Django Reinhardt

Django Reinhardt

2010 dünyada Django Reinhardt yılı olarak kutlandı, çünkü malumunuz, bu yıl Django Reinhardt’ın doğumunun 100. yılı. Bir yıl boyunca Cazkolik’te Django için bir kaç haberin dışında önemli bir şey yapamamış olmaktan üzüntü duyarken imdadımıza seçkin caz yazarlarından, yıllardır Fransa’da yaşayan ve başta Jazz Dergisi, Cumhuriyet Gazetesi gibi basılı mecralarda kaleme aldığı caz üzerine yazılarıyla yakından tanıdığımız, severek okuduğumuz sevgili Uğur Hüküm yetişti. Orijinali Jazz Dergisi’nde yayınlanan "Django 100 yaşında" isimli yazısının Cazkolik’te de yayınlanmasından mutluluk duyacağını belirten değerli Hüküm'ün Django hakkında yazdığı kapsamlı ve arşiv niteliğindeki yazısını yayınlamaktan mutluluk duyuyoruz. Buradan, hem Uğur Hüküm’e hem de Jazz Dergisi’ne teşekkür ediyoruz.

 

Cazkolik.com

 


 

Django 100 yaşında

 

Paris -  Rivayete göre, bütün zamanların en iyi klasik İspanyol gitaristi diye bilinen Andrés Segovia (1893-1987) 2. dünya savaşını takip eden günlerden birinde Paris’te o dönemin cazibe merkezlerinden bir barda Django Reinhardt ile karşılaşır. Django konuşmasını pek sevmediğinden kısa süre sonra yanından hiç ayırmadığı gitarıyla değişik bir hava tıngırdatır. Usta Segovia çok duygulanmış ve etkilenmiştir. Gayri ihtiyari “Kimden bu parça?” deyiverir. Django başını gitarından kaldırmadan, omuzlarını silkeliyerek çocuksu bir saflıkla, “İçimden geldi, öylesine dokundum”, diye yanıtlar. Gözyaşlarını tutamayan Segovia hayranlıkla “Sen ne biçim bir yaratıksın böyle, dururken bile üretiyorsun? ” diye sorgular. Django’nun cevabı gitarındadır. Çalmağa devam eder.

 

20. yüzyılda özgürlük ve yaratıcılık nişanı takılacak bir kaç müzisyen varsa, sanat tarihinin yaldızlı sayfalarına “dâhi” diye yazılacak Jazzcılar olacaksa, herhalde Avrupa kökenlilerin başında, nota-partisyon okumasını bile bilmeyen çingene çocuğu, efsanevi sanatçı Django Reinhardt gelir. Jazz yazarı ve araştırmacısı François Billard’ın deyişiyle, “O, halkının gerçek bir kahramanıdır.” Tüm baskı, kıyım, önyargı, ayrımcılık ve dışlamalara karşın halen yeryüzünün en “özgür halkı” diyebileceğimiz çingenelere göğüslerini gere gere, “Çingene olmaktan gurur duyuyorum”, dedirtmiş, dedirtebilen bir sanatçıdır o. Jazz’da çığır açan, Avrupa’dan dünya Jazzı’na tür katan tek müzisyendir o. Gitarı Jazz’ın özgün ve temel enstrümanı olarak dünyaya kabul ettiren besteci ve yorumcudur o. Django 2010’da 100 yaşında. Jazz âlemi ve Fransa bu eşsiz evlâdını, ona hasrettiği “Django Reinhardt Yılı”nda saygıyla anıyor.

 

