Ellinci yılında odyofil açıdan Dark Side of the Moon

Ellinci yılında odyofil açıdan Dark Side of the Moon

 

 

Dark Side Of The Moon tam anlamıyla bir başyapıt

 

 

 

Merhaba değerli müzikseverler,

 

Bugün alışılmışın dışında farklı ve nispeten kısa bir yazı ile karşınızdayım. Malum bu sene Pink Floyd’un yıllara meydan okuyan ikonik albümü Dark Side Of The Moon’ nun 50. yıl dönümü. 1 Mart 1973 yılında yayınlanan albüm, Floyd’un zamanının çok ötesinde, farkındalık ve insanlığın aydınlanması yolunda önemli mesajlar içeren, ironik olarak ayın karanlık yüzü adını taşısa da bir anlamda ışığını içinde barındıran bir aydınlanma albümü. Müziği ortak ancak sözlerinin çoğu Waters’a ait olan albüm, İngiltere ve Amerika listelerine bir numaradan girdi ve piyasaya çıktığı an yaklaşık 8 milyonluk satış, 15 yıldan fazla listelerde kalarak inanılmaz bir başarıya imza attı. Bu süre zarfında 4 yıla yakın bir süre de 1 numarada kalarak tüm zam anların en önemli albümü olarak müzik dünyasında yerini aldı.

 

Pink Floyd 1960’lı yıllarda Cambridge’lı 4 mimarlık öğrencisi tarafından kuruldu. Kurucular Syd Barrett, Nick Mason, Roger Waters, Richard Wright’a sonradan David Gilmour da katıldı. 90’lı yılların ortalarına kadar psychedelic rock tarzında müzik dünyasına her biri ayrı efsane sayısız konsept albüm ve şarkı kazandırdı. En popüler albümleri The Wall gibi görünse de 1973’te ilk kez synthesizer kullanarak yaptıkları, Alan Parsons imzası taşıyan Dark Side of The Moon istatiksel verilere göre dünya üzerinde herhangi bir zamanda en az bir kişi tarafından dinlenmekte.

 

Albüm yaşam döngüsünde doğumdan ölüme dek, zamanın, paranın ve gücün etkisiyle delirme noktasına gelen insanların korkuları ve endişelerini anlatıyor. Aynı zamanda insanların bir türlü vazgeçemedikleri alışkanlıklarını sert bir şekilde eleştiriyor. Kemikleşmiş eğitim sistemi, yönetimler ve bürokrasi gibi kurumlar başta olmak üzere bu sistem ve düzenin bir parçası olan hemen herkes bu eleştiriden payını alıyor. Bu açıdan Dark Side of the Moon özellikle ülkesi İngiltere’de çok fazla tartışma yaratmış, yasaklanmış ama gündemden hiç düşmemiş bir albüm. Bu albüm ile Pink Floyd zamanın çok ötesinde bir müzik yaptığını da bir kez daha kanıtlamış. İnsanlığın aydınlanması ve doğruyu bulması yolunda insanoğluna dersler çıkartan ironik sözleri, etkileyici efektleri ve düşünmeye zorlayan hikâyesiyle Dark Side Of The Moon tam anlamıyla bir başyapıt. Ancak tüm bunların yanı sıra albümün çok farklı bir özelliği daha var. Bu da kayıt tekniği ve kalitesi. Nitekim bu özelliği ile albüm bir dönem Odyofil kitlenin adeta başucu albümü oldu ve Hi-Fi sistemlerinin standart test albümü haline geldi.

 

 

