Proje nedir?

Proje nedir?

Festivaller değişmeli mi?

Köklü caz festivalleri durumun farkında mı?

1950’li yıllardan beri caz festivalleri müziğin dünya çapında gelişmesi, yaygınlaşması ve serbest dolaşımında öncü rol oynadı. Ülkesinde normal bir müzisyen olan pek çok Amerikalı müzisyeninin efsane isme dönüşmesinde festivallerin payı yüksektir. Yılda bir kez gerçekleşen festivaller yüksek bütçeli, iddialı, havalı isimleri programlarına alarak erişilebilir olmalarını sağladı. Bundan sonra ise işin bir AMA’sı var. Tüm bunlar eskide kaldı. Artık o günlerde yaşamıyoruz. Eskiden festival kavramı kültürel bir kült iken bugün hızla vasata dönüşmek üzere. Hatta dönüştü. Geçen gün saymaya çalıştım, yakından takip ettiğim halde bu sene irili ufaklı kaç festival gerçekleştiğini sayamadım. Çokluğun erozyonu işte bu noktada başlıyor. Festivallerin sayısının artması şüphesiz iyi bir şeyken vasatın iyinin önüne geçmesi kaçınılmaz oluyor. Köklü festivallerin yıllarca emek verdiği kavram buzullar kadar hızlı erimeye başladı. Büyük starların hayattan çekilmesiyle beraber büyük salonları doldurmak zorlaştı. Yanısıra, yıl boyu açık olan kültür merkezleri, konser salonları, çeşitli klüpler, özel etkinlikler, yerel yönetimler seçenekleri ve rekabeti artırdı. İstanbul’da bazı aylar bir festival kadar konser izlemek mümkün hatta fazlası. Tüm bu çeşitliliğin artan yoğunluğu içinde -ki esasen bunlar iyi gelişmeler- yılda bir kez gerçekleşen caz festivallerinin kendini yenilemesi bence şart! Önümüzde 29. Akbank Caz Festivali var, ülkenin en köklü festivallerin başında geliyor, yıllar boyu cazseverler arasında yarattığı heyecanı iyi bilen biri olarak iyi ile kötünün birbirine karıştığı bu yeni dönemde ayırdediciliğin azaldığını gözlüyorum. Bu karmaşık yoğunluğun sorumlusu elbet festivaller değil ama kurbanı köklü festivaller olmasın.


Beau Bridges ve caz

Beau Bridges`ın müzik odası ve duvarda Bill Evans

Cazda merakla takip ettiğim yazarlardan biridir Marc Myers. Hem NY Times gibi büyük gazetedeki hem JazzWax isimli kendi internet köşesindeki yazılarını kaçırmıyorum. Gazete yazıları gündem yazılarıyken kendi internet sayfasındaki yazılar serbest uçuşlu. Geçen hafta çok sevdiğim oyunculardan Beau Bridges’i köşesine taşıyınca meraklandım. Beau biliyorsunuz Jeff’in ağabeyi, ondan daha az ünlüdür ama iyi oyuncudur. Myers, Bridges ile gazete için röportaj yapmış, fotoğraftaki resim Beau’nun evinden. Babadan oyuncu Beau babasının da rol aldığı 1951 yılında çekilen “High Noon” isimli filme dair 9 yaşındaki bir hatırasını naklediyor. Fotoğraftaki bir ayrıntıyı Myers’ın yakın dostu farketmiş. Her yerde müzik aletleri var, sağda duvarda ise siyah/beyaz bir resim, Bill Evans’ın resmi. Bunu okuyunca şunu farkettim, Beau Bridges’ın kuşağı cazla büyüdü, hatta babasının kuşağı da öyle, bir sonraki kuşak da öyle, şimdi yetmiş yaş üstü rock efsanelerinin röportajlarını okursanız çocukluklarına dair hatıralarında caz mutlaka var ama genç kuşaklara inildikçe durum tersine dönüyor. Maalesef.