Bir başka Jazz uzmanı, “Django Reinhardt Efsanesi” (1957) isimli kitabın yazarı Yves Salgues’a göre Django, Avrupalı çingenelerin Fransızca konuşan “Manuşlar” kanadındandır. Annesi “Négros” Django’yu 23 Ocak 1910’da göçer kervanları Fransa’ya yakın Belçika’nın Liberchies kasabasından geçerken dünyaya getirmiştir. Babası bilinmeyen bebek, nüfus kayıtlarına Jean (Baptiste) ilk adı ve adet olduğu üzere annesinin soyadı Reinhardt ile geçtikten sonra göç katarları durmak bilmez yolculuklarını sürdüreceklerdir. Annesi oğluna, yine çingene geleneklerine uygun biçimde tek gerçek ismini takacaktır: “Django”. Django oğlan Jazz’da çığır açacak, Swing’e “Çingene-Manuş” stiliyle yepyeni bir boyut, benzersiz bir ritm kazandıracak, başka türde müziklerin de ufkunu genişletecek, nicelerine öncülük edecektir. Örneğin, Jimi Hendrix ve Tony Iommi kurdukları gruplarına, “Band Of  Gypsies” ve “Black Sabbath” adını takmışlarsa; B.B. King 1950’lerde yaptığı radyo programlarında düzenli onun plaklarını çalmışsa, Jeff Beck “En büyük o! O bir Tanrı!”, diyebiliyorsa Django efsanesi basit bir pazarlama başarısı veya keyfi tercih meselesi değildir. Hele de 2010 yılı içerisinde Django’ya ilişkin düzenlenen yüzlerce (yanlış okumadınız) konser, festival, şenliği görünce onun eserini, değerini, Jazz’a, dünya müzik ve kültürüne kattıklarını daha iyi kavrarız.



Banjolu çocuktan QHCF’in kuruculuğuna

 

 

Müzik dünyasının bir dizi ciddi kalem ve çehresine göre, gelmiş geçmiş en yetenekli, en önemli gitaristlerinden biri, hatta birincisi kabul edilen Django Reinhardt kariyerine 54 kuzeninden bir tanesi, Gabriel’in çok eskidiği için bir kenar attığı banjosuyla başlar. O bozuk ve eski aleti gece-gündüz çıplak parmakla ve öylesine tutkuyla çalar ki, annesi oğlunun parmaklarındaki şişme ve aşırı kızarıklığı önceleri dolama sanar. 10 yaşındadır, savaşta Kuzey Afrika’ya sığınan kervan o sıralar Paris’in kapılarından (Porte) Choisy’ye yerleşmiştir. Django’nun annesi dışında ilk dinleyicisi, çingenelere okuma-yazma öğretmeğe çalışan idealist bir ilkokul öğretmeni, Mösyö Guillon’dur. Guillon, Django’ya okuma-yazma öğretemez, ama ondaki benzersiz müzisyen cevherini keşfedecek ilk kişi olacaktır. 12 yaşında gelen hediye bir gitar ufaklığın hayatını değiştirecektir. Kulaktan dolma, gözden kapma edindiği bilgilerle, bazı tanınmış şarkı ve melodilerin havalarından esinlenen kendince doğaçlamalara daha o yaşlarında girişir. 13 yaşında “Trio Reinhardt”ı kurmuş, Paris’in güneşin yolunu gözleyen Güney kapılarından (Porte) d’Italie’de tezgâh açmıştır. Anında fark edilip Monge ve Huchette sokakları gibi Paris’in popüler eğlence merkezlerinde açık halk balolarına terfi edecektir. Kısa sürede ödüller kazanıp tanınmış Café’lerde çalışmaya başlayacaktır. Kara yağız, uzun boylu çok yakışıklı bir delikanlı olmuştur. Giyimine kuşamına çok düşkündür. 18 yaşında tutulduğu, Çingene geleneği gereği kaçırdığı güzel Florine “Bella” ile yaşamağa karar verir. Aynı yıl, 1928’de katıldığı dönemin saygın gruplarından La Java’da çalarken İngiliz orkestra şefi Jack Hylton tarafından fark edilir. Kontrat imzalayıp kayıt ve konserler için Londra’ya gitmezden bir kaç gün önce, 26 Ekim’de gece geç saatte döndüğü atlı arabasında karanlıkta mum yakmak isterken çıkarttığı yangından kendisi ve karısı kılpayı kurtulacaklardır. Sol eli ve sağ bacağı ağır biçimde yanan Django 18 ay hastanede yatacaktır. Doktorlar sol elinin iki parmağı kesilen sanatçıya artık asla müzik yapamayacağını söylerler.

