetçi duyarlılıktan hoşnutsuzluklarını dile getirme eğiliminde oldular. Artık 83 yaşında olan değerli caz yazarı ve Roach’ın Freedom Now Suite ’ini ortaya çıkaran samimi sivil özgürlükler savunucusu Nat Hentoff 1962’de beyaz meslektaşlarına şöyle hitap etti: “Amerikalı Siyah için rahatlama dönemini – bütün öfke ve acıların, kızgınlık ve eziyetlerin ortadan kalktığı bir dönem – beklemek hayal değildir.” Ancak merhum Leonard Feather gibi bir eleştirmen için, LeRoi Jones’un 1963 tarihli etkili kitabı "Blues People: Negro Music in White America"nın dışlayıcı tarzına tahammül etmek zordu. Gennari’ye göre: Feather’ın deneyimine rezonans ve patoloji kazandıran şey, onun Birleşik Devletler’e göç etmiş ve 1930’ların sonu ile 1940’ların başında caz dünyasına giren bir Yahudi olarak bakış açısıydı. Leonard Feather siyah milliyetçi liderlerin ve Amerikan Nazi Partisi’nin karşılıklı saygı ilişkine sahip oldukları ve her iki grubun da benzer biçimde Yahudilere karşıt görüşleri ifade ettikleri alarmını dile getirdiğinde, 20. yüzyılın en ürpertici şekilde önemli ırksal ideolojiden korkuya dair derin bir kişisel duyguyu ifade ediyordu.

Caz her zaman resmi politik kültür, liberal demokratik sol, radikal sol ve aradaki gri tonlar arasındaki gerilimleri yansıttı.

Bu yıl seksen yaşına basan ve genç bir erkek iken Avusturya da evinin dışındaki bir Nazi gösterisine tanık olan Dan Morgenstein’ın yazılarında da benzer bir referans çerçevesi görülür.

Leonard Feather’ın 9/11’den bir ay sonra “Somebody Blew Up America” adlı şiiri yazan günümüzün Jones’una (artık Baraka) dair görüşünü düşünmek, karşılaştırınca Blues People’ın nasıl zekice bir insancıl girişim olduğunu netleştirir. Amerikan günahlarına dair duaları nakletmek ya da 9/11 suçluları hakkında biraz konuşmak ya da hiçbir şey söylememek bu dönemde aşırı sol için yeterince tipikti (örneğin Ani Di Franco’nun Nisan 2002’de Carnegie Hall’da okuduğu “Self Evident” adlı şiiri). Baraka bir adım daha öteye gitti ve zararlı komplo teorisini yeniden dolaşıma soktu: Yahudiler biliyordu.

Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalanacağını kim biliyordu?

İkiz Kuleler’de çalışan 4000 Yahudiye o gün evde kalmalarını kim söyledi?

Sharon neden uzak durdu?

Hizbullah taraftarlarının ortaya attığı ve Amerikalı fantezistlerin istekle üzerine atladığı standart versiyon, 4000 Yahudi’nin evde kaldığı, başka bir deyişle canlarını korumak için işbirliği yaptıkları, sessiz kaldıkları ve Yahudi-olmayan meslektaşlarının alevler ve enkaz altında ölmelerine izin verdikleridir. Yahudilerin yerine İsraillileri suçlular olarak sunarak ve Ariel Sharon’a küfür etmeye davet ederek Baraka Orta Doğu politikalarının ardındaki örtüyü kaldırabildi ve Siyonist-karşıtlarının yapacağı gibi, bir halk olarak Yahudilere değil sadece İsrail devletine saldırdığını iddia edebildi. JazzTimes’da bu konu üzerine kısa bir yorum yaptığımda, benim ulus-devlet eleştirisini reddettiğimden şikayet eden bir okuyucu mektubu geldi. Başka bir okuyucu yayınlanmamış bir e-postada beni yaygın bir şekilde beyaz üstünlüğünden yana bağlantıların olduğu haftalık bir dergi olan American Free Press’e danışarak İsrail’in 9/11’i önceden haber aldığı konusunda bilgi almaya teşvik etti. Leonard Feather bunu öngörebilirdi: en azından Siyah Güç (Black Power) taraftarı olan Baraka’nın bir savunucusu gerçek bir kaynak olarak Beyaz Güç’ten alıntı yapıyordu.

Bu şiir bir çığlığı harekete geçirdi. New Jersey yönetimi Baraka’nın eyaletin resmi şairi statüsünü iptal etmeye çalıştı ve bu girişim ifade özgürlüğünün cezalandırılması diye yaygın olarak kınandı. Tartışma boyunca Baraka “4000 İsrailli” ıvır zıvırına gerçek diye saplanıp kaldı ve kendisinin bir Yahudi-karşıtı olamayacağını söyledi – ne de olsa onun şiiri açıkça Soykırım’ı kınıyordu:

Yahudileri fırınlara kim koydu ve bunu yapmak için onlara kim yardım etti

Kim “ilk Amerika” dedi

Ve kim sarı yıldızlara onay verdi

Ancak Baraka’nın Soykırım’dan 1961 tarihli Judgement at Nuremberg adlı filmdeki zirve sahnesini akla getiren Amerika’nın vefasızlığının yalnızca başka bir örneği olarak bahsettiğine dikkat edin. Savunma avukatı Hans Rolfe rolündeki Maximilian Schell Nazi savaş suçlusu Ernst Janning’i (Burt Lancaster) 1939’daki Sovyetlerle saldırmazlık paktından, Almanya’daki savaş makinesinin içindeki Amerikalı sanayicilerin suç ortaklığından vb. bahsederek savunur. Şu sonuca varır: “Ernst Janning suçlu olduğunu söyledi. Eğer öyleyse, Ernst Janning’in suçu dünyanın suçudur – ne daha az ne de daha fazla.”Baraka’nın ahlaki eşdeğerlik girişimi – “Bunu yapmak için onlara kim yardım etti?” – Nazileri suçlu bulduğunu söylemesi değildir. Bu onları temize çıkardığını söylemektir. Baraka 1950’li yıllarda Greenwich Village’deki bohem döneminde bir Yahudi olan Hettie Cohen ile evlendi, ancak onun daha sonraki Siyah Güç tavrı bu ilişkiyi bitirdi. Günümüzün caz dünyasında, onu sorgulamak genellikle düşünülemezdir, ancak uzun süre önce bir hayran olan Stanley Crouch’un şüphesi yoktur: “Bir gelişmeden diğerine geçemeyen Jones/Baraka artık yazdıkları insanı, önemini kaybetmesinden ve kafa karıştırıcı öfkesini yitirmeden alışılmamış bir hep aynı şeyi yazma yeteneğinden başka bir şeye ikna etmeyen ve Marksist’ten kısır entelektüele kadar değişen bir bahçede otlamaktadır.” Ancak caz hayranlarından düzenli bir şekilde kötek yiyen Baraka değil Crouch’dur. (Herkesin kabul ettiği gibi, bu durum Crouch’un politik görüşünden çok estetik gelenekçiliğiyle ilişkilidir.)

Devam edecek...


Bu makaleyi Türkçeye ve caz dağarcığımıza kazandıran arkadaşımız ve iyi bir caz dinleyicisi olan sevgili Ertan Yılmaz’a cazkolik.com olarak teşekkürlerimizi sunuyoruz.


Cazkolik.com / 30 Nisan 2009, Perşembe

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.