Dark Side Of The Moon, 50nci yıl dönümünde sürpriz bir şekilde, durulmak nedir bilmeyen ve biraz da ‘huysuz‘tavırları ile bilinen Roger Waters tarafından yeniden kaydedildi. Waters benzeri bir hareketi Comfortably Numb’ı -Dark Version- adı altında Radiohead grubunun prodüktörü Nigel Godrich düzenlemesi ile yeniden kaydederek ve üstelik Gilmour’ın nefis gitar solosunun yerine Shanay Johnson‘ın çığlık şeklindeki vokalini yerleştirerek yapmış, böylece bu şarkının Gilmour’un gitarına ihtiyacı olmadığını kanıtlamak gibi bir ruh haline girmişti. Şimdi ise yeni Dark Side Of The Moon bir türlü bitmek bilmeyen ve hatta son zamanlarda seviyesi daha da sertleşen Waters - Gilmour tartışmalarının polemiğinde, birbirlerine karşı acımasızca yaptıkları suçlamaların gölgesi altında duyuruldu. Waters, Dark Side’ın tamamen kendi eseri olduğu söyleyerek grup elemanlarının müzisyenliği hakkında çok ağır sözler sarfetti. Böyle güzel ve önemli bir albümün bu şekilde bir tartışmaya kurban edilmesi biz hayranları açısından hiç hoş olmadı ve üzdü. Diğer taraftan mart ayında yayınlanması düşünülen albümün mayıs başına ertelenmesi, albüme olan merakımızı da iyice artırdı. Umarım bu kadar tartışmaya değer bir albüm olarak karşımıza çıkar da kim ne kadar müzisyen, kim ne kadar söz yazarı anlaşılır.

 

Şimdi yeni albümü bir kenara bırakalım ve orijinal albümü Odyofil açıdan ele alarak kayıt özelliklerine bir bakalım ve niçin bu kadar önemli olduğunu açıklamaya çalışalım. Birbirine nefis efektler ile bağlı şarkıları albümün bütünlüğünü bozmadan tek tek inceleyerek nasıl bir özellik sunuyor anlatmaya çalışalım.

 

 

Alan Parsons Faktörü

 

 

Bildiğiniz üzere ses mühendisi Alan Parsons bu albümün kayıt ve ses teknisyenliğini üstlenmiş. Parsons burada tamamen deneysel bazı çalışmalar yapmış, beğenmemiş, üşenmemiş tekrar tekrar kaydetmiş, üst üste kayıtlar yaparak sesleri kanallara ayırmış ve dönemin kayıt teknolojisini aşan işler çıkartmış. Quadrophonic miks ve synthesizer ile yaptığı kayıtta Alan Parsons‘ın ses mühendisliği, albüm kaydını çok farklı bir yere, ileri bir boyuta taşımış.

 

 

Gelelim albüme. Birbirine nefis efektler ile bağlı ilk üç şarkı ile başlayalım.

 

 

Speak To Me -Breathe- On The Run

 

 

Albümün açılışında yer alan Speak To Me ile başlayan kalp atışlarındaki derin baslar ve ardından Breathe’deki etkileyici çığlık ile On The Run’da duyulan sağ – sol kanallar arasındaki geçişler, sanki arkamızdan gelip yanımızdan hızla geçerek daha uzağa doğru giden helikopter ve koşan insanların ayak sesleri gibi yakın – uzak aralığında gezinen değişik sesler daha ilk dakikadan itibaren dinleyiciyi kendisine çekiyor ve odaklanmamızı sağlıyor. Alt frekanslarda derin baslara cevap verebilecek frekans aralığına sahip hoparlörlerde bu kalp atışları artık duyulmaktan öte sanki kendi kalbimiz çarpıyormuş gibi tüm bedenimizde hissediliyor. Devamında gelen ve çığlık ile başlayıp bizi tedirgin eden Breathe, ilerleyen dakikalarda yumuşak ve sakin vokali ile bizi rahatlatıyor. Ancak nereye kadar? Tabi ki bir sonraki şarkı On The Run’a kadar. Şarkı efektleriyle bizi önce heyecanlandırıyor, sonra yine endişelendiriyor. Sebebi burada duyulan ve sanki arkamızdan gelerek ileriye doğru koşan ayak sesleri ve helikopter efekti. Bu efektler o kadar gerçekçi kaydedilmiş ki, bir an boş bulunup başımızı arkaya çevirip gerçekten arkada ne oluyor diye bakmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Ve düşen bir uçağın çarpma ile patlama sesi şarkıyı sonlandırıyor. Patlama adeta evin içerisinde sağ hoparlörün bulunduğu alanda meydana geliyor ve odayı dolduruyor. Tüm bu efektler tabii ki iyi bir sistem ve hoparlörlerde bu şekilde gerçek gibi hissediliyor. Ya da başka bir deyişle bu efektler hoparlörlerin performansı, sahne genişliği, derinliğini ve gerçekliğini test etme imkânı sunuyor.