 

Yangın, ortak çocukları Henri “Lousson”nun varlığına rağmen Django ve “Bella”nın yollarını ayırır, ama onu gitardan koparamaz. Django ‘insanüstü’ nitelenebilecek bir gayretle çalışır ve 6 ayda sakat sol elinde kullanabildiği iki parmağıyla ‘mucizevi’ bir teknik geliştirir. Bu arada iş ve bağlantılarını yitirmiştir. Parmaksızlığı bir başka işe de  yarar. Askere alınmaz ve yeni sevgilisi Sophie “Naguine” ile yine göç(er) yollarına düşer. Toulon civarında yazlıkta bulunan Parisli ressam bir sanatçı, Emile Savitry onu bir kır kahvesinde fark eder. Django koruyucu meleği sayesinde Paris’e döner ve annesi, kardeşi ve eşiyle Savitry’nin atölyesine yerleşir. Kısa sürede Paris semalarında yıldızlaşır. Onu her gören, dinleyen cazibesine kapılır. Devrin en büyük kalem ve aydınlarından Jean Cocteau’nun deyişiyle “İnsan sesli gitar”ın sahibi asilzâde, büyük burjuvalardan, angaje kültür insanlarına; Jean Sablon gibi o yılların en ünlü şarkıcılarından André Gide, Jean Paulhan gibi yazar ve düşünürlere herkesin gönlünü fetheder. Fakat hayatının karşılaşmasını bir başka Fransız Jazz deviyle yaşayacaktır. 1934’te kemancı Stéphane Grapelli ile tanışan Django kendilerini dünya ölçeğine taşıyacak ortaklıklarının siftahını Paris’in en lüks otellerinden Hotel Claridge salonunda yapacaklardı. Bir kaç hafta sonra Reinhardt-Grapelli çifti Jazz’ın tarihi topluluklarından “Le Quintette du Hot Club de France / QHCF”ı oluşturacaklardı. İkiliye ilaveten yine gitarlarda Django’nun kardeşi Joseph “Nin-Nin” Reinhardt ve Roger Chaput, kontrbasta Louis Vola yalnızca tellilerle geçmişte benzeri olmayan bir formasyonla çığır açıyorlardı. QHCF’in 1935’te Salle Pleyel konser salonunda Coleman Hawkins ile verdiği konser onları bir anda şöhretin zirvesine taşıyacaktır. Django Manuşların kralıdır, zaferini her zaman olduğu gibi onlarla kutlar. Ancak QHCF beklenen, dilenen uyumda işlememektedir. Çok zıt karakterlere sahip Django ile Stéphane konser veya kayıtların dışında bir araya gelmekten çekinmektedirler. Reinhardt ne kadar disiplinsiz, uçarı ve müsrifse Grapelli’de o denli tutumlu ve ciddidir.  İlerleyen yıllarda topluluğun başarısı artarken, ikilinin arası da gittikçe açılmaktadır. 2. Dünya savaşının başında çıktıkları turnelerden birinde, Londra konserinden sonra Grapelli orada kalmağa karar verince, Django Paris’e dönüp, farklı bir “Quintette” kuracaktır.

 

 

Dejenere direnişciden Amerikalı serseriye

 

 

Jazz ve Swing Naziler tarafından her ne kadar “Entartete Musik / Dejenere Müzik” kabul edilse de; Çingeneler “İmha edilmesi gereken ırk” sayılsa da Django ve arkadaşları adeta gözle görülmeyen bir korumaya, dokunulmazlığa sahiptiler. (Django’nun hayatının bu dilimine ilişkin bir takım sorular dışında, sanatçının çok zor durumdaki “ırkdaş”larını himaye ettiği, yaşattığı günümüzde tescillenmiş bir gerçektir. UH) Genç ve delişmen “Çingene” 1940’ta unutulmaz klasiklerinden “Nuage”ı ilk kez kaydediyor. Topluluk turneler, konserlerle çok güzel paralar kazandığı gibi sorunsuz, kaygısız bir yaşam sürüyordu. Taaa ki Almanlar ısrarla Django’nun Almanya’da konser vermesini isteyinceye kadar. Bunun üzerine 15 yıldır birlikte olduğu ikinci karısı Sophie ile resmen evlenip, önce Fransa’daki serbest bölgeye, oradan da gizlice İsviçre’ye göçmeye karar veriyor. Fakat sınıra yakın bir köyde önce Almanların eline düşen Django’ya büyük bir şans eseri, tam bir Jazz amatörü ve hayranı olan, bölgedeki birliklerin komutanı Alman subay sahip çıkıyordu. Hemen serbest bırakılan sanatçı İsviçre’ye geçmeyi beceremeyince Paris’e dönmek zorunda kalıyor. Burada Quintette’tini yeniden oluşturan Django bir müddet Fransa’da turladıktan sonra, bir kadın dostunun fikir ve desteğiyle  kendi Kabare’sini kuruyor. Müthiş bir kumar düşkünü olan kişiliğin bazen tüm kazancını poker, bilardo gibi oyunlarda kaybettiği oluyormuş.

