Caza nerden başlamalı?

Caza nerden başlamalı?

 

Nerden başlamalı?

Caza nereden başlamalı?

 

2020 yılının ilk PUL’unda caz tarihinin vazgeçilmez sorusuna cevapla başlıyım. Bu soru hep sorulur ve cevabı çoktur, bu da o cevaplardan, işin ilginci, bu cevap ünlü bir klasik müzik dergisinden geliyor; BBC Classic Music Magazine’nden. Dergi “Jazz: Where to Begin” adını verdiği yazısında ‘caz konusunda tarafsız hissetmek imkansız. İster sev, ister nefret et bu müzik her zaman güçlü duyguları kışkırtır’ diyor ve güzel bir tarif yapıyor; ‘caz, bireysel ifadeyi destekleyen işbirliğine dayalı bir çabadır’. Valla güzel tarif. Dergi merak edilen nereden başlamalı sorusunun cevabını şu albümlerle veriyor; RCA firmasının çeşitli sanatçılardan oluşan “Classic Ragtime” albümü, Nonesuch firmasının “The Entertainer: The Very Best of Scott Joplin” albümü... Dergi bu iki albümü cazın Ragtime dönemi için öneriyor. New Orleans dönemi için önerileri ise; Sony’nin “The Definitive Sidney Bechet”, Milestone’un "Louis Armstrong and King Oliver", RCA’in “Original Dixieland Jazz Band” albümü. Cazın Şikago dönemi için öneriler; “Louis Armstrong-The Complete Hot Five and Hot Seven Recordings”, King Oliver’ın “I’ll Still Be King”, Jelly Roll Morton’un “Birth of the Hot” albümleri. New York döneminin “Harlem Jazz: The 20s”, Paul Whiteman’ın “Music for Moderns” ve Fats Waller’ın “Ain’t Misbehavin” albümleri. Swing dönemi için; “The Definitive Benny Goodman”, “The World of Swing”, Glenn Miller’ın “The American Band of the AEF” albümleri, Bebop’tan Free Jazz’a uzanan dönem için; “The Definitive Charlie Parker”, Ornette Coleman’ın “Free Jazz” ve Miles Davis’in “The Complete Birth of the Cool” albümü. Caz/Rock dönemi için; “The Definitive Miles Davis”, Mahavishnu Orchestra’nın “Birds of Fire” ve Weather Report’un “Heavy Weather” albümü. Son olarak, post modern dönem için ise; John Scofield’ın “Blue Matter”, Joe Lovano’nun “Rush Hour” ve Wynton Marsalis’in “Live at Blues Alley” albümleri. Evet, hakikaten bunları dinleyin, gerisi merakınızın devamına kalmış.


Sıkıldığım şeyler

 
 

 

Sizin de böyle çok vardır!

 

 

Yıl bitince insan geriye dönüp bakar ya, ben de öyle yapıyım ve nicedir aynı şeylerin ısıtılıp ısıtılıp önümüze koyulmasından sıkıldığım şeyler vardı bari onları kısa bir liste yapıyım dedim, belki bana hak veren birileri de çıkar. Mesela Beatles... Müzik dergilerini düzenli takip ettiğim için her sayı illa bir Beatles haberi olacak, mesela bundan çok sıkıldım, artık ne buluyorsunuz bu kadar yazacak anlamıyorum, şimdi müziğine de iki çift laf edicem sonra kızan çok olacak artık oraya girmiyim bari. Mesela Woodstock... Aynı sıkılma sebebi onun için de geçerli. Bitmedi allah bitmedi şu konserin hikâyeleri. Mesela Wynton Marsalis... Beatles ve Woodstock’dan daha beter sıkıldım ondan. Adamı zaten sevemedim bir de her iki haberden birinde o çıkmıyor mu. Mesela bir tane daha, Amerikan caz dergilerinin dönüp dönüp Miles Davis’i kapak yapmaları... Miles ile aynı dönem müzik yapan caz değil ama Rock starlarına mesela Miles’ı sorduklarında ilk yaptıkları ille sesini taklit etmek, ondan sanki caz tarihine yön veren bir müzisyen gibi değil de bir mafya babasından söz eder gibi söz etmek. Bu da ilginç. Dergilerden söz açılmışken, yüzyıllık Down Beat dergisiyle yarı yaşından genç Jazz Times dergisi arasındaki fark şu; Jazz Times kapaklarında habire eski ustalara yer verirken Down Beat güncel davranıp günümüzün isimlerini kapaklarına taşıyor.