 

 

 

Time - The Great Gig In The Sky

 

 

Time, albümün kırılma noktalarından birini oluşturuyor. Alan Parsons’ın Quadrofonic deney kaydı olarak şarkının girişinde kullandığı ve birçok analog teybin aynı anda farklı çalar saat kayıtlarını çalması ile yapılan dünyanın en ünlü kakofonisi olarak müzik tarihinde yerini aldı. Bu efektlerin hemen ardından gelen ve gövdenizde hissettiğiniz kalp atışı şeklindeki derin baslar Time’ın odyofil açıdan da yıllardır yerini korumasına sebep oldu. Time, bu özelliği ile hoparlör testleri için tam bir referans şarkı halini aldı. Girişteki kakofoni birçok insan tarafından dinlenmesi zor bir kısım. Ne kadar dinlenebilir bir performans alırsanız sisteminiz o kadar iyi demektir. Çünkü bahsettiğimiz çalar saatler birbirine karıştığında tanımsız bir gürültüyken iyi bir sistem ve frekans cevabı geniş hoparlörler tarafından yeterince ayrıştırıldığında her bir çalar saati en ince detayda ayrı ayrı, tek tek duyarsınız.

 

Time’ın girişindeki çalar saatlerden hemen önce On The Run parçasından arta kalan saat seslerinin, tek tek en ince detayını duyurabilecek kadar geniş aralıkta bir performans sunan hoparlörlerin, düşük ses ve güç seviyesinde de yeterince ayrıntı verebildiğine bir işaret olarak kabul edebiliriz. Bu özellikteki hoparlörler aynı ses seviyesinde patlayan çalar saatler, kalından inceye bütün farklı çalar saat çeşitlerinin seslerini alabilmemizi sağlar. Dolayısıyla bu ses detayının hoparlörlerden düzgün alınabilmesi mümkün olduğunda şarkının girişinin dinleyiciye verdiği lezzet inanılmaz boyuttadır. Ancak bunu sağlayamayan bir hoparlör ve sistemde dinlendiğinde ise kulakları rahatsız eden, tahammülü olmayan bir gürültü ile karşı karşıya kalarak bir an önce sesi kısma çabasına girişiriz. Time işte tam da böyle hissettiren bir şarkı. Zayıf bir hoparlörde etkisini kaybeden çalar saatler, kalp atışları ve sonrasında gelen iki farklı notada basılan derin baslar uzadıkça diğer efektleri ve vokali bastırarak rahatsız edici hale dönüşür.

 

The Great Gig In The Sky ise tamamen yüksek oktavlı vokali ile hoparlörlerin orta-üst frekans kabiliyetlerini zorluyor. Hoparlörün dinleyiciyi saran orta – üst frekans bandındaki hacimli vokale verdiği cevap ne kadar doğal ve detaylı ise bu albümden alınan keyif o denli etkileyici oluyor. Bu vokali peak’lerde bozulmadan duyabiliyorsanız ne mutlu size, sisteminiz orta-üst frekans sınavını geçti diyebiliriz. Şimdi sırada daha keskin, birbirine karışmayan, birbirini yok etmeyen efektlerde.

 

 

Money -Us And Them- Any Colour You Like

 

 

Money, Time’da olduğu gibi çok etkileyici, Jackpot olarak bilinen tek kollu kumar makinesinden düşen bozuk para sesleri, yazar kasa efektleri ile açılıyor. Time’dan farkı ise bu efektlerin daha keskin ve sert olması. Yine bu sesler o kadar gerçekçi ki, gözünüzü bir an kapattığınızda sanki gerçekten bir kumarhanedesiniz ve bozuk paralar sağ ve sol hoparlörlerinizden yerlere dökülüyor. Yani bir efekt ancak bu kadar gerçekçi olabilir. Ancak biraz önce bahsettiğim gibi bunu sağlamayan bir sistem ve hoparlörlerde bu sesler tamamen bir felakete dönüşüyor. Kulakları tırmalayan bozuk para ve yazar kasa sesleri birbiri içerisine girerek albümü dinlenemeyecek hale getiriyor. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki bu albümde iyi bir hoparlör ile özellikle alt frekansların seviyesine inebilmek için, dinleme odasının 30 - 40 metrekareden küçük olmaması gerekiyor, zira oda sebepli faz kaymaları bazen hoparlöre yönelik negatif etkilere sebep olabiliyor.