 

1944’te Nazileri izleyen Amerikalılarla her anlamda daha iyi anlaşan Django işgalin ardından turnelerine yeniden başlıyor. Ocak 1946’da Londra’ya gidip Grapelli’yi arıyor. Oldukça duygusal bir buluşma sırasında doğaçlama biçiminde enfes besteleri -hem de bildiğimiz kadarıyla “millet-devlet” çağında muhtemelen bir ilk zira uzun süre Fransa’da yasaklanıyor-, Fransız Ulusal marşından esinlenen “La Marseillaise” çeşitlemesi ve hatta muhteşem birlikteliklerinden aynı akşam “Night and Day” yaratılıyor. Django Paris’e döndüğünde resme de merak sarıyor. Baştaki tereddütlerine rağmen keyifle film müzikleri besteliyor. Kazandıklarını kumarhane ve batakhanelerde harcayan kişilik tam bir sergüzeşt hayatı sürdürüyor. Yabancı ülkelere düzenlenen turneler sonrası, örneğin çocukluğundan beri yaptığı gibi kimseye haber vermeksizin ortalıktan kayboluyor. 1939’da Paris’te karşılaştığı Duke Ellington ile turne / konser ve kayıtlar için ABD’ye gidiyor. Başıbozukluk ve disiplinsizliği gündelik akışı zorlaştırsa da “Duke” eşliğinde konserleri çok başarılı geçiyor. 24 Ocak 1947 akşamı bardağı taşıran bir damla yaşanıyor. Carnegie Hall’da Duke Ellington ile vereceği konsere gelmiyor. Daha doğrusu konserin sonuna doğru, 11’de aniden peydahlanıyor. Performansıyla ayakta alkışlanıyor, ancak kral “Duke” duruma feci şekilde bozuluyor. Çocuksu sorumsuzluğu tatlı serseriyi, dünya boks şampiyonluğu için New York’ta bulunan Marcel Cerdan’ın antrenmanı sırasında alıkoymuştur.

 

 

Fransa’ya Dönüş

 

 

