Berlin caz günlüğü

Berlin caz günlüğü

Yeni yılın ilk günlerinde tutkunu olduğum caz rüzgarı, bu kez Berlin’e bir yolculuk yapmama neden oldu. Bir zamanlar Almanya’nın yasaklar listesinin bir parçası olan caz, her ne kadar o yıllarda yeraltı radyolarından meraklı kulaklara ulaşıyor olsa da, yirminci yüzyılın ikinci yarısından bu yana yepyeni bir yörüngede seyretmekte bu ülkede. Sadece kırk yılı geride bırakan Münih kökenli plak şirketleri ECM ve ENJA değil belkide dünyanın bir numaralı caz şirketi olan Blue Note firmasınında Amerika’ya göç eden iki Alman tarafından kurulduğunu hatırlamak yararlı olacaktır. Tıpkı Norveç gibi neredeyse her şehrinde bir caz festivaline evsahipliği yapan Almanyada sadece kadınların ve çocukların katılımıyla programlarını şekillendiren caz festivallerine rastlamakta olası. Yüze yaklaşan festival sayısıyla caz adına oldukça geniş bir panaroma sunan Almanya sadece Berlin Jazz Fest. gibi klasikleşmiş festivalleriyle değil Jazz A Head gibi fuar festivalleriyle ve Moers gibi her an dinleyicilerine yeni keşifler sunan festivalleriyle de caz tutkunlarının pusulalarının her daim işaret ettiği bir ülke.

 

Hiç şüphesiz Almanya’nın caz tarihine yapmış olduğu en önemli katkılardan biri de bu yıl 20. yılını kutlamakta olan caz labelı ACT’e ait. Kataloglarında Lars Danielsson, Nguyên Lê, e.s.t., Nils Landgren, Vijay Iyer, Wolfgang Haffner, Ulf Wakenius gibi birçok yıldız müzisyeni barındıran ACT de tıpkı ECM gibi firmanın kurucusu ve prodüktörü olan tek bir kişinin estetik beğenileri doğrultusunda bir kayıt rotası çiziyor. Temelleri müzik endüstrisinin farklı alanlarında uzun yıllar çalışan ve kendi plak şirketini kurmadan önceki 18 yılını Nesuhi Ertegün’ün kurduğu Warner Music’de Avrupa bölge müdürü olarak geçiren Siggi Loch tarafından atılan ACT, bugün sektördeki en başarılı müzik şirketleri arasında. Yirminci yılları kapsamında bir dizi özel konser ve kayıt programı planlayan ACT’den aldığım davet üzerine Ocak ayında yolum Berlin`e düştü. Bu yazı Berlin caz günlüğümde önemli bir yere sahip olan Jens Thomas ve onun son albümü üzerine tuttuğum noklardan kısa bir özeti.

 

 

AC/DC ile beklenmedik bir buluşma

 

22 Ocak Pazar Berlin’deki ikinci günümde Siggi Loch’un evindeki sanat galerisinde gerçekleşen konseri izlemek üzere şehrin ormanlar diyarı Grunewald’e gidiyorum. Geçmişi yüzyıllar öncesine uzanan, geniş bahçeli villa ve şatoların yer aldığı bu bölgenin eski sakinleri arasında Walter Benjamin, Ingeborg Bachmann gibi birçok ünlü Alman yazar yer alıyor. Yeşilin onlarca tonunun bahçelere ve parklara serpiştirildiği bu bölgenin sokakları arasında yol alırken çok geçmeden aradığım adresi buluyorum. Bahçe kapısında ev sahibinden önce onun köpeklerine merhaba diyorum ve çok geçmeden Siggi Loch ve zarif eşi Sissy Loch ile tanışıyorum. Kısa bir sohbetin ardından, evin giriş katındaki sanat eserleriyle başbaşa bırakıyorlar beni. Yaşayan belkide en önemli Alman ressamlardan biri olan Gerhard Richter’in hayli erken dönem bir tablosu çarpıyor gözüme. Daha birkaç ay evvel Tate Modern’de Panorama isimli sergisine rastladığım bu Alman ressamın ardından iki usta Fransız sanatçıyla karşılaşıyorum: Francis Picabia ve Louise Bourgeois.