Caz soul müziğe yeniden yaklaşıyor

 
 

 

Afro saçlar, büyük küpeler, devasa madalyonlar

 

 

Amerikan cazı zaman zaman 1950’ler, özellikle ’60’lardan itibaren Soul adı altında Black Pop istilasına uğruyor, yeniden böyle bir dönemin geldiğini görüyorum. Bugünlerdeki durum Hip Hop ile aynı köklerden olma adına yapılıyor ama bence ortaya çıkan hibrit müzik yeni bir ‘soul jazz’ oluyor. Amerikan Black Jazz sahnesinde köklü geçmişi olan bir müzikal yaklaşım bu. Ana akım caz formlarına göre mukayese edilmeyecek kadar çok dinleyicisi olan, ‘easy listening’, ‘chill out’ formatlarından kendine hızla yeni dinleyiciler devşirebilecek geçişkenliğe sahip bir müzik bu. Yine Hip Hop Soul üzerinden Marquis Hill, Robert Glasper, hatta Miles Davis’in son dönem müzikleri, günümüzün önde gelen James Carter gibi kimi virtüöz isimleri hep bu soundun parçası oluyor. Hatta, seksenlerden bu yana kendince bir tarza dönüşen Miami Vice tarzı erotik Smooth Jazz alto saksofon çığlıklarından oluşan müzikleri de işin içine katınca son derece zengin ama hiç de sofistike olmayan çeşit çeşit müzikler dinliyoruz. Son dönem Beyoncé ve Adele gibi iki kült isim üzerinden yürüyen müzik yeni isimler, yeni müzikler dinletmeye aday. Bakalım neler olacak.


Kerem Görsev`in başardığı şey

 
 

 

Yeni albüm sonbaharda çıktı

 

 

Cazda Türkiye’nin şüphesiz en tanınan isimlerinden Kerem Görsev ama şimdi sözünü edeceğim şey daha farklı. Geçen Kasım son albümü “Perfect Balance”ı yayınladı (hâlâ duymayan varsa sevgili Işıl’ın röportajını okusun). Albüm çıktıktan sonra Aralık ayında Zorlu PSM touché de dört günlük seri performans sergiledi, gördüğü ilgi üzerine üç gün daha eklendi, Aralık bitti ama ilgi bitmedi şimdi Ocak’da yanılmıyorsam yine üç günlük ek performans serisi daha eklendi, ilerde yenileri de eklenebilir, yani, toplam bir ayı biraz aşan bir sürede on geceden fazla eder, bu, Türkiye için, adına ister rekor deyin ister başka şey ama altı çizilecek bir konudur. Kerem’in dinleyicisiyle yıllardır ilmek ilmek ördüğü ilişkinin neticesidir. Müziğinde ısrar etmenin sonucudur. Tarzındaki kararlığın, bu kararlılığın gerektirdiği fedâkârlığın ödülüdür. Bu listeyi daha uzatabilirsiniz ama hem bir caz kulübünün sahnesini on gün boyunca bir kişiye ayırmasının karşılığını almış olması hem bir caz müzisyeninin bu kadar günü son sandalyesine kadar günlerce doldurabiliyor olmasının cazda hepimiz için açık bir güven ve sevindirici bir yan var, bunun altını özellikle çizmek istedim. Hatta, son olarak şunu ekliyim; Her yaz pop dünyası Tarkan`ın Açıkhava`yı tıka basa günlerce doldurmasına şaşar, Kerem`in bu başarısı caz dünyası için de aynı şey demek.


Chet Baker`ı seven Art Pepper`ı da sever

 
 

 

Baker solda, Pepper sağda

 

 

Sadece bizde değil, dünyada da Chet Baker’a özel ilgi var, ona karşı özel bir hassasiyet, özel bir koruma duygusu, bir üzülmeler filan, bu duygu halinde hayatına kendisinin son vermesi de dramatik final ekledi ama diyorum ki, Baker için gösterilen özen ve hassasiyeti Art Pepper da hakediyor. Benzer anları çok olan aynı dönemin iki starı. Aralarında 4 yaş var. Pepper daha büyük. İkisi de LA denen West Coast cazla tanındı. İkisinin de hayli sorunlu çocukluk yılları ve sonra gençlik, sonra yetişkinlik yılları var. İkisinin de özellikle babalarıyla sorunları kitaplara konu olmuş vaziyette. Oldukça kırılgan kişilikler. Belli konularda üstün yetenekliler ama aynı oranda güçlü hayat dalgaları karşısında kendilerini güçsüz bırakan zaaflarla dolu karakterleri var. Biri trompette diğer alto saksofonda tartışmasız isimler. Müziklerindeki dramatik imzalar son derece belirgin. İkisi de ağır uyuşturucu ve alkol travmaları yaşamış insanlar. Hayatlarını çekip çevirmede başarısızlar, mutlaka bir kadının korumasına ihtiyaç duyuyorlar ama evet, müthiş sanatçılar. Sadece biz birini daha çok tanıyoruz diğerini tanımıyoruz. Hollywood birine cömert, diğerine kör oysa aynı senaryolar öbüründen de çıkar. İnanmayan biyografilerini açıp okusun.