Amerika turnesinden sonra haftalarca New York Café Society Uptown gece kulübünde çalan Django sonuçta Amerika’da aradığı “özgürce” (!) ortam ve beklediği şaşaalı ağırlamayı bulamıyor. Dil zorluğu, aile, arkadaş özlemleri yurt, sıla hasretiyle birleşince Fransa’ya dönüyor. Bu arada Stéphane Grapelli de Paris’e dönmüştür. Efsanevi QHCF tekrardan birleşir. 1948’de Django şöhretinin zirvesindedir. Ancak gittikçe artan umursamazlığı ve rahatlığı öncelikle kendine ve yakın çevresine zarar verecektir. “Quintette”in İtalya’ya yaptığı bir turnenin ardından Pigalle’deki evi dahil her şeyi satıp savarak, çok lüks bir Lincoln otomobil alacaktır. Ona taktığı bir römorkla göçebe hayatına niyetlenir. Fakat daha Paris çıkışında başına gelenlerden ötürü, yakın banliyölerden Le Bourget’de göçer kampında döşeği serecektir. Müzikten soğumuş gösteri dünyasından uzaklaşmıştır. Eski dostlarından besteci, orkestra şefi, saksafoncu André Ekyan 1949 baharında Django ile karşılaştığında sanatçı tanınmaz bir vaziyettir. 39 yaşında olmasına rağmen ağzında diş kalmamış, şişmanlamış, tümüyle düşkün bir haldedir. Ekyan dişlerden başlayarak dostunu toparlar. Bir iki “café-cabaret” gösterisi pek iyi geçmez. QHCF ile düzenlenen zoraki turnelerde pek başarı sağlamaz. 1950’de Paris’e gelen Benny Goodman onu onurlandırır, konserlerine katmak ister. Gel gör ki Django daha birinci konserden önce ortadan yok olur. 1951 Şubatı’nda dünyaya dönen uslanmaz adam Club Saint-Germain verdiği konserlerde yıldızlaşır. Toparlamıştır. Emile Savitry “Django yeniden doğdu”yu müjdeler. Adeta olgunlaşmış, büyümüştür. Çevresinden Manuşlarını eksik etmese de daha derli toplu bir hayata geçer. 1951 başında kazandığı paralarla Paris’in uzak banliyölerinden Fontainebleau yakınlarında Samois-sur-Seine köyünde bahçeli bir ev satın alır. Günlerini Seine nehrinde balık tutarak, bilardo oynayarak ve resim yaparak geçirir. Nadiren kayıt veya radyo programları için Paris’e iner. Daha da nadiren konser verir. Albümleri başarıdan başarıya koşmaktadır. 1953’in ilk günlerinde Django’ya öylesine müthiş bir talep vardır ki turnelere çıkmağa başlar. Dizzy Gillespie’nin Brüksel konserine “yıldız konuk” sıfatıyla katılır. Dünya turnesi arifesinde arkadaşlarıyla köy kahvesinde aperitif içerken aniden fenalaşır ve düşer. Başı terasın betonuna çarpar. Aynı gece kaldırıldığı hastanede beyin kanamasından vefat eder. 15 Mayıs 1953’de hayata gözlerini yumduğunda 43 yaşındadır. Ailesi çingene geleneği her şeyini yaktığı için Django’nun son döneminden, elektrikli gitarda kaydettiği besteleri dahil hiç bir şey kalmamıştır. Topu topu 100 kadar, o da müzisyen arkadaşlarının gayretiyle toparlanmış veya kaydedilmiş parçası bilinmektedir.

 

Django’nun kaybı Jazz dünyasında doldurulamaz bir boşluk yaratmıştı. Ama onun çok özgün kişiliği, Fransız şarkı geleneğine getirdiği tazelik, yarattığı Swing-Manuş stili dans ve harika popüler müziği Jazzseverlerin ötesinde milyonlara ulaşmıştı. Ölümü yalnızca sanat ve müzik dünyasında değil bütün Fransa’da bir matem havası yaratmıştı. Son çeyrek asırda Django’nun müziği, evrenselleşen yerel müzikler, özellikle de ‘ulusal’ Çingene müziklerinin dünya müzik hazinesine kattıklarıyla bambaşka bir anlam ve önem kazandı. “Çolak Django” ismi ve sanatı bir Miles, Duke, Bird, Armstrong veya Coltrane kadar müziğe damgasını vurdu. Bugün onun torunları sayılabilecek onlarca önemli grup, yüzlerce kanıtlanmış Jazzcı; binlerce, onbinlerce amatör müzisyen esin kaynağını onda aramakta, ondan yararlanmakta, öğrenmekte; milyonlarca insan, dinleyici onunla hayal görmekte, onun müziğiyle coşup keyifle ona katılmakta, onun tadını çıkartmaktadırlar. Aklımıza ilk gelen Woody Allen’in “Sweet and Lowdown” (1999) isimli filmi dahil çok sayıda film, kitap, roman, resim, fotoğraf ya onu, hareketli kısacık hayatını anlatmakta ya da ondan aldığı ilhamlarla ortaya çıkmaktadır, çıkacaktır. Kanımızca onu bu denli evrensel ve cazip kılan, kendine has kısalık ve sadelikte sarfettiği şu iki kelimelik cümlede gizlidir: “Lisanım çaldığımdır (müziğimdir).”