Mevlâna`dan ilham caz albümü

GoGo Penguin`den yeni bir albüm

Başlık meraklandırıcı olabilir, ilham kaynağı da gerçek ama Mevlâna işin sadece bir parçası. Ünlü İngiliz grubu GoGo Penguin 5 parçalık yeni çalışması “Ocean in A Drop”u yayınladı. Mevlâna’dan ilham bu noktada devreye giriyor. Topluluk elemanları şiir ve edebiyatla ilgili çocuklar, bunlardan biri Mevlâna. Onun ‘sen bir okyanusta damla değilsin, bir damladaki okyanussun’ cümlesinden alınan ilham albüme adını vermiş ama esasen bu bir film müziği. Buraya kadar olanlar albüme dair bilgiler beni en ilgilendiren kısmı bilgilerden öte müziğin kendisi. Bugüne kadar genellikle elektronika sounduyla tanıdığımız grup bu kez çok sağlam bir akustik trio kaydı yapmış. Benim en çok tanık olduğum şeylerden biri ne kadar iyi müzik yaparlarsa yapsınlar elektronika müzisiyenlerinin akustik enstrümanlardaki yetersizlikleri sorusudur. Geçen konserini izlediğim Nils Frahm’ın da iyi bir piyanist olduğunu görmem içimi ferahlatmıştı, GoGo Penguin’in kendini bu konuda ispatlamaya ihtiyacı yok ama özellikle “Control Shift” parçasında basçı Nick Blacka’nın introsuyla piyanist Chris Illingworth’un devamındaki piyanosu ve Rob Turner’ın davulu son günlerde duyduğum en güzel şeyler oldu.


Ahmad Jamal abartılmış bir müzisyen midir?

Jamal`dan ilk solo albüm

Mesele şu, doksan yaşına merdiven dayamış günümüzün yaşayan efsanelerinden piyanist Ahmad Jamal ellili yıllarda özellikle Miles Davis’in dikkatini çeken tarzıyla farklılığını göstermişti. Efsanevi isim son günlerde kariyerinin ilk solo albümüyle yeniden gündemde. Doksan yaş ve ilk solo albüm! “Ballades” isimli solo albümde Jamal tercih ettiği caz standartlarını yorumlamış. Çoğu bildiğimiz müzikler. Yukarda adı geçen Marc Myers da yazmış, Miles ve piyanisti Red Garland o yıllarda Jamal’in tarzını ‘utanmadan’ kopyalamışlardı diyor. Tam da böyle yazmış. Ve doğru. Miles her ne kadar sonradan Jamal’in hakkını teslim etse de Garland’ı öyle çalmaya iteklediğini biliyoruz. Jamal’in hakkını teslim ettikten sonra tarzının on yıllardır topladığı övgüleri sorgulamamız gerekir mi? Ben fazla büyütmeyelim derim ama Myers’ın dediği ‘bazı parçaları fazla abartılmış olsa da’ cümlesini de aklımdan çıkaramıyorum.


Kültürde sezon açılışı ne demek?

Açılışlar böyle mi olur?

Kültür sezonu dediğimiz şey sonbaharla birlikte tiyatroların, galerilerin, sinemaların, konser salonlarının perdelerini açması demek. Yaklaşık 8-9 ay boyunca sayısız kültürel etkinliğin takipçisiyle buluşması demek. Çoğumuz sezon açılışını eylül ayı sanırız ama esasen ekim ayıdır. Dün akşam İstanbul Büyükşehir Belediyesi Haliç Kongre Merkezi’nde sezon açılışını bizzat başkanın konuşmasıyla yaptı. İstanbullularla birlikte sloganının altı çizildi, yinelendi. Hafta içinde İş Sanat 19. sezonunu açmıştı. On gün sonra Akbank Caz Festivali başlayacak, bienaldi, fuardı derken işte sezon dediğimiz şey böyle başlıyor. Şehirde her hafta yeni bir sergi duyurusu var. VAR DA… Bu açılışlar futbol liginin açılışı gibi olmasın lütfen, yani, sezon başı sanki tüm takımlar şampiyonlar ligi finali oynayacakmış gibi bir hava içindeyken yaldızlar, kaplamalar bir aya kalmadan dökülür ve biz yine aynı vasatı izleriz. Hakikaten iyi olan etkinlikler üretmeli ama nasıl yapmalı? Sezon açılışı demek açılış öncesi ilgili koltuklarda oturanların uzun ve titiz programlar hazırlamış olması, projelerini heyecanla sunmaya başlaması demek. Hakikaten öyle mi olacak açıkçası emin değilim ama bekleyelim, görelim diyorum.


Son sıra kafamı kurcalayan konu?

Projeler nasıl yapılmalı?