Bu albümü gerçekten seviyorum

 
 

 

Yaşlandıkça olgunlaşan bir sanatçı

 

 

Bu sözü Ron Carter söylüyor… Carter’ın 2019’un son günleri çıkan canlı kaydı kariyerini bilenler için alışılmadık diyebileceğimiz bir kadroya sahip. Renee Rosnes piyanoda, Jimmy Greene tenor saksofonda, Payton Crossley davulda. Bu kadroda benim en dikkatimi çeken isim Renee Rosnes. İyi bir piyanisttir. Geçen yaz İstanbul Caz Festivali’nde konser veren Bill Charlap’ın karısı. İkisinin farklı tarzları var. Rosnes’nin caz tarzı daha modal, hatta özgür caza yakın. Ron Carter yaşlandıkça kenara çekilmek yerine gittikçe tempo artıran bir sanatçı. Her yıl en az 3-5 albümde adına rastlıyoruz. Carter bu albüm için “bizimle kimse ne olacağını tam olarak bilmiyor. İşte, tam da bu yüzden her konserimiz gerçek bir meydan okumadır. Mola vermeden çalarız, sadece yeni bir şarkının başladığını gösteren küçük değişiklikler duyarsınız, grup olarak böyle çalışıyoruz, tıpkı oturma odasında konser vermek gibi” diyor bu albüm ekibi için. “Büyük bir orkestranın gücünü bir oda müziğinde topladık ve bunu Stockholm de yaptık, bu albümü gerçekten seviyorum” diye ekliyor. Müziğini dinlemezseniz belki abartılı gelebilir ama müziği dinleyince hak vermemek elde değil. Bu albümü ben de sevdim Ron!


38 ünlü pop hiti sadece 4 akordan ibaret!

 
 

 

4 akorluk dünya

 

 

Aslında bilmediğimiz bir şey değil ama Avustralyalı komedi grubu Awesome Axis’in videosunu görünce daha şaşırtıcı geldi. Grup pop tarihine damga vuran ki içlerinde Lady Gaga’dan Natalie Imbruglia, Toto’dan Beatles ve Pink’e, A-Ha’ya kadar sayısız ünlüye ait “Don’t Stop Believing”, “Can You Feel the Love Tonight”, “Poker Face”, “Green Day”, “Imagine” gibi sayısız şarkının hepi topu 4 akordan oluştuğunu biliyor muydunuz? Biliyorduysanız dahi alt alta yazınca kötü bir şaka gibi geliyor. Ne kadar basit aritmetik bir kandırmaca. Günümüzün gençleri atırlamayabilir, doksanlarda Serdar Ortaç günde dört şarkı yazıyorum derken aslında bunu kastediyordu :) Awesome Axis isimli grup bu şarkılardan oluşan bir potpori hazırlamış, aynı dört akoru döndüre döndüre çalıp yukardaki şarkıları söylüyor, ortaya hakikaten komik bir görüntü çıkıyor, iyice makara yani. Bu üç çocuk, yani Awesome Axis öyle pop starı gibi görünmeyen sıradan gençler, bir o akor, bir bu akor derken şarkılar 4 akorluk aptallık abidesi gibi akıp giderken baya bir gülüyorsunuz, zaten seyirciler de öyle. Acaba izleyen herkes bir yandan gülerken bir yandan yıllar yılı bu şarkılara niye bu kadar para ödedik diye hayıflanmış mıdır.


