Üzgünken neden hüzünlü şarkılar dinleriz?

Üzgünken neden hüzünlü şarkılar dinleriz?

Art Ensemble of Chicago 50 yaşında

 

Art Ensemble of Chicago’nun dönemin önemli caz klübü Five Spot’ta sahne almasının üzerinden tam elli yıl geçti. O gece orada olan ve hatırlayan kaç kişi vardır acaba? Bir tiyatro sahnesi gibi kurgulamışlardı. Trompetçi Lester Bowie masada kart dağıtırken bir şişe viskiyi önüne çekmişti. Saksofoncu Joseph Jarman ve vurmalıcı Famoudou Don Moye birbirlerini itip kakarak kavga ediyordu. Sonunda, basçı Malachi Favors ve saksofoncu Roscoe Mithell da geldi ve kumarhane ortamı beş kişilik bir caz grubuna dönüştü. Aslında, Art Ensemble bu çeşit vitrin yerlerde sahne almayı sevmiyordu ama siyah kültüre yönelik daha küçük ve ekonomik klüplerde nerdeyse hiç para kazanmadan yaptıkları işleri sürdürmenin yoluydu ve bu fırsatlar az çıkıyordu. Grubun kurucu kadrosundan Mitchell ve Moye şimdi ileri yaşlarında. O zamanlar grup ekseri 5 kişiydi, oysa, daha yeni The Big Ears Festival’de verdikleri konserde sahnede 17 kişi vardı. Bu, topluluğun tarihi boyunca ulaştığı en kalabalık kadro oldu. Yapılan yorumlara göre bu kalabalık orkestra ansambılın yapısını değiştirse dahi Roscoe Mitchell’ın elini güçlendirdiği kesin. Bu konser önemli, konsere dair son ise not şu olsun, lidersiz doğaçlama grup örgüsünde tarafların birbirini izleyebilmesi konusu önemli, topluluk dinleyiciye bu konuda yardımcı olmuş ama grubun dinleyiciye önermediği şey lirik melodilere, klasik şarkı formlarına ve anlaşılması kolay sololara fazla kafanızı takmayın önermesi olmuş.

 


 

Anadolunun en uzun soluklu caz festivali

 

 

Festival bu sene 4 gün

İnsanların buluştuğu tek bir mini organizasyon, bir etkinlik, toplantı vs. düzenleyen biri bu işlerin zorluklarını, akla hayale gelmeyecek sorunlarla uğraşıldığını bilir. Ana unsuru insan olan her organizasyon her dakika sorunla karşılaşmaya mecbur. Şimdi sözünü edeceğim, Hüseyin Başkadem’in bu yıl 19. kez gerçekleştirdiği Afyonkarahisar Caz Festivali sadece bu inadından, vazgeçmeyişinden, caz kelimesini Anadolu şehri Afyon’da adeta bayrak gibi dalgalandırmasından dolayı öncelikle tebrik edilmeye değer. İşin büyük kısmını 19 yıldır Başkadem’in tek başına yaptığını düşünürsek daha da önemli. Caz festivalinin yanına sonradan bir de klasik müzik festivali ekledi, o da ayrıca önemli. İlgili bakanlıklarla şehrin yerel ve mülkî desteğini alması, her festivali bir ana sponsorla yürütmesi önemli. Şu sıralar süren caz festivali 4 günlük bir festival ve NG Hotels bünyesinde yapılıyor. Salonundan konaklamasına her şeyiyle festivali sahiplenen bu otel grubunu da tebrik etmeli.

 


 

Neden üzgün şarkılar dinleriz?

 

 

Üzgünken neden hüzünlü şarkılar dinleriz? bu da soru mu şimdi?