 

Siggi Loch’un yılın belli dönemlerinde evindeki sanat galerisinde düzenlediği konserler dizisinin 22 Ocak günü olan konuğu Alman piyanist ve vokalist Jens Thomas idi. Daha önce Cinema Paradiso filminin müziklerini besteleyen Ennio Morricone’nin eserlerine yeni anlamlar kazandıran Jens Thomas, bu kez Avustralyalı rock grubu AC/DC’nin müziğinde keşfedilmemiş renklerin peşine düşüyordu. Kuzeye özgü derin bir lirizmi çaldığı her notada hissettiren Finlandiyalı trompetçi Verneri Pohjola’nın da yer aldığı performansta Highway To Hell, TNT, Hells Bells gibi AC/DC klasikleri bambaşka tınılara ve renklere yelken açıyordu. Oldukça kişisel bir bakış açısının sonucu olarak adeta AC/DC’nin parçalarının yeniden yaratıldığı performansın en unutulmaz anlarından birini, Jens Thomas’ın kafa sesiyle doğaçlama olarak söylediği sözler ve kendi vücüdunu bir perküsyon gibi çalarak seyircilerin önünden piyanosuna doğru yürüdüğü dakikalar oluşturuyordu.

 

Almanyanın caz dünyasına hediye ettiği en önemli saksofon ustalarından biri olan Christof Lauer ile ortak çalışmalara imza atan Jens Thomas kariyerinin farklı dönemlerinde Steve Swallow, Albert Mangelsdorff, Carla Bley ve Micheal Gibbs gibi birçok önemli isimle çalışmış bir piyanist. Siggi Loch’un evindeki konsere kadar Jens Thomas ismi benim için her zaman dikkatle dinlenmesi gereken Alman caz piyanistleri arasında yer almıştı. Fakat bu konserle birlikte aynı zamanda onun ne kadar iyi bir şarkıcı olduğunu keşfettim. İşin ilginç tarafı Jens Thomas’da ilk kez AC/DC projesi ile seyirci karşısında şarkı söylemeye başlamış. Sesi ilk başta belki Thom Yorke belki de yer yer Björk’e benzetilebilir fakat gerçek şu ki Jens Thomas’ın sessinde tüm bu isimlerden çok daha gizemli ve şiirsel bir dışavurum söz konusu. Tıpkı bir heykeltraşın ahşaba ya da mermere şekil vermesi gibi Jens Thomas’da sözcüklere yepyeni formlar kazandırıyor ve tüm bu yeni formlar düş pencerenizden süzülerek zihninizin bir köşesinde yer buluyor. Konser sonrasında verilen resepsiyonda tesadüf eseri 30 yıldır AC/DC hayranı olan ve grubun tüm plaklarına sahip olan bir doktorla tanışmıştım. Onlarca farklı konu üzerine sohbet ederken söz AC/DC’den de açılmış ve bir üst satırda sözünü ettiğim bu beyefendi bunca zaman AC/DC’nin sözlerinden hiçbir şey anlamadığını ama bu konser ile birlikte bu topluluğun ne kadar derin ve anlamlı şarkı sözlerine sahip olduğu gerçeği ile karşılaştığını kulağıma fısıldayıvermişti. Doğru söze söyleyecek pek bir şey olmuyor, bende çocukluğumda AC/DC dinlediğimden ve o zaman sadece müzikte enerjiye ve çoşkuya odaklandığımdan bahsettim. Benim için bu konser gerçektende tam bir sürpriz olmuştu: Jens Thomas’ın falsetto’lar ve overtone’lar içere teatral öğeleride barındıran vokal performansında Highway To Hell gibi adeta rock’n roll’un milli marşlarından biri haline gelmiş bir eser minimalist, incelikli, kırılgan bir ballad’a dönüşürken sanki bir ölünün arkasından okunan bir requiem’i andırıyordu izlediğimiz performansta.

 

Jens Thomas’ın Speed of Grace - A tribute to AC/DC ismini verdiği bu proje sadece Thomas’ı keşfetmek için değil aynı zamanda iki enstrüman arasındaki uyumu (trompet ve piyano), armonik ve melodik zenginliği keşfetmek adına da kaçırılmayacak bir fırsat sunuyordu.

 

Sami Kısaoğlu
Müzikolog

 

Fotoğraf: Sami Kısaoğlu

 

Cazkolik.com / 24 Nisan 2012, Salı

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Sami Kısaoğlu

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.