 

 

Django 100 yaşında

 

 

Django Reinhardt 100 yaşına basar da müzikseverler, hayranları, çocukları, yurttaşları onu bağrına basmaz mı? Hem de nasıl... Hele sanatçı Belçika’nın Valonya bölgesi yani Fransızca konuşulan güney yarısının Liberchies diye bir köyünde doğmuşsa tabii ki paylaşılamaz. Gerçi tesadüfen Fransız veya Belçikalı kimliği taşıması onun hiç umurunda değildir. O yalnızca mutlak özgür, serseri ruhlu, göçebe bir müzisyen, “Çingene Jazzcı”dır... Doğduğu ve öldüğü köyler onun adına zaten yıllardır festivaller düzenlemekte. Ama müzisyen bir “Yüzyılı” doldurunca hassasiyet bir başka yükseliyor. Önce Belçikalılar 28-30 Mayıs tarihleri arasında 2,5 günlük alçakgönüllü bir şenlik hazırlamışlar. Ustanın torunu David Reinhardt’ın açtığı 8. “Django à Liberchies” buluşmasını Doğu ve Orta Avrupa Romanları geleneğini sürdüren Fransız  “Les Yeux Noirs” grubu noktaladı.  www.django-liberchies.be

 

Django’nun son güzel yıllarını geçirdiği Samois-sur-Seine ise 2010’da 31. kez sanatçıyı anıyor. “Festival Django Reinhardt” adını taşıyan şenlik 23-27 Haziran’da 5 gün süreyle son derece zengin bir program sunuyor. Festivali açan tanınmış akordeoncu Marcel Loeffer has Manuş geleneğinden çıkma bir sanatçı. Bir örnek buket sizlere: Angelo Debarre, Caravan Palace, David Reinhardt eşliğinde James Carter, Dr. Lonnie Smith, Rocky Gresset eşliğinde Eric Legnini, Lollo Meier ve Fapy Lafertin, Lulu Reinhardt Swingtette, Paco de Lucia, Pierrick Pedron, Susie Arioli, Biréli Lagrène eşliğinde Trio Rosenberg, Trio Winterstein ve Yom. Son 10 yılda Django geleneğinin en sevilen simalarından biri haline gelen gitarist Tchavolo Schmitt de bu tarihi şenliği noktalayacak. Daha fazla ayrıntı ilişikteki adreste. www.festivaldjangoreinhardt.com

 

Bu sene Djangoya ithaf edilen çok sayıda şenlikten bir tanesi de Paris’in kuzeyindeki St. Ouen kapısındaki bit pazarlarında düzenlenen “Festival Jazz Musette des Puces” www.festivaldespuces.com. 40 yıldır süren, her hafta sonu Manuş ve yaylı-telli, akordeoncu, gitarcı, kemancı ve benzeri kim varsa, ‘cümbür cemaat’ toplanır, çalarlar; birlikte aşık atar, içer, atıştırır yine çalarlarmış. Stéphane Grapelli’nin ‘manevi evladı’ diye de bilinen elektro-kemancı Didier Lockwood 2004’te 2-3 arkadaşıyla St. Ouen Bit Pazarı’ndaki buluşmalara yılda bir ciddi bir şenlik yapısına dönüştürüyor. Fransa’da “Fakirin piyanosu” diye bilinen akordeonun da basiti “musette” oldu bitti, sokak çalgıcılarının favori enstrümanı olmuştur. Django ve Manuşlar bu aletle gitar ve kemanı da everince ortaya ideal “Üçlü” bir aile çıkmış. 18-22 Haziran arasındaki buluşmalara çoğu “Üçlü” 50’den fazla sanatçı ve topluluk katılıyor. Hâmi Lockwood başta olmak üzere Caravan Palace, Maurane, Richard Manetti, Serge Malik, Thomas Dutronc, ZAZ gözümüze ilişen bir kaç tanıdık isim. Bit Pazarı Şenliği’ni şenlendiren ünlü ünsüzler arasında bu yıl 12 yaşına basan bir Swan Berger var ki, tek başına üstadı Django’nun ‘ruhunu şaad etmeye’ yeter.

 

Sadece yaz veya Jazz festivallerinde değil, Django Fransa’da her yıl düzenlenen yaklaşık 800 kadar “Müzik” festivallerinin tümünde bir biçimde anılıyor. Örneğin, 30 Temmuz – 15 Ağustos diliminin olmazsa olmaz festivali “Jazz in Marciac”da sahneye çıkacak Biréli Lagrène, Costel Nitescu, Paco de Lucia, Richard Galliano, Steeve Laffont ve Trio Rosenberg gibi sanatçılar Django’ya olan minnet ve hayranlıklarını seslendirecekler.