Üzgün insanlar neden üzgün şarkılar dinlemeyi tercih eder? Üzgün oldukları için olmasın! Evet öyle ama meğer psikologlar bu konuyu daha yeni araştırmaya başlamış. Benim üzgün anımda ille şarkı dinlemek aklıma gelmez ama böyle bir gerçek var. Baladlar, blues genellikle bu duygu için değil mi? Open Culture’da bir yazar bu konuyu dert etmiş. Üzgün olmanın müzikle arasındaki ilişkiyi anlamaya/anlatmaya çalışıyor. Tespitine göre, bu durumu hiç de yeni değil. Çok daha eski toplumlardan bu yana bilinen bir eğilim. Müzik sektörü, özellikle pop müzik aşk acısı konusunda ciltlerce kitap yazdıracak kadar şarkı üretti. Klasik müzik üzüntüyü mükemmel işledi. Ancak yine de psikologlar açsından bu bilgiler yeterli değil, onlar bunu neden yaptığımızı bilmek istiyormuş. Bilhassa filmlerin üzgün sahnelerindeki müzikler diğer tüm duygulardan çok daha etkileyici değil mi? İki araştırmacı bu konuda çalışma yapmış. Deneklere sorulan soruların cevaplarında ortak üç konu belirmiş; nostalji, bağlanma arzusu ve ortak insani değerler.

 


 

Bir telif hakları sorunu

 

 

Telif hakları hep hak kaybından söz ederdi bu kez hak gaspı öne çıkıyor

Son yıllarda caz dünyasında sık yakınılan bir konu var, caz standartlarının genç nesil şarkıcılar tarafından giderek daha az seslendirilmesi. Bu sorunun iki boyutu var, ilki, genç kuşakların standart kavramına eskisi kadar yakınlık duymaması, cazdaki klasik damarın erozyona uğraması, hatta, geçmişte kalmış kabul edilmesi, zira, genç müzisyenlerin önemli bölümü ‘kendimi ifade edebildiğim bir müzik yapmaya çalışıyorum, adının ne olduğu önemli değil’ diye hibrit bir perspektiften bakıyor konuya, bu sık yazıp çizilen bir konu, ama bir sorun daha var, o da telif sorunu. Caz standartlarının çoğu 20. yüzyılın ilk yarısında bestelendiği için zamanla anonimleşmiş, telif hakları kavramınının sınırları dışına çıkmıştı ama uyanık ve iyi lobi yapan, güçlü avukatlar tutabilen müzik şirketleri anonimleşmiş besteleri bir şekilde telif sınırları içine kaydırıyor. Düşünün, genç bir sanatçısınız, caz standartlarını kaydederek kendinizi ispat etmek istiyorsunuz ama tek bir şarkı için sizden binlerce dolar isteniyor, üstelik günümüz şartlarında satmayacak bir albüm için, ne yapacaksınız? Bu sektörün bindiği dalı kesmesi demek değil mi?

 


 

El değmemiş Miles Davis anıları

 

 

Ustalar toplaşıp Miles Davis anıları anlattı

 

Bu köşede ocak ayında ABD’de yapılan Jazz Congress’den bahsetmiştim ama orada güzel bir sohbet toplantısı olmuş yeni öğrendim. Miles Davis ile 1969-1991 arası çalışmış 7 müzisyen buluşup sanatçının elektrik dönemini ve çalışma anılarını anlatmış. Kimler varmış? Davulcular Lenny White ve Miles’ın yeğeni Vince Wilburn, basçı Michael Henderson, saksofoncular Dave Liebman ve Gary Bartz, perküsyoncu Mtume ve trompetçi Wallace Rooney. Çok anı var anlatılan ben birini naklediyim. Dave Liebman o sıra Chick Corea ile aynı binada oturuyordum, sık sık Dave Holland da uğrardı. İkisi Miles ile çalışıyordu, ben de o çevrelerde dolanıyorum. Birgün doktorun muayenehanesinde sıramı beklerken sekreter seslendi, burada Dave Liebman diye biri var mı? Yes ma’am dedim benim… Telefonda Teo Macero diye biri var seni soruyor… Pardon, kim dediniz? Telefonu alınca hattın öbür ucunda Teo, stüdyonun nerde olduğunu biliyor musun? Hadi, çabuk acele gel! Yanımda sadece soprano saksofonum vardı ve niye çağrıldığımı bilmiyordum. Stüdyoya girince Miles beni gördü ve kolumdan çekip mikrofonun önüne götürdü. Biraz çaldım. O çaldığım ünlü “On the Corner” albümündeki ilk parçanın bölümüydü. Böyle daha ne anılar var.

 


 

Nilüfer Yanya burada ses vermiyor!

 

 

Nilüfer Yanya buralarda ses veriyor mu?