 

Us And Them ‘de duyduğumuz Nick Mason ’un zillerinden çıkan tizler, tane tane, adeta hoparlörden kucağınıza dökülür şekildedir. Bunları tek tek duyamıyorsanız hoparlörleriniz bu frekanslarda yeterli cevabı veremiyor anlamına geliyor. Tabii amplifikatör veya kaynağınızda bir sorun yok ise.

 

Any Colour You Like tam bir synthesizer şöleni sunuyor. Burada klavyeden çıkan sesin sağ ve sol kanalda gezinerek bir süre sonra iki kanalda da eşzamanlı olarak aynı anda duyulması albümün deneysel kaydına güzel bir örnek oluşturuyor.

 

Yeri gelmişken, albümün erken dönem plak baskısı ile ilgili olarak yapılan yorumlardan bahsetmekte fayda var. Yorumlarda albümün ilk baskıları, basımla ilgili olarak frekans eğrilerinin alt frekanslardan yani bastan yana biraz zayıf olduğu yönündedir. Eski kuşak Hi-Fi jenerasyonu için yüksek bas daha makbul görüldüğü ve yeni jenerasyon amplifikatör ve hoparlörler daha düz – flat - bir frekans cevabına yaklaşmak istediğinden, bu tarz kayıtlardan odyofil kitle genellikle memnun kalmamıştır. Yine de Dark Side of The Moon, döneminin çok önünde kayıt teknikleri ile yapıldığından tiz ve bas dengesi güzel kurulmuş ve derin baslar hedefine ulaşmıştır.

 

 

Brain Damage - Eclipse

 

 

Brain Damage albümü kapanışa hazırlayan güzel bir şarkı. Vokal ile ara ara arka plandan gelen histerik gülme efekti sanki o an gerçekten birisi arkanızda gülüyor ve adeta sizi endişelendiriyor hissi yaratıyor. Devamında gelen Eclipse ise lead vokal ile aynı anda arkadan gelen çığlıkları tertemiz bir kayıt ile birbirlerine karışmadan tane tane duyuruyor. Bu şekilde birbirine karışmadan, birbirini bastırmadan temiz bir şekilde duyuyorsanız rahatlıkla hoparlörlerinizin yerleşiminin doğru, sahnesinin doğal ve frekans cevabının tatminkâr olduğunu söyleyebiliriz. Şarkının akışında sonlara doğru güzel bir geçiş ile duymaya başladığımız kalp atışı efektleri ise albümün açılışında duyduğumuz ve bizi heyecanlandıran hissiyatın albümün kapanışta da aynı etkiyi yaratarak albümü sonlandırmak. Hoparlörleriniz sizde gerçekten bu etkiyi yaratmış ise albümü tekrar dinleme isteğine karşı koyamıyorsunuz. Ama bu kez artık test için değil, albümden keyif almak için.

 

 

Yazıyı albümün son şarkısı Eclipse’in sözlerinden bir pasaj ile bitirelim. Sanırım albümde anlatılmak istenen her şeyi özetleyen cümle bu: “…And everthing under this sun is in tune... But the sun is eclipsed by the moon...”

 

Müzikle kalın.

 

Tamer Tekelioğlu

 

Cazkolik.com / 27 Nisan 2023, Perşembe

 

Arşiv: Pink Floyd'un kurucularından Roger Waters'ın Dark Side of the Moon albümünün ellinci yılında yayınladığı yeni versiyona dair haberi bu linkten okuyabilirsiniz.

 

Arşiv: Pink Floyd hakkında yakın tarihte yayınlanmış olan yeni bir kitap hakkındaki haberimizi bu linkten okuyabilirsiniz.

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Tamer Tekelioğlu

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.