 

 

Paris’te Django Meydanı ve diğer anmalar

 

 

Yeri gelmişken hatırlatarak başlayalım, evet artık Paris’te bir “Django Reinhardt Meydanı” var. İstanbul’un önemli semtlerinden, meydanlarından birine Mustafa Kandıralı veya Barbaros Erköse Meydanı adının verildiğini düşünün. Örneğin, Tophane veya Kasımpaşa niçin olmasın? Belk başka Kasımpaşalılar (!) kıskanabilirler, fakat işte Fransızlar öyle düşünmüyor. Onlar politikacılarından ziyade sanatçılarından gurur duyuyorlar. Vesileyle “8 Parmaklı Çingene”nin anısına Paris’in 18. Bölgesi’nde bir mekân ‘django’lanmış oldu. Geçtiğimiz 21 Ocak’ta açılan meydan, Django ve şürekâsının en fazla dolaştığı, çaldığı (gitar) ve de göçer katarının konakladığı Paris kapılarından birinde, Porte de Clignancourt’a çok yakın bir mesafede bulunuyor. Açılış törenini aralarında Kültür Bakanı Frédéric Mitterrand ve eski sosyalist başbakanlardan Lionel Jospin’in de olduğu çok sayıda sanatçı ve kişilik eşliğinde Paris Belediye başkanı Bertrand Delanoë yaptı.

 

Django’nun 100. yılı kutlamaları aslında sene başında Alhambra (Elhamra) Konser salonunda pek görkemli bir biçimde başlamıştı. Bu halk çocuğunu, benzersiz sokak çalgıcısını anmaya Paris’in en sevimli ve güzel, en insani boyutlu konser salonlarından Alhambra’dan başlamaktan daha yerinde bir düşünce olamazdı. 1933 yılında Demiryolu İşçileri ve Memurları Kardeşlik Derneği tarafından büro ve kültürel faaliyetler için inşa edilen mekânın 60’lı yıllarda kaybolan, efsanevi müzikal ve gösteri salonu Alhambra ile hiç ilişkisi yok. İsim sonradan oranın anısına verilmiş. Fakat bu mekân da tam bir ulusal varlık. 2005’te tümüyle yıkılmaktan kurtarılıp, Paris Belediyesi’nin mali ve siyasi desteğiyle restore ediliyor. 2007’den beri çok sayıda büyük ismin sahneye çıktığı bu salonda, geçtiğimiz 19-30 Ocak’ta 12 gece süren “Manuş Geceleri” düzenlendi. 4 yıldır yapılan bu geceler 2010’da tamamen Django’ya, onun eseri ve geleneğine hasredilmişti. Büyük çoğunluğu Fransız, gerisi farklı ülkelerden sanatçı bilene bilmeyene her gece Django yaşattılar, yaşadılar. Django Alhambra’da 100 yaşında her zamankinden daha zinde, popüler olarak yeniden doğdu.  www.lesnuitsmanouches.com

 

Lyon kentinin Galler-Roma stilindeki Fourvière tiyatrolarının bazı geceleri, 10 yıldır, özellikle yaz aylarında büyük gösterilerle şenleniyor. Cezayirli Berberi-Çingene kökenli Fransız sinemacı Tony Gatlif’in Django’nun 100. yaşına armağan ederek sahneye uyarladığı “Django Drom” başlıklı müzik-dans-şarkı ve film alıntılı gösterisi, Django Yılı’nın en heyecanla beklenen faaliyetlerinden biriydi. 15-17 Haziran geceleri Didier Lockwood’un şefliğinde antik Fourvière tiyatrosunun sahnesini dolduran 9 usta gitarist, 2 kemancı, birer akordeon, klarinet, kontrbas, bir şarkıcı ve bir dansçı orijinal bir yapımda binlerce seyirciye Django’yu canlandırıp yaşattılar. www.nuits-de-fourviere.org

 

 

Django kitapları

 

Yılbaşından beri Django hakkında veya ona ithafen 30 civarında kitap yayınlandı. Catherine Gravil ve Marcel Campion’un birlikte hazırladıkları 100. Yıl kitabı “Django Reinhardt et L’histoire de  La Chope des Puces / La Chope des Puces’in Tarihi ve Django Reinhardt” (Eds. Didier Carpentier Yayınları) bunların en özgünlerden biri. Eser 1910 yılında yani Django ile aynı yılda doğan, önceleri “Chez Marcel” daha sonra “La Chope des Puces” adını alacak “Café-Bar”ın paralel ve çakışan hikayelerini anlatıyor. Yukarda sözünü ettiğimiz Bit Pazarı’nda yer alan bu mekân bugün Django geleneğinin her gün yaşayan buluşma merkezidir.