Nilüfer Yanya yarı İngiliz yarı Türk İngiliz şarkıcı. Bizim buralarda gayet iyi tanınmasına, Babylon’da filan konser vermesine, son haftalarda Avrupa pop/rock potalarına sürekli smaç basmasına rağmen nedense bizden hiç alkış sesi çıkmıyor. Yanya müthiş çıkış yaptığı “Miss Universe” albümünün açılışında telefon operatörü sesiyle derin yalnızlık hissimize etkili bir şaplak indiriyor. Çaresizce telefonun öbür ucundaki operatörden yardım istiyoruz; “genellikle yalnız hissediyorum ve derin bir paranoya içindeyim”. Türlü yayın organına neler yazmışlar diye bakındım, yine en havalı cümleleri Pitchfork’te Laura Snapes’in yazısında buldum. Şu cümle ordan mesela, çevirmiyim daha iyi, buyrun siz bakın; “Sometimes she whips between the two with exhilarating yelps, as if someone yanked a ripcord inside her lungs”. Bu tarz cilalı cümleler etkilidir tabi ama Yanya’nın müziğinin önüne ya da arkasına geçmiyor bence, hatta, şarkılarda belki daha fazlası var. Aynı yazının sonundaki tespit de çarpıcı; “Yanya’nın şarkıları ne kadar anlaşılacağından emin olmayan bir kadını yansıtıyor”. Bence bir dinleyin...

 


 

Kutsalla küfür arasındaki ayrım

 

 

Farklı bir karma peşinde

Kemancı Adam Baldych’i hep sevmişimdir. Üç yıl önce Cazkolik için Burak Sülünbaz’la yaptığı söyleşideki içten cevaplarını okuyunca daha da sevdim. En son, İstanbul Caz Festivali için Swissotel bahçesinde izlemiştik ve şimdi yeni bir albümle çıktı geldi; “Sacrum Profanum” kutsalla küfür arasındaki ayrım anlamına geliyormuş. “Amacım, bu olağanüstü bestecilerin (Thomas Tallis, Sofia Gubaidulina) mistik müziğinin zamansız güzelliğini yakalamak ve çalışmalarını çağdaş müzik dilinde yorumlamaktı” diyor albüm için ama bence daha çarpıcı olan kısmı şöyle; “Sanatsal yolculuğum başlangıç ??noktasına geri döndü. Genç bir kemancı olarak, kemanın sesini yeniden tanımlamak amacıyla, müzik okulundan caz çalmak, doğaçlama yapmak ve klasik müziğe karşı isyan etmek için kovuldum. Şimdi, bir kez daha, klasik müzikteki en büyük ilham kaynağım ile bağlantı kurma zorunluluğunu hissettim”. Çağdaş klasik dil ve cazın doğaçlamadaki kendiliğindenliği benim itici gücüm diyor son olarak. Klasik müzikten gelen seslerin asaleti, cazın sınırsız hayalgücü ve her ikisinin de geleneklerinden ilham. Baldych eşsiz bir karışım keşfetmişe benziyor.

 


 

Caz sağlığa yararlı mı?

 

 

Haklı bir soru

Yüzyıllık caz mitolojisinin ayrılmaz parçası içki, sigara ve uyuşturucu oldu. Sürekli birlikte anıldılar. Müzisyenler toplu kıyıma uğrar gibi uyuşturucu ve alkol batağında yok olup gitti. İnanılmaz yetenekli sanatçılar kaybedildi. Birçoğu ellili yaşlarını göremedi. Charlie Parker öldüğünde henüz 36 yaşındaydı ama onu teşhis eden polis altmış yaşlarında bir adam demişti. Öylesine mahvoldu insanlar. Birçoğu içersem daha iyi çalarım zannediyordu ama şükür artık o dönem geride kaldı. Çoğu bar sahibinin para yerine uyuşturucu karşılığı gece boyuca çalıştırdığı o insanlar kayboldu gitti. Genç nesiller daha bilinçli. JazzTimes dergisi son sayısında bu konuyu dosya yapmış. Yazar John Murph günümüzdeki durumu teşhis etmeye çalışıyor. Örnekler veriyor. Konuşanlardan biri Dee Dee Bridgewater, diyor ki, gençliğimde sağlık hakkında konuşmak akla gelen bir şey değildi. O dönemin duman içindeki bohem siyah-beyaz caz klüpleri fotoğrafları hâlâ çoğumuza bir yanıyla cazip gelebilir ama gerçeğin tam tersi olduğunu unutmamalı.

 


 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 06 Mayıs 2019, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.