Son sıra caza dair kafamı kurcalayan konu projelerin nasıl geliştirilmesi gerektiği oldu. Bana, bu konuda müzisyenleri yalnız bırakıyormuşuz gibi geliyor. Şunu demek istiyorum... Yeni içerikler üretilecekse bunu yapacak olanlar sadece müzisyenlermiş ve onlar da hadi yapsın biz de görelim gibi bir algımız var. Müzisyenin yapacağı belli, albüm yapacak, beste yapacak, icrasını geliştirecek, başka ne yapacak? Hayat telaşı içinde başka bekleyebiliriz ki? Benim dediğim, bunlar olurken, öte yandan, müzisyenlerin kapasitelerini açığa çıkaracak özel projeler üretilmesi ve kastettiğim içerik üreticileri de festivaller, kurumlar, organizatörler vs. Sanmayın ki bu işler dünyada mükemmel ama biz burda yapmıyoruz, hayır, hiç öyle değil, emin olun dünyada da herkes müzisyenin ne yapacağına gözünü dikmiş bakıyor, bir takım şeyler yapılınca da gelsin eleştiriler, gitsin eleştiriler. Hoş bizde o da yok ya! Neyse. Dediğim, müzisyeni tahrik edecek, işbirliği içine sokacak, yetenek ve kapasite sınırlarını zorlayacak, cazı bir müzik türü ve kültürel içerik olarak geliştirecek işler yapılmasını sağlamak daha doğrusu fikirler geliştirmek. Tabi bunu okuyan herkesin aklına geleni duyar gibiyim; Süleyman Demirel’in lafıdır, yaptın da elini tutan mı oldu?


Caz vokalin sırları

Atarlı müziklere bir mola.

Ne zaman yeni bir caz vokalin çıktığını duysam kulağımı kabartırım. Yine öyle oldu. Veronica Swift’i keşfettim. 25 yaşında genç bir kadın, daha önce dinlediğimi hatırlamıyorum. Son yılların en heyecan veren ismi Cecile McLorint Salvant idi, başka isimler de çıktı ama hiç biri Salvant gibi olmadı. 2010 sonrası bir dönem pıtrak gibi isimler kaplamıştı ortalığı, büyük kısmı ortalıkta kalmadı, kalanlar da ana akımda değil, ne oluyor bilmiyorum ama birkaç albüm sonra gerileme/değişim başlıyor. Swift an genç yaşına rağmen ‘olmuş bu ses’ dedirten isimlerden. Caz vokalde ses rengi, cümle kullanımı, kelimelerde hatta hecelerde anlamlı vurgu becerisi, elastik ses, güçlü ifade gibi birkaç kritik eşik var, eğer onları aşmışsa gelecek için iyi konuşulabilir, Swift’te bunlar var, scat de var. Tabi olmazsa olmaz arkada iyi bir trio. Sesi parlatan arkadaki triodur. Son sıra seslerden ziyade arkadaki trioları dinlemeye başlamıştım ki Swift geldi. Bakalım neler olacak.


İlham dediğin nedir ki?

İlham böyle bir şey midir?

Sanatta ‘ilham’ kavramını en fazla önemseyenler sanatçılar değil sanatseverlerdir. Sanatçılar işin sırrının ilhamda değil üslûp, disiplin ve yetenek üçlüsünde olduğunu bilir. İlham fazlasıyla soyut bir kavram, dünyevî değil, vahiy gibi bir şey, ilham geldi yaptım lafına hiç inanmadım ama sanat tarihinde en üstün eserlerin yeteneğin çok çalışmayla harmanlanmasıyla ortaya çıktığını biliyorum. Ünlü caz gitaristi Mike Stern ile konuşurken günlük çalışma disiplinini bir hafta aksatmasının kendisini bir ay geriye götürdüğünü söylemişti. Eli kırıldıktan sonra hiç bir zaman eskisi gibi olamayacağını bilmesine ve ilerleyen yaşına rağmen yıllarca çalmayı adeta yeniden öğrendi. Geçen sene izlediğimde sahnede yine harikaydı, onu büyük müzisyen yapan gelen ilhamlar değil örnek gösterilecek hırsı ve disipliniydi. İlham ya da esin ne derseniz deyin emprovize müzikte dahi sanatçıyı yönlendiren şey enstrümanını yeterince iyi kullanabiliyor olması kadar akışı yönetebilme ve parçaları birleştirebilme becerisidir.


Feridun Ertaşkan


Cazkolik.com / 07 Ekim 2019, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.