 

Jean-Baptiste Tuzet’in “Django Reinhardt et le Jazz Manouche ou le 100 ans du jazz à la française / Django Reinhardt ve Manuş Jazzı veya Fransız Jazzı’nın Yüzyılı” (Eds. Didier Carpentier Yayınları), Patrick Williams’ın “Les Quatre Vies Posthumes de Django Reinhardt’ın Ölümünden Sonraki Dört Hayatı” (Eds. Parentheses Yayınları) son aylarda yayımlanan çalışmalardan iki ilginç örnek. Fransa’nın en tanınmış romanesk Jazzcı biyografileri yazarı Alain Gerber’in “Insensiblement - Django - Belli Etmeden” (Eds. Fayard Yayınları) başlıklı kitabı ve Samois-sur-Seine’de düzenlenen Django Reinhardt Festivali’nin tarihini anlatan Antony Voisin ve Sébastien Vidal imzalı “Minor Swing” (Eds. du Layeur Yayınları) zikretmeden geçmek istemedik.

 

 

Django albümleri

 

 

Tahmin edebileceğiniz gibi seçmece Django toplular, özgün baskılar, güzel baskılar, bilinmeyenler, ithaflar, esinlenmeler ve daha niceleri plakçıları, büyük mağazaların özel raflarını, vitrinlerini doldurdu. Pazar ekonomisi her keseye, her zevke hitap ettiğine inandığı zenginlikte bir çeşniyi geçmişte görülmemiş bir oranda piyasaya sürdü. Teslim etmek gerekir ki, meraklısına sudan ucuza Django albümleri mevcut. Su alacak dahi parası olmayana ne dersin, derseniz? Bu satırların sınırında “haklısınız” demekle yetiniriz.

 

20 CD’li “Djangologie – Intégrale” (EMI-France - 63 avro), 26 CD’li “Le Manoir de ses Rêves – Coffret du centenaire 1910-2010” (Harmonia Mundi – 66 avro), 4 CD’li “Trésors Django Reinhardt” (Sony – 14 avro), 2 CD’li “100 Ans de Django” (Sony-BMG – 5 avro) ve onlarca ona ait veya ona ithaf edilmiş “yeni” albüm. İsmi gereksiz “meşhur” internet satıcısından hepsini daha ucuza bile bulmanız mümkün. Yeter ki isteyin, merak edin.

 

21. yüzyıl sanat ve müzikte daha da özel olarak Jazz’da 20. yüzyılın zenginlik ve bereketliliğini yakalayabilir mi? Bir çok temel müzik türü 20. yüzyıldan önce de vardı. Jazz yalnızca bu yüzyıla damgasını vurmakla kalmadı, farklı türlerin de öncüsü oldu, önünü açtı. Jazz’ın yaratıcısı zenciler, Afro-Amerikalılar ABD’nde nasıl “öteki”nin simgesi olmuşlarsa, bu yıl 100. yaşı kutlanan eşsiz gitarist Django Reinhardt da Fransa’da ve Avrupa’da öyle bir “öteki”ydi. O içinde yaşadığı dünyada farkına varmadan müziğinin ötesinde bir rol oynadı. Aynen müzik hakkında söylediği gibi: “Ben müziği bilmiyorum. Ama o, müzik beni biliyor...”

 


 

Not: Başka ülkelerdeki kutlama ve anmaları araştıramadık. Fakat sadece Fransa’da abartmasız 500’e yakın konser, şenlik, festival yılbaşından beri onun için, onun anısına düzenlenmekte. Arzu edenler bir dizi internet sitesinin dışında özellikle aşağıdaki adreslerden daha geniş bilgi edinebilirler.  http://www.djangostation.com/, http://www.about-django.com/accueil/accueil.php

 

Uğur Hüküm

 

Paris, 13 Aralık 2010, Pazartesi

 


 

Bu yazı ilk olarak Jazz Dergisi’nde yayınlanmıştır.

Cazkolik.com

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.