2020`nin ilk müzikleri göründü

 
 

 

Bir dolu müzik bizi bekliyor

 

 

İlk günlerini geçirdiğimiz 2020’nin ilk müzikleri ufaktan görünmeye başlandı. Geçen sene “In A Sentimental Mood” albümünü çıkaran en genç cazcı Joey Alexander “Warna” adını verdiği albümünden “Downtime” isimli single çalışmasını duyurdu. Wynton Marsalis de iki albümle yıla ilk göz kırpanlar arasında… JLCO yani Jazz at Lincoln Center Orchestra ile “Inferno”, büyüklerin en büyüğü Wayne Shorter ile JLCO yine konser kaydı albümün ilki 17, ikincisi 31 ocakta yayınlanacakmış. Avrupa’dan da haber veriyim; Tecrübeli müzisyen Don Menza dörtlü formatında “The Rose” isimli albümünü, Viyana’lı saksofoncu Berhhard Wiesinger “Notice That Moment” isimli albümünü 10 Ocakta (bu albümü özellikle almamın sebebi kadrosu), yine 10 Ocakta Olivier le Goas “On Ramp of Heaven Dreams” isimli albümünü yayınlıyor. Bu albümün de iyi bir kadrosu var ama daha önemlisi firması tanıtım metninde Pat Metheny’nin ilk dönem müziğiyle mukayese ediyor haliyle insan da merak ediyor. Bunları not alın ve çıkar çıkmaz dinleyin diye yazıyorum.


Tezgâhtarsız dükkân

 
 

 

Kartınla gir, al ve çık! Ya tezgahtarlar?

 

 

Sektörler insansız iş yapmayı sevdi, emek gücünün ortadan kalkmasının sonuçları ne oluru tartışmak ayrı bir konu, yaratacağı sosyolojik ve insanî/ahlakî sorunlar da öyle öte yandan koskoca fabrikalar artık robotlarla çalışıyorken birazdan sözünü edeceğim şeyin ne önemi var diyebilirsiniz ama yaygınlığın nerelere ulaşabileceğini görelim istedim. Amsterdam havalanında deneme amaçlı tezgâhtarsız mağaza açılmış. Kredi kartını kullanarak giriyorsun, kameralar konumunu belirliyor ve sensörlerle raflardan alınan veya geri konulan ürünleri takip ediyor, alışverişini tamamladığında ödeme otomatik olarak gerçekleşiyor. Alışveriş yapmak için üye olman gerekmeyen bir sistem bu. Dijital bir mağaza aslında, internetten alır gibi ama doğrudan bir mağazaya girerek, gezinip dolanarak yapıyorsun bunu. Resimdeki mağaza havaalanında deneme amaçlı açılmış, olası sorunları tespit edip giderdikten sonra eğer yoğun ilgi görürse yaygınlaşacak. 24 saat açık olacağı için çok yakında büyük şehirlerin belli noktalarında, caddelerde veya AVM`lerde göreceğimiz kesin gibime geliyor. Allah sonumuzu hayreylesin.


Çocuğunuz piyano çalmaya kaç yaşında başlamalı?

 
 

 

Her çocuk virtüöz olmaz ama iyi eğitim alsa iyi olur

 

Çocuğuna iyi eğitim vermek isteyen her anne baba onun bir enstrüman çalmasını da ister. Çocuk ilerde iyi müzisyen olur olmaz ayrı ama bir enstrümanı iyi çalmasının kişiliğine, eğitimine ve geleceğine katacağı çok şey var. Piyano eğitmenlerinin en sık karşılaştığı soru anne babanın çocuğuna kaç yaşında piyano dersi aldıracağıdır. Fakat bunu söylerken sosyal medyanın paylaşmayı çok sevdiği dahî çocuk videoları kafanızı karıştırmasın. O videolar moral bozmaktan başka işe yaramaz. Milyonda bir çıkan bir dahî çocuk, Harvard’ı 9 yaşında bitiren çocuk haberlerinin size faydası yok. Doğru yaklaşım sorunun sadece yaş olmadığı, her çocuğun farklı olduğu, büyüme hızlarını doğru anlamak gerektiği, kişisel merak ve ilgi alanlarının iyi bilinmesi ve teşvik edilmesi gerektiğidir. Çocukların 4-5 yaşına kadar piyano çalabilmek için yeterli fiziksel şartlara sahip olmadığını unutmayın. Çocuğun potansiyeli bu sorunun cevabıdır ama potansiyeli analiz etmek anne babanın işi. 6 yaş da geç değil, daha ilerisi de, yani, ideal bir yaş yok ama öğrenme arzusu ve müziğe ilgisi vereceğiniz cevaptır esas sizi bağlayan konu.


Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 06 Ocak